Küçük Ağa, Kurtuluş Savaşı yıllarında, siyasal karar ve tartışma merkezlerinin uzağında, Kuvvacı/Millici denilen, ama ne oldukları, neyi temsil ettikleri pek bilinmeyen birilerinin açtığı savaşa katılıp katılmamanın vebalini tartarak bir karar verme durumunda kalan insanları anlatır. Asırlardır sadece halife-i ruyi zeminin, padişahın açtığı sancağın altında savaşılacağı bilgi ve inancıyla yaşamış taşra insanlarının, halife-padişah çağrısının yokluğunda ve işgal haberleri yayılırken yaşadıkları ikilemlerin, açmaz ve iç çalkantıların, kendileri ve kaderlerine sahip çıkma hakkında yeniden düşünmek zorunda kalışlarının hikâyesidir. Tarık Buğranın kendi deyişiyle Küçük Ağa, destanlara yakışır bir konuyu ele almasına rağmen, destan değil, gerçekliği anlatan bir romandır. İttihatçıların ve Kuvvacıların değil, inanç ve gelenek kalıtıyla başbaşa, ilk kez kendisi ve kendi adına geleceği için karar vermeye çalışan bir ahalinin kahramanı olduğu bir roman. Şimdilerde Küçük Ağayı okumak, güncelliğini bir kez daha kazanmış bir öyküyü, sorunsalı yeniden okumak demektir.
Küçük Ağa, Kurtuluş Savaşı yıllarında, siyasal karar ve tartışma merkezlerinin uzağında, Kuvvacı/Millici denilen, ama ne oldukları, neyi temsil ettikleri pek bilinmeyen birilerinin açtığı savaşa katılıp katılmamanın vebalini tartarak bir karar verme ... tümünü göster
Bihruz Bey, zengin bir devlet memurunun oğludur. Babasından yüklü miktarda bir miras kalmıştır. Annesiyle birlikte yaşayan Bihruz Bey, yetersiz bir eğitim görmüş, yarım yamalak Fransızca öğrenmiş züppe bir tiptir. O dönemin kibarlık gereğinden saydığı şık faytonuyla Çamlıcada gezerken gördüğü ve soylu bir aileye mensup olduğunu düşündüğü bir kadına âşık olur. Aslında soylu olmayan bu kadın, Bihruz Beyin aklını uzun süre meşgul eder. Kadınla ilgili gerçekleri öğrendiğinde küçük düşer. Bu olay çevresinde, o dönemdeki yaşam biçimine de ışık tutan romanda batılılaşmanın yanlış algılanmasının sonuçlarına da dikkat çekilir.
Roman, II. Abdülhamit dönemi yenileşme hareketleri çerçevesinde Tanzimatla birlikte Batıya açılan Osmanlı İmparatorluğunda yaşanan sürecin yanlış özelliklerinin vurgulandığı bir yapıttır. Bihruz Bey ve onun romantik aşkı konu edilmiştir.
******
Mirasyedi konak oğlu Bihruz Beyin, şıklığa, gösterişe, Beyoğlunun eğlence yerlerinde gezerken elinde taşıdığı yabancı dergiler ve kırık dökük Fransızca ile sağladığı saygıya düşkün zayıf kişiliği; en yakışıklı araba takımına sahip olma konusundaki özentisiyle birleşerek aptalca bir savrukluğa dönüşür. Ama sefahat diye tanımlanan serüveni, ev dışında hiçbir kadınla ilişki kurmamış alaturka bir kapalılığın moda zevklerini tanımlamak için kullanılmıştır. Çamlıcada rastladığı bir kadını, kılığı, kıyafeti, arabasıyla hayalinde yüceltir; âşık olduğu bu kadının (Periveş) bir süre görünmeyişini ölümüne yoracak kadar da saf ve düş düşkünüdür. Gerçekle yüz yüze gelince gülünç bir duruma düşer.
************
Tanzimat döneminin önemli konularından yanlış batılılaşmanın ele alındığı ilginç romanlardan biridir Araba Sevdası. Yanlış Batılılaşmanın işlendiği dönemin diğer romanlarında olduğu gibi bu romanda da kendi kültürüne yabancılaşmış bir gencin, Bihruz Beyin hikâyesi anlatılır.
************
Tanzimat sonrasında Batılı roman tekniği ile yazılan Recaizade Mahmud Ekrem in Araba Sevdası romanı, eserin kahramanı Bihruz Bey in şahsında o dönem İstanbul unun gezinti yerlerinde sıkça rastlanılabilecek alafranga, Batı taklitçisi, mirasyedi paşazadeleri tenkit etmektedir.Devrinin toplumsal özelliklerini yansıtması bakımından büyük öneme haiz bu roman, Feryal ve Muhsin Korkmaz tarafından yayına hazırlanmıştır.Türk edebiyatında gerçekçi romanın ilk örneklerinden birisi sayılan bu eseri, sonuna bir sözlük ekleyerek özgün diliyle sizlere sunmakla kültürümüzün tanınmasına katkıda bulunduğumuz inancını taşımaktayız.
