''Nostaljik bir mazi güzellemesi yapmak istemem,'' diyor Can Dündar, zindana dönüşen, koyu bir karanlık olan 70'lerdeki ilişkileri anlattığı yazısında: ''Ama aşkın ha babam ertelendiği o kanlı karanlıkta bile, en dayanışmacı ve masum yanları saklıydı insanoğlunun...''
''Şimdi bakıyorum da, umursamaz kalabalıklarda metruk bir yalnızlık yaşıyor neslim...''
Aşka Veda, Can Dündar'ın aşka dair yazılarını bir araya getiriyor. Körkütük, sırılsıklam aşkları, özlemi, yalnızlığı, ayrılığı ve terk edilme acısını; ''kâh içten içe kabaran kâh gürül gürül çağlayan o deli nehri,'' anlatıyor.
Siyasetten ve popüler kültürden kadın ve erkeklerin zaman içinde değişen yüzlerine bakıyor. ''Söylenmemiş o iki sözcük yüzünden heba olup gitmiş'' nesiller ile nihayet kavuşan ama mutsuz mu mutsuz olan günümüz gençliğini karşılaştırıp şiirini kaybeden zamane ilişkileri sorguluyor. Şehvet sevdadan soyunduğunda, Eros okunu kırdığında, piyasa duruma el koyduğunda aşkın nasıl can çekişmeye, körelip çirkinleşmeye başladığını sergiliyor.
Hazsız evliliklerden evliliksiz hazlara, sekssiz aşktan aşksız sekse; ateşten gömleği gönüllü giyenlerden, aşkını kariyerine feda edenlere geçişin izini sürüyor.
Aslında bir türlü veda edemediğimiz, her daim ihtimal dahilinde olan aşkı anlatıyor Can Dündar, Aşka Veda'da.
''Nostaljik bir mazi güzellemesi yapmak istemem,'' diyor Can Dündar, zindana dönüşen, koyu bir karanlık olan 70'lerdeki ilişkileri anlattığı yazısında: ''Ama aşkın ha babam ertelendiği o kanlı karanlıkta bile, en da... tümünü göster
''Nostaljik bir mazi güzellemesi yapmak istemem,'' diyor Can Dündar, zindana dönüşen, koyu bir karanlık olan 70'lerdeki ilişkileri anlattığı yazısında: ''Ama aşkın ha babam ertelendiği o kanlı karanlıkta bile, en dayanışmacı ve masum yanları saklıydı insanoğlunun...''
''Şimdi bakıyorum da, umursamaz kalabalıklarda metruk bir yalnızlık yaşıyor neslim...''
Aşka Veda, Can Dündar'ın aşka dair yazılarını bir araya getiriyor. Körkütük, sırılsıklam aşkları, özlemi, yalnızlığı, ayrılığı ve terk edilme acısını; ''kâh içten içe kabaran kâh gürül gürül çağlayan o deli nehri,'' anlatıyor.
Siyasetten ve popüler kültürden kadın ve erkeklerin zaman içinde değişen yüzlerine bakıyor. ''Söylenmemiş o iki sözcük yüzünden heba olup gitmiş'' nesiller ile nihayet kavuşan ama mutsuz mu mutsuz olan günümüz gençliğini karşılaştırıp şiirini kaybeden zamane ilişkileri sorguluyor. Şehvet sevdadan soyunduğunda, Eros okunu kırdığında, piyasa duruma el koyduğunda aşkın nasıl can çekişmeye, körelip çirkinleşmeye başladığını sergiliyor.
Hazsız evliliklerden evliliksiz hazlara, sekssiz aşktan aşksız sekse; ateşten gömleği gönüllü giyenlerden, aşkını kariyerine feda edenlere geçişin izini sürüyor.
Aslında bir türlü veda edemediğimiz, her daim ihtimal dahilinde olan aşkı anlatıyor Can Dündar, Aşka Veda'da.
