10 özel aşk anlatılıyor. Bazı aşkları bilsem de çoğuna yabancı olduğumu gördüm. Can Dündar hem karakterleri tanıtmış hem de ilişkilerini ve onların hayatlarını anlatmış. Hoşuma giden yanı bazen tanıdıklarının bazen de bizzat kendilerinin bu aşkları anlatmasıydı. Şiirler, mektuplar, gazetede çıkan haberler ve birbirinden güzel resimlerle de süslemiş kitabını Can Dündar. Kitabı yeni okuyabildim ve bitirir bitirmez arkadaşlarıma zevkle önermeye başladım. Umarım okuyan herkes sever.
Kitap tamamiyle yaşanan aşk hikayelerinden oluşuyor. Yaşayanlar tanıdığımız kişiler, yaşanan aşk ve kalem de Dündar'da olunca kesinlikle okunası oluyor.
Can Dündar'ın kaleminden anlatılmış harika bir kitap,bazı bölümleri okurken duygulanmamak insanın elinde değil.Tavsiye ederim.
Ne zamandır bir köşede duruyordu. Okudum. Can Dündar’ın dediği gibi, “insanlık tarihi biraz da aşkların tarihidir”. Mesela Nazım Hikmet, sadece bir büyük şair değil, bir fikirler, olgular, büyük olaylar özetidir. Nazım’ın Nazımlığında ise Piraye’nin, Münevver’in Vera’nın tabi ki katkısı vardır. Ve aşk öznel bir kavram. Herkesin aşk algısı başka, aşkın tanımı zor hatta mümkün değil… Kitabı okurken aklıma bunlar geldi en çok. Bazı ilişkileri ben aşk diye tanımlayamazken neden yüzyılın aşkları arasında anlatılmışlar merak ettim mesela. Bazılarında ise öyle bir içtenlik öyle bir yoğunluk sezdim ki gözlerim dolu dolu okudum.
Mustafa Kemal ve Latife hanım’da büyük bir dava adamına mantığını yitirecek derecede (karşılıksız) aşık olmuş bir genç kızın çaresizliğini gördüm. Onu elde ettiğini zannediyor, elindekiler yetmiyor, sadece kendi için istiyor, aşık olduğu kişi büyük bir dava adamı iken evlendiği adamdan evinin reisi olmasını bekliyor ve kaçınılmaz sonu kendi elleriyle hazırlıyor… Hüzünlüydü…
Yılmaz-Fatoş Güney insancıldı, sıcacıktı. O canım öyküde-filmde dedikleri gibi: “Sevgi emektir…” 10 yılı geçen bir evlilik hayatının sadece 4 yılını beraber geçirmek, buna rağmen eksilmemek, eksiltmemek, direnebilmek... Herkesin harcı değil. Bir kere daha saygı duydum. Uzun mahpushane yılları boyunca ikisini ayakta tutan, yaşama gücü aşılayan mektuplara bir kere daha hayran kaldım…
Ve en çok etkilendiğim: Melih Kibar- Çiğdem Talu aşkı. Aşk için söylenen her şeyi içeren ama ironik bir şekilde, zamanında adı konamamış, yaşanamamış, eksik bırakılmış bir aşk... İçerdiği duyguların yoğunluğunu verdikleri eserlerde hissedebileceğiniz ve bu yoğunlukta yaşanmış duyguların böyle yapay sebeplerle bastırılmasına, engellenmesine, yarım bırakılmasına hayret edeceğiniz bir aşk…“Kavuşamazsın, aşk olur…” diyen Aşık Veysel’e hak vermenize sebep olabilecek bir aşk…
Can Dündar’ın eline sağlık dedim okuyunca. Kısacık bir yirminci yüzyıl özeti yapmış, her bir hikaye zamanının ruhunu taşıyor bütün yoğunluğuyla… Naciye-Enver aşkında, yüzyıl öncesinin aşklarının naifliğini ve yıkılıp yeniden inşa edilmekte olan bir dünyada yaşayan insanların heyecanını, büyük işler başarabilme hevesini gördüm. Afife Jale-Salahattin Pınar’da Klasik Türk Müziği’nin melankolik ezgilerine denk, o ezgilerden beslenen ve o ezgileri besleyen bir melankoliyi, Yıldız Kenter-Şükran Güngör’de tiyatro aşkı/meslek aşkı ile insan aşkının birbirine karışmasını, birbirini beslemesini gördüm. Her biri, üzerine ayrı bir kitap yazılabilecek hikayelerdi…
Sonuç olarak, insan olmak, bu dünyaya gelmek, böyle duygular yaşamak, yaşandığına şahit olmak, bu duygulardan doğan eserleri dinlemek, görmek, yaşamak güzel dedirttiler…
Yirminci yüzyıla damga vuran aşklar kesinlikle çok güzel işlenmiş.Aşıkların birbirine gönderdiği mektuplar ve resimlerle her düşünce desteklenmiş.Bazı ilişkilerin sonu iyi bitmese de yaşanılan aşk çok büyük .
Can Dündar'ın akıcı anlatımıyla, sürükleyici 1-2 günde okunabilecek bir kitap.
Anlatılanların hepsi hüzünlü aşklardı...İnsan özeniyor böyle aşklara :)
Severek okudum, tavsiye ederim.