New York'tan Buenos Aires'e giden bir yolcu gemisinde yolcular arasında bulunan bir milyoner, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic'e, ücreti karşılığında, bir parti satranç oynamayı teklif eder. İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı bir göçmen, Dr. B., oyun sırasında kendini tutamayıp onlara karışınca şampiyonla karşılaşması önerilir kendisine.
Gestapo tarafından bir otel odasına kapatılan ve uzunca bir süreyi bu odada, tek başına ve oyalanacak hiçbir şeyi olmadan geçiren, yalnızca sorgulama için odadan çıkarılan Dr. B., bir gün rastlantıyla eline geçirdiği bir satranç kitabı sayesinde bu oyunun inceliklerini öğrenmiştir. Satranç tahtası ve taşları olmamasına rağmen, önce ekmekten yaptığı satranç taşlarıyla sonra da tümüyle zihninden oynayarak kuramsal bir satranç ustası olup çıkar. Ancak bu tutkusu yüzünden sinir krizine, beyin ateşine yakalanır. Tedavi olur, arkasından da serbest bırakılır. Yirmi yıldır eline satranç taşı almamış olsa da, Dr. B., gemide satranç şampiyonuyla oynadığı oyunu inanılmaz bir biçimde kazanır. Kendini olayın heyecanına kaptırarak maçın rövanşını oynamayı isteyince şaşırtıcı bir son bekler onu.
Stefan Zweig'ın büyük bir ustalıkla kaleme aldığı kısa, ama yoğun romanı Satranç, gerilimli kurgusu, kahramanının ruhsal gelgitlerinin incelikle işlendiği dokusuyla bir solukta okunuyor.
New York'tan Buenos Aires'e giden bir yolcu gemisinde yolcular arasında bulunan bir milyoner, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic'e, ücreti karşılığında, bir parti satranç oynamayı teklif eder. İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı ... tümünü göster
New York'tan Buenos Aires'e giden bir yolcu gemisinde yolcular arasında bulunan bir milyoner, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic'e, ücreti karşılığında, bir parti satranç oynamayı teklif eder. İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı bir göçmen, Dr. B., oyun sırasında kendini tutamayıp onlara karışınca şampiyonla karşılaşması önerilir kendisine.
Gestapo tarafından bir otel odasına kapatılan ve uzunca bir süreyi bu odada, tek başına ve oyalanacak hiçbir şeyi olmadan geçiren, yalnızca sorgulama için odadan çıkarılan Dr. B., bir gün rastlantıyla eline geçirdiği bir satranç kitabı sayesinde bu oyunun inceliklerini öğrenmiştir. Satranç tahtası ve taşları olmamasına rağmen, önce ekmekten yaptığı satranç taşlarıyla sonra da tümüyle zihninden oynayarak kuramsal bir satranç ustası olup çıkar. Ancak bu tutkusu yüzünden sinir krizine, beyin ateşine yakalanır. Tedavi olur, arkasından da serbest bırakılır. Yirmi yıldır eline satranç taşı almamış olsa da, Dr. B., gemide satranç şampiyonuyla oynadığı oyunu inanılmaz bir biçimde kazanır. Kendini olayın heyecanına kaptırarak maçın rövanşını oynamayı isteyince şaşırtıcı bir son bekler onu.
Stefan Zweig'ın büyük bir ustalıkla kaleme aldığı kısa, ama yoğun romanı Satranç, gerilimli kurgusu, kahramanının ruhsal gelgitlerinin incelikle işlendiği dokusuyla bir solukta okunuyor.
New York'tan Buenos Aires'e giden bir yolcu gemisinde yolcular arasında bulunan bir milyoner, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic'e, ücreti karşılığında, bir parti satranç oynamayı teklif eder. İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı ... tümünü göster
‘Neden Jon, söylesene neden?’ diye inleyerek sordu annesi. ‘Diğerleri gibi olmak bu kadar mı zor? Alçaktan uçmak pelikanların ve albatrosların işi, bunu onlara bırakmalısın. Hem niçin avlanmıyorsun oğlum? Artık bir kemik bir tüy kaldın.’