''Nostaljik bir mazi güzellemesi yapmak istemem,'' diyor Can Dündar, zindana dönüşen, koyu bir karanlık olan 70'lerdeki ilişkileri anlattığı yazısında: ''Ama aşkın ha babam ertelendiği o kanlı karanlıkta bile, en da... tümünü göster
Amerikan edebiyatının devi Jack Kerouac'tan Beat Kuşağı destanını yazan kitap: Yolda.
Gökyüzü geniş, hayat kısa, hayaller sonsuzken yol özgürlüktü. Yol dostluktu, maceraydı; sonsuz olasılığın toplamı, yaşamın kaynağıydı. Yolun sonunda aşk vardı, söz vardı, ses vardı; başlangıçlar hep şen, hep heyecanlıydı. Hızla giden bir arabanın dikiz aynasına yansıyordu hayatın anlamı, öyle bir şey varsa tabii; tan kızıllığında, gecenin bağrında, bir dostun yanı başında. Hareket halinde olan için ölüm yoktu, tasa yoktu; devinim vardı sadece. Yıldızların altında, hızla giden arabaların arka koltuklarında, kaçak atlanan tren vagonlarında, çadırlarda, barakalarda, uzak diyarlarda yaşam vardı ve yaşam kutsaldı. Yüreklerindeki coşkuyu daracık dünyaya sığdıramayanlar, yollarda şahlandı. Nereye olursa... Kıvrak ve neşeli bir caz melodisi gibi, çılgınlıktı hepsi ve tüm gerçekler, hızla giden bir aracın tekerleklerini öpen asfalt misali önlerine seriliverdi. Yaşam yazılacak bir şiirdi ve beklemezdi.
Jack Kerouac, Yolda'da kendi hikayesini anlatıyor: sansürsüz, saf, olduğu gibi. Özgürlüğün, arayışın ve onulmaz bir yaşam hasretinin şarkısı bu yankılanan...
Bazı kitaplar edebiyat tarihine damga vurmakla kalmaz, efsaneye dönüşür.
Amerikan edebiyatının devi Jack Kerouac'tan Beat Kuşağı destanını yazan kitap: Yolda.
Gökyüzü geniş, hayat kısa, hayaller sonsuzken yol özgürlüktü. Yol dostluktu, maceraydı; sonsuz olasılığın toplamı, yaşamın kaynağıydı. Yolun sonunda aşk var... tümünü göster
Önlerinde duran Mignon, parmağını dudaklarına götürerek susmaları için işaret ediyordu. Lucynin bir sorusu üzerine de mırıldanarak geçen bir delikanlıyı gösterdi. Nananın sevgilisi! Hepsi birden dönüp baktı. Delikanlı oldukça zarifti. Fauchery onu tanıdı: bu, kadınlarla üç yüz bin frankı har vurup harman savuran, şimdi de arasıra onlara çiçek almak ve yemeğe davet etmek için borsada ufak tefek işler çeviren Daguenetydi.
******
Nananın ele avuca sığdırılamaz hedonizminin, lüks ve dekadan hayat sevdasının sınırı yoktu. Fakat hayatının büyük bir bedeli olacaktı.Paris gecekondularından sokaklara, sokaklardan sahneye, sahnelerden üst sınıf fahişeliğe... Bu roman meşhur kokot Nananın hikâyesi. Öyle bir güzellik ki Nana, zengin erkekler, kontlar ve markiler ayaklarına kapanır, asil hanımefendiler Nananın varlığını gölgede bırakabilmek için çırpınır durur, hatta âşıkları uğrunda kendini öldürür.Paris 1880de, ilk yayınladığı gün 55 bin kopya satan olay roman, Parisin elit Parizyen atmosferinin ardındaki çürümüşlüğü nefis, etkili ve arzulanan bir kadının hikâyesi üzerinden ifade eden, unutulmaz bir klasik...