************
Edebiyatımızda gerçekçilik akımının ilk örneklerinden sayılan Araba Sevdası, Avrupa görmüş gençlerden; Frenkler gibi süslü gezen, gösteriş olsun diye cebinde Fransızca dergi ve gazetelerle dolaşan, Bonjur! Bonsuvar! Vuz alle biyen! diyebilmek için Beyoğlunda adam arayan; Türkçe konuşurken araya yalan yanlış Fransızca sözcükler katmadan edemeyen; savurganlığa, borç etmeye özenen; Türkçeyi kaba bir dil sayıp bu dilin câhili olduğu için övünen Bihruz Beyin trajikomik öyküsüdür. Romanın kahramanı Bihruz Bey, olmayan bir aşkı Periveş Hanımda somutlaştırarak, araya Frenk romanlarında yaşanan aşkları da serpiştirerek kendisine varsayımsal bir aşk ve bir dünya yaratır. Recâizâde Mahmud Ekremin çağının önünde diyebileceğimiz dil ustalığıyla yarattığı, trajik ama özentiliği bu denli çarpıcı yansıttığından aynı zamanda komik bir romandır.Araba Sevdası: Gerçekçilik akımının bize özgü şaheseri.
************
Maceraperest, şımarık ve sorumsuz, babasından kalan mirası fütursuzca harcayan, meşhur alafranga züppe Bihruz Beyin romanı...Bihruz Bey, bir gün son derece gösterişli landosuyla eğlence yerlerini arşınlarken, sarışın güzel Periveş Hanımı görüp âşık olur. Landosunun ihtişamına aldanıp yüksek bir mevkiden sandığı Periveş Hanım aslında hafifmeşrep bir kadındır.Kafasındansız romanlarından ve şiirlerinden okuduğu aşklara benzer, hayali bir aşk kurgulayan Bihruz Bey bıkıp usanmadan asil sarışınıyla tekrar buluşacağı günü bekler.Türk Edebiyatının ilk gerçekçi romanlarından biri olan Araba Sevdası, İstanbulun Batıya özenen sosyete yaşamını komik ve alaycı bir dille ele alır. Recaizade Mahmut Ekrem, son dönem Osmanlıda Batılılaşma hareketiyle birlikte yaşanan değişimi Bihruz karakteri ile ironik biçimde anlatır.
************
Bihruz Bey, bir paşazadedir. Babası ölünce Bihruzla annesine büyük bir miras kalır. Bihruz Bey, hazır paranın bitmeyeceğini sanarak kendini gezme ve eğlence kaptırır, alafranga giyinmek, yerli yersiz Fransızca konuşmak, lüks faytonunda tur atmak başlıca meraklarıdır. Bir gün, o zamanki gezinti yerlerinden Çamlıca bahçesinde genç ve güzel bir kadın görür...
************
Araba Sevdası, Türk Edebiyatı Tarihinin en önemli olaylarındandır. Bir çağ kapatıp bir çağ açar. Tazminatla Servet-i Fünunun kesiştiği noktada, bir anıtsal roman olarak karşımıza çıkar. O günden sanki bugünün araba hayranlığını, eski İstanbul mesire, Çamlıca alemlerinin eğlencelerini, bir mirasyedi çılgın gencin, bir yosma uğruna servetini har vurup harman savuruşunu egzotik bir dekor içerisinde verir. Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası romanıyla Servet-i Fünun romancılığını hazırlar.
******
Bihruz Bey, zengin bir devlet memurunun oğludur. Babasından yüklü miktarda bir miras kalmıştır. Annesiyle birlikte yaşayan Bihruz Bey, yetersiz bir eğitim görmüş, yarım yamalak Fransızca öğrenmiş züppe bir tiptir. O dönemin kibarlık gereğinden saydığ... tümünü göster
Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon başından vurulmuş bir halde hastane odasında gözlerini açar. Ne buraya nasıl geldiğini ne de nasıl vurulduğunu hatırlamaktadır. Camdan gördüğü manzara karşısında altüst olan profesör, evinden binlerce kilometre uzakta, Floransa’da olduğunu anlar. Yaşadığı korkunç baş ağrısına eşlik eden tek şey; sürekli kâbuslarında gördüğü kan kırmızısı bir nehrin karşısından kendisine seslenen gümüş saçlı güzel bir kadın ve toprağa baş aşağı gömülü