‘Bir kemik bir tüy kalmam umurumda bile değil anne. Ben sadece havada ne yapıp ne yapamayacağımı öğrenmek istiyorum, hepsi bu. Sadece öğrenmek istiyorum.’
Jon Livingston öğrenmeye susamış, akıllı, çalışkan ve ısrarcı bir martıdır. Richard Bach’in eseri kitabın baş kahramanı olan Jon Livingston uçuş denemeleriyle başlar. Jon sürekli kendisini geliştirmek için sabah akşam çalışır. Normal martılar gibi uçmak istemez ve beslenmeyi büyük derecede ihmal eder. Martı halkı Jon’ın yaptıklarından yakınır ve utanır çünkü o sürüyü temsil etmez. Farklı birisidir. Kişiliği, uçuşu ve yaşama olan tavrı sürüyle uyuşmaz. Yaşamak için sadece yemek peşinde koşan martı halkı Jon’ı yaşam tarzlarına bir tehdit olarak görür ve onu en sonunda sürüden dışlarlar. Onlar bireyselliği ve özelleşmeyi değil itaakarlığı ve kalıcılığı ister.
Sürüden dışlanan Jon kendisini geliştirmeye devam eder ve dünyadaki en çevik ve hızlı martısı olur. Ama bunları elde etmek onun için yeterli miydi? Kesinlikle hayır. Jon için hiçbir sınır yoktu. Sahip olduklarının üstüne sürekli bir şeyler eklemeyi arzulayan Jon belli bir zamandan sonra eski öğrenme isteğini kaybetmeye başlar. Yaşlanmaya başlayan Jon yanlız olarak hayatını sürdürmeye devam eder.
Bir gün Jon’ı almaya gelen iki martı onu ‘cennete’ götürür. Cennette olduğunu düşünen Jon geldiği yerde kendisine benzeyen birçok kişi görür. Hepsi öğrenmeye istekli, güçlü martılardır. Buraya geldiğinde eski yorgunluğunu kaybeder. Genç olduğunu zamanlardaki sahip olduğun gücünün çok daha fazlasına burda elde eder. Burada Chiang isimli bilge bir martıyla tanışır. Jon’a hayal edemeyeceği beceriler öğretir.
Jon Chiang’dan cennette olmadığını ama farklı bir yaşamda bulunduğunu öğrenir. Jon’ın geldiği yer onun gibi öğrenmeye çalışan, azimli martıların ulaştığı bir hayattır. Martılar önceki hayatlarında öğrenmeye, değişmeye başlamadıkları takdirde önceki yaşamlarının aynısı olan bir hayat sürdürürler. Buraya gelen kuşların çoğu birçok yaşantıyı tamamladıktan sonra hayat tarzlarını değiştirmeye çalışmış ve mükemmelliği aramıştır. Jon ise birinci hayatını tamamlamadan yaşamını değiştirmeye başarmış.
Cennet diye bir yer yok. Cennet bir mekan, zaman değil öğrenmek ve mükemmelliktir. Bu gerçeği anlayan Jon mükemmelliğe en sonunda nasıl ulaşacağını öğrenir: Eski hayatına dönüp onu dışlayan martı halkının gözlerini açacaktı. Jon en sonunda geri döner ve öğrenmeye meraklı olan martılara yardım eder. Onların mükemmelliğe ulaşabilmeleri için çabalar. Gelecek nesillerin Jonathanlarını yetiştirir. Kitabın sonunda burada arkadaş edindiği Fletcher’a liderlik ve hocalık yetkilerini devreder. Şeffaflaşıp sonra da yok olur.