************
Émile Zola, birbirini izleyen yirmi roman yazmış, bunlarla bir ailenin doğal ve toplumsal tarihini ortaya koyan büyük bir bütün oluşturmuştu. Yazarın unutulmaz romanlarından biri olan Nana, yirmi kitaplık bu bütünün içinde tek başına da büyük ilgiyle okunabilmektedir. Nanada bir orospuyu anlatır Émile Zola. İlk bölümde Nananın bir tiyatro oyuncusu olarak yükselişi, ikinci bölümde ise bir orospu olarak düşüşü sergilenir. 1880 yılında ilk basımı 55 bin yapılan bu dev roman, bir gün içinde tükenmiş, bütün Fransada büyük olaylar uyandırmıştı. Eleştirmenlerin bir kesimi romanı göklere çıkarırken, bir kesimi de yerin dibine batırmıştı. Roman, baştan sona erkek tutkularının bir şiiri, roman kahramanı Nana ise, yalnızca başarılı bir orospu değil, aynı zamanda insanüstü cinselliğin de bir simgesidir. Beyaz perdeye de, sahneye de uyarlanan bu romanın başkişisi Nanayı, en yetenekli oyuncular bile romandaki Nana gibi canlandıramamışlardır. Bunun nedeni, Nananın, gerçek ve mit, orospu ve canavar, kadın ve tanrıça olarak, benzersiz bir edebiyat yaratısı olmasıdır.
************
Zolanın yirmi ciltlik Rougon-Macquart roman dizisinin en unutulmaz cildidir Nana. Nana, bir fahişedir. İlk önceleri bir tiyatro oyuncusu olan Nana daha sonra fahişe olur ve hayatı bir düşüş içine girer. İlk basıldığı gün on binler satan ve Fransayı ayağa kaldıran Nana eleştirmenler arasında da büyük ayrılıklara ve tartışmalara yol açmıştı.İnsan dışı bir cinselliğin dünya edebiyatındaki simgesi olan Nana dünyanın en eski mesleği olan fahişeliğin edebiyattaki en mitik örneğidir. Yazarı Emile Zola bu roman için şöyle der: Nananın konusu özetle şudur: Kıçı üzerinde hayatını sürdüren bir toplum. Henüz kızışmamış ve peşindekilerle sürekli alay eden bir dişi bir köpeğin ardından koşan bir köpekler sürüsü... Bu romanda Zola, bir kadının, bir rejimin (II. İmpa-ratorluk Fransası) ve bir toplumun çürüyüşünü resmediyor. Bu resimde cinsellik, tarih ve mit hep birlikte yaşıyor ve tükeniyor; aynı anda ve aynı kötü ağız kokusu içinde.
******
Önlerinde duran Mignon, parmağını dudaklarına götürerek susmaları için işaret ediyordu. Lucynin bir sorusu üzerine de mırıldanarak geçen bir delikanlıyı gösterdi. Nananın sevgilisi! Hepsi birden dönüp baktı. Delikanlı oldukça zarifti. Fauchery onu ... tümünü göster
Bay Trelawney, Doktor Livesey ve diğer beyefendilerin hepsi, Define Adasının tüm hikayesini, başından sonuna, hiçbir şeyi atlamadan yazmamı istediler. Ben de bu yüzden 1760 yılında kalemimi elime alarak, babamın Benbow Hanını işlettiği zamana ve yanağında kılıç yarası bulunan, güneş yanığı tenli yaşlı denizcinin hanımıza ilk geldiği güne geri dönüyorum.(Kitaptan)\n\nGenç Jim Hawkins, Kaptan Flint\in sandığında define I haritasını ilk bulduğunda, kendisini bekleyen maceraları hayal bile edemiyordu. İspanyola gemisinde kabin görevlisi olduktan sonra Kont Trelawney, Kaptan Smolett, Dr. Livesey ve hain Uzun John Silver\la birlikte tüyler ürperten bir serüvene yelken açtı. Korsanlar, ihanetler, define haritaları, gizli hazineler ve deniz diplerinde yatan gemiler... Robert Louis Stevensoh\ın başyapıtı olan Define Adasında, büyük bir düş gücünden yansıyan heyecan dolu satırları bir solukta okuyacaksınız. Alfa Yayınları, gelmiş geçmiş en güzel macera romanlarından biri sayılan Define Adaşını özenli çevirisiyle tüm çocukların hayal dünyasına sunuyor...\n\nBir gün beni kenara çekmiş ve gözümü dört açıp, tek bacaklı bir denizciyi görür görmez ona haber vermem karşılığında her ayın ilk günü dört gümüş peni vadetmişti. Bu kişinin nasıl rüyalarıma girdiğini anlatmama gerek yoktur sanırım. Fırtınalı gecelerde, rüzgâr evin dört bir yanında uğuldarken ve dalgalar var gücüyle kıyıda ve kayalıklarda patlarken, bin farklı biçimde ve bin farklı şeytani ifadeye bürünmüş olarak çıkardı karşıma. Bacağı bazen dizinden kesik olurdu, bazen kalçasından. Bazen de tek bacağı gövdesinin orta yerinden fırlayan korkunç bir canavara dönüşürdü. Ama tek bacaklı denizciden korkmama rağmen, kaptanın kendisinden, onu tanıyan herkesten daha çok korkardım.(...)İnsanları en çok korkutan, hikâyeleriydi. Korkunç hikâyelerdi bunlar. Darağacında sallanan suçlular, kalas üzerinde gözleri bağlı yürüyüp denize atılanlar, korkunç fırtınalar, Dry Tortugas ve Amerikanın Karayip Denizine komşu topraklarındaki vahşi yerler ve serüvenler. Hikâyelerde anlattığı cinayetler kadar kullandığı kaba dil o bizim saf ve temiz köylüleri dehşete düşürüyordu...(...)Ölü adamın sandığı üstünde on beş adam / Yo-ho-ho ve bir şişe rom. / İç, gerisini halleder şeytan / Yo-ho-ho ve bir şişe rom. İlk başlarda ölü adamın sandığının yukarıda, Kaptanın odasında duran büyük sandığın bir benzeri olduğunu düşünüyordum ve bu düşünce tek bacaklı denizciyle birlikte rüyalarıma girmişti.Dünyanın önemli gotik yazarlarından Robert Louis Stevensonun herkes tarafından bilinen ünlü klasik romanı Define Adası da Oğlak Klasikleri arasında.\n\nDefine avcılarının maceralarını konu alan gençlik romanı.\n\nKorsan ve define konulu romanları sever misiniz çocuklar? O halde R. L. Stevensonın Define Adası adlı ünlü romanını severek okuyacaksınız. Bakalım; kahramanlarımız Define Adasında gerçekten define bulabilecekler mi, yoksa onları orada bir sürü tehlike mi bekliyor?\n\nRobert L. Stevensonun dünyaca ünlü klasiğidir. Jim Hawkins adlı çocuk, ünlü korsan Kaptan Filintin hazinelerinin haritasını ele geçirir. Korsanların bundan haberi vardır. Küçük Jim ve dostları Hispaniola adlı gemiyle yola çıkarlar. Rotalarını Define Adasına doğru çevirmişlerdir. Ancak büyük bir sürpriz onları beklemektedir, çünkü korsanlar da aynı gemidedir.\n\nİskoçyalı yazar Robert Louis Stevensonun ünlü macera romanı Define Adasında, İngilterede bir hancının oğlu olan Jim Hawkinsin eline geçen bir define haritası üzerine çıktığı define avı konu edinilir. Tek gözü kör ve bantlı, bir eli kancalı, omuzunda papağanı ile belleğimizde canlandırdığımız korsan resminin oluşmasında Define Adasının büyük etkisi vardır. Birçok dile çevrilen kitap, çocukları tropikal adalar, işaretli hazine haritaları ve korsanların olduğu sürükleyici bir maceraya çağırıyor.\n\nJim Hawkinsin tüm hayatı, gizemli bir denizcinin, babasının hanına adım atmasıyla tamamen değişmiştir. Adı Billy Bones olan bu denizcinin, peşinde birçok denizcinin olduğu bir sırrı vardı. Billy Bones öldüğünde, Jim bu sırrın bir define haritası olduğunu öğrenir ve birçok denizci de bu haritayı ele geçirmek için onu öldürmeye hazırdır.