Richard Bach bu eserinde öğrenme isteğinin, özgürlüğün ve bireyselliğin önemini vurgular. Hiçbir kural veya yasa bir bireyin öğrenmesini engelleyemez ve kimsenin mükemmelliğe, başarıya ulaşmasını durduramaz. Yazar insanların aynı düzeni devam ettirmekte zorunda olmadığını anlatır; değişimin güzelliğini göstermeye çalışır. Jon burada değişimi temsil eder. Kıt kafalı bir toplumdan çıkan bir elmas olan Jon hayatın avlanmaktan ve uyumaktan ibaret olmadığını iddia etmesi halkın değişim sürecine başlamasını sağlar.
Eserde önemli olan başka bir nokta Jonathan, Fletcher ve Chaing gibi iradeli ve azimli bireylerin aslında özel olmadığıdır. Bunları martı halkından ayıran tek şeyin bu kuşların hayatta olan bakış açılarıdır. Hayatın bir önem taşıdığının farkındalardır. Onlara sunulan yaşam tarzlarını kabul etmemiş ve kendi inançları doğrultusunda yaşamlarını sürdürecek bireylerdir.
Richard Bach’in bu eserini okurken ben Jon yerine kendimi gördüm. Ben de hayatım boyunca olan düzeni ve başımdan geçen olayları eleştirme ve düzeltme ihtiyacı duymuşumdur.Türkiye’deki eğitim sistemini ve liselerde olan eğitim anlayışını kabul etmekte çok zorluk çektim. Devamsızlık sınırlarını olmasının öğrenci başarısını artıracağına hiç katılmadım. Devamsızlık sınırının artmasının çalışan öğrenciyi destekleyeceğini ve ödüllendireceğine inandım. Öğrencilerin hocaları tarafından zorlanmasının yerine onların öğrencileri öğrenmeye teşvik ettiği bir okul sisteminin olması gerektiğine inandım. Ayrıca üniversite kabullerinde sırf merkezi sınav ve okul başarısının değil okul dışı faaliyetlerinin de değerlendirilmesi gerektiğini hep düşündüm. Düşündüğüm bu şeyler günümüzde uygulanmamaktadır. Beni Jon’dan ayıran en belirgin özellikse benim inançlarım çerçevesinde olan düzeni değiştirememdir.
Eserdeki dil öz, duru ve akıcıdır. Yazılar görsellerle desteklenir. Kitabın çok kısa olması karakter gelişimini engeller. Eserde Jon, Chaing ve Fletcher’in daha detaylı anlatılması gerektiğini düşündüm. Onların karakteristik özelliklerinin çok iyi anlatılmaması okuyucuların eserdeki kahramanlarla ilgili yüzeysel bilgilere sahip olmasına yol açar. Bu da aynı zamanda karakterlerin niye bir şey yaptıklarının farklı yorumlanmasına yol açar. Kitabı kesinlikle kötü kılan bir özellik olmasa da ben eserde Jon’ı daha iyi tanımak isterdim. Belki de richard Bach yarattığı karakterlerinin farklı yorumlanmasının bir kişinin bireyselliğini geliştireceğini düşündüğü için eserini kısa tuttmuştur
En yüksekten uçan martı, en uzağı görendir. Hayallerinin peşinden koşmayan kişi hayatı tam zevkiye yaşayamaz. Çabalayan, öğrenenler ise yüksekten uçan martıdır. Hayatta mutlaka başarıya ulaşır. Bu kişiler ise mükemmelliğe en yakın olanlarıdır.
‘Neden Jon, söylesene neden?’ diye inleyerek sordu annesi. ‘Diğerleri gibi olmak bu kadar mı zor? Alçaktan uçmak pelikanların ve albatrosların işi, bunu onlara bırakmalısın. Hem niçin avlanmıyorsun oğlum? Artık bir kemik bir tüy kaldın.’
‘Bir kemi... tümünü göster
Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı. Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı, bir lokma yiyecek için mücadeleye girişmişti bile. İşte zor bir gün daha başlıyordu.
Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı. Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı... tümünü göster
Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı. Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı, bir lokma yiyecek için mücadeleye girişmişti bile. İşte zor bir gün daha başlıyordu.
Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı. Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı... tümünü göster