Peşine, birçok iştahı kabarmış haydutun düştüğü bu harita, Jimin eline geçtiğinde, bu defineyi ele geçirmek için çıkılan bir deniz yolculuğunda kendini bulur. Ama bu deniz yolculuğunda kahramanımız, onu bekleyen ölümcül tehlikelerin hiçbirinin farkında değildir.
\n\nKont Trelaney, Dr. Livesey ve diğerlerinin benden Define Adası ile ilgili her şeyi baştan sona bütün ayrıntılarıyla anlatmamı istemeleri üzerine, adada hala definenin bulunabileceğini de bildiğimden, elime kalemimi aldım ve çok eskilere, babamın Amiral Benbow Hanını işlettiği ve yüzü yaralı denizcinin bizimle yaşamaya başladığı ilk günlere döndüm...\n\nMillî Eğitim Bakanlığınca Türk ve dünya edebiyatında 100 Temel Eser in önce ortaöğretimde ardından ilköğretimde belirlenmiş olmasını, ülkemizdeki okuma oranını artırmaya yönelik bir çaba olarak görüyoruz. Bir başlangıç olarak ilköğretimde 100 Temel Eser ümit vericidir; ilköğretim seviyesindeki çocuklarımıza bu eserleri okutmayı başarabilirsek, okuyan toplum olma yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. İlköğretimde 100 Temel Eser in bir başka olumlu yönü de; aynı eserleri okumuş, o eserlerdeki dil varlığı ile duygu ve düşünce zenginliğini fark etmiş bireylerin oluşturacağı bir toplumun daha hoşgörülü, daha paylaşımcı olmasını sağlamasıdır.\n\nBabasıyla beraber bir köy hanında çalışan on beş yaşındaki Jim Hawkinsin hayatı hana esrarengiz bir konuğun gelmesiyle altüst olur. Jim Hawkins elinde olmadan korsanlar arasındaki çekişmeye karışır ve define peşinde uzak ülkelere açılır. Tahta bacak, Bill Jones ve küçük Jimin maceralarını bu romanda okuyacaksınız. ...\n\n\n\nBu kitap, çocuklar için yazılmış ilk romandır. Yazıldığından bu yana çocukların en çok okuduğu bu kitabın yazarı R.L. Stevensondur. MEB Talim ve Terbiye Kurulunun 2207 sayılı Tebliğler Dergisinde yayınlanan kararı ile ilk ve ortaokul öğrencilerine tavsiye edilmiştir.\n\n\n\nBabam, annem ve ben üçümüz İngilterenin batı sahillerinde küçük bir kasabada bulunan Amiral Benbow adında ufak bir hanı işletiyorduk. Ben on iki yaşındayken bir gün hana iri-yarı, güçlü-kuvvetli biri geldi. Yüzü güneşte yanmış, sağ yanağında büyükçe bir kılıç yarası vardı. Tırnakları kirden simsiyahtı. Sırtında kirli bir denizci ceketi asılıydı. Bir sandalyeye çöktü ve hafif ıslıkla bir şarkı söylemeye başladı:\n\n\n\n
Bay Trelawney, Doktor Livesey ve diğer beyefendilerin hepsi, Define Adasının tüm hikayesini, başından sonuna, hiçbir şeyi atlamadan yazmamı istediler. Ben de bu yüzden 1760 yılında kalemimi elime alarak, babamın Benbow Hanını işlettiği zamana ve yana... tümünü göster
Vatan Yahut Silistre Vatan şairi Namık Kemal in, en önemli eserlerindendir. Konusunu yakın tarihimizden alan bu piyeste; kahramanlık ve vatan sevgisi yanında, baba özlemi ve aşk konuları da işlenmiştir. Eserin yazı çevrimi özgün diline sadık kalınarak yeniden yapılmış, sonuna günümüzde az kullanılan kelimelerin sözlükçesi de eklenmiştir.Bu piyesin; gençlerimizin milli benlik ve birlik duygularını güçlendirerek, geleceklerine güvenle bakabilmelerinin sağlanması açısından büyük önem taşıdığına inanmaktayız.\n\n\n\nVatan Yahut Silistre, dört perdeden oluşan bir tiyatro yapıtıdır. Namık Kemal, oyunu Gelibolu mutasarrıfı iken yazmaya başlamış, buradan ayrılıp İstanbula dönünce tamamlamıştır.Vatan Yahut Silistre oyunu, 1 Nisan 1873te İstanbulda Gedikpaşa Tiyatrosunda ilk kez sergilendi. Oyundan sonra olaylar oldu. Coşkuya kapılan halk yazarı sahneye çağırdı. Yazarın orada bulunmaması üzerine sokaklara döküldü. Namık Kemal, yapıtın yazılış amacını tek cümleyle özetler: Yapıtın yazılmasındaki amaç, ulustaki yurtseverlik duygularını dile getirmekti; tiyatro yazma alanında ustalık göstermek değil!\n\nKonusunu yakın tarihimizden alan bu oyun döneminin simgesi olmuş bir tiyatrodur. Eserin yazılmasındaki amaç ise milletteki vatanseverlik duygularını dile getirmektir.\n\nVatan Yahut Silistre, Namık Kemalin ilk piyesidir. Eserde vatanperverlik ve kahramanlık duygularını işlemekte, halkta bu duyguları harekete geçirmek istemektedir. Piyes, 1853 yılında Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında başlayan Kırım Savaşında gönüllü olarak cepheye giden İslam Bey ile asker kılığına girerek kimseye haber vermeden onun ardından Silistreye giden sevgilisi Zekiyenin başından geçenleri anlatır. Türk askerinin vatan uğruna gösterdiği fedakarlığı canlandırır.\n\nBak, hiç hatırına gelir mi ki burada bir zavallı var.
Kendinden ayrılmayı canından ayrılmaktan beter biliyor da
ayrılmamak için bir çare bulamıyor! Seni seven hiçbir zaman
\n\nMilletlerin bağımsızlıklarını ve milli kimliklerini koruyabilmeleri için, daima milli bilinci güçlü bireylere ihtiyacı vardır. Yüz Temel Eser içine dâhil edilmiş olan Vatan Yahut Silistre piyesinin, çocuklarımızın şanlı tarihimizden güç alıp geleceğe güvenle bakan, milli bilinçle yoğrulmuş iyi bir vatandaş olarak yetişmelerinde katkı sağlayacağına inanıyoruz. ...\n\nTürk Edebiyatında vatan ve millet sevgisini ilk defa başarılı bir şekilde işleyen eser Namık Kemalin Vatan Yahut Silistre adlı oyunudur. Yazar, bu oyununda vatan sevgisinin Allah sevgisinden kaynaklandığını ortaya koymaktadır. MEB Talim ve Terbiye Kurulunun 2243 sayılı Tebliğler Dergisinde yayınlanan kararı ile ilköğretim okulu öğrencilerine tavsiye edilmiştir.\n\nMillî Eğitim Bakanlığınca Türk ve dünya edebiyatında 100 Temel Eser in önce ortaöğretimde ardından ilköğretimde belirlenmiş olmasını, ülkemizdeki okuma oranını artırmaya yönelik bir çaba olarak görüyoruz. Bir başlangıç olarak ilköğretimde 100 Temel Eser ümit vericidir; ilköğretim seviyesindeki çocuklarımıza bu eserleri okutmayı başarabilirsek, okuyan toplum olma yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. İlköğretimde 100 Temel Eser in bir başka olumlu yönü de; aynı eserleri okumuş, o eserlerdeki dil varlığı ile duygu ve düşünce zenginliğini fark etmiş bireylerin oluşturacağı bir toplumun daha hoşgörülü, daha paylaşımcı olmasını sağlamasıdır.\n\nSilistre kalesi, bizzat Rus Orduları Başkomutanının yönettiği seksen bin kişilik bir ordu tarafından 15 Mayıs 1854te kuşatılır. Kale, Arnavutluktan Iraka kadar İmparatorlukun hemen her yerinden gelen gönüllülerin de içinde olduğu toplam on bin kişilik bir güçle savunulmaktadır. Kırk üç gün süren yoğun saldırıları başarıyla püskürten Müslüman savaşçılar, yiyecek ve cephaneleri tükendiği için, tek kurtuluş yolu olarak görülen bir yarma hareketiyle koca orduyu bozguna uğratırlar. Son derece yalın bir olay üzerine kurulan Vatan yahut Silistre, tüm teknik kusurlarına karşın, Osmanlı toplumuyla tiyatronun buluşmasını sağlamış ve yazarının hiç ummadığı ölçüde etkili olmuştur. Yazarı izleyerek söylersek, Vatan yahut Silistre, Türk tiyatrosunu bulunduğu noktadan ilerilere taşımış, gelişimi açısından da tam bir dönüm noktası oluşturmuştur.\n\nBu eser, defalarca kitap olarak basılarak, defalarca da oyun olarak oynanarak günümüze dek gelmiştir. Bugün de, konusu itibarıyla tazeliğini ilk günkü gibi korumaktadır. Eser, konusunu yakın tarihimizden almıştır. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan bu eser, başka dillere de çevrilmiştir.Biz bu eseri, özellikle genç kuşağımız tarafından daha da iyi anlaşılması dileğiyle, itinayla ve orijinal metnine sadık kalarak sadeleştirmeye çalıştık. ...\n\nZihnimden babamın, annemin sevgisini çıkardın; kardeşimin mezarı gönlümde idi, onu bile unutturdun. Şimdi hayali de, kendi gibi kara topraklarda yatıyor. Mezarını görmeden hatırıma gelmiyor. Ne uyuyabiliyorum, ne de irademe hakim olabiliyorum... içimde başka hiçbir şeye arzu kalmadı; gönlümde senden başka birşey bırakmadın. Şimdi kendini de benden alacaksın. Hem de bunun müjdesini kendin getiriyorsun. Kalbimi yaracaktın da bana bu merhameti, bu insafı mı gösterecektin? Sonunda ne olacak? O, bu memleketten gider, ben de dünyadan giderim. Ömrümün her lezzetini kaybettikten sonra kara toprağın nesi var? Birkaç dakikalık can acısından mı korkacağım?\n\nİslam Bey, gönlündeki tüm aşkları bir yana bırakarak savaşa koşar. Ne var ki gidenlerin geri dönemeyeceğini bilen Zekiye, İslam Beyi yalnız göndermeyi düşünmemektedir...Oynandığı dönemde büyük fırtınalar kopararak Namık Kemalin Magosaya sürülmesine sebep olan bir eser; Vatan Yahut Silistre. Oyunun sahnelendiği gece sokaklar boşalmış, Gedikpaşa Tiyatrosu, üst düzey yöneticilerin de aralarında bulunduğu bir kalabalıkla hınca hınç dolmuştur. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistre yalnız ülkemizde değil, Avrupada da ilgi uyandırmış ve beş dile çevrilmiştir.\n\n
Vatan Yahut Silistre Vatan şairi Namık Kemal in, en önemli eserlerindendir. Konusunu yakın tarihimizden alan bu piyeste; kahramanlık ve vatan sevgisi yanında, baba özlemi ve aşk konuları da işlenmiştir. Eserin yazı çevrimi özgün diline sadık kalınara... tümünü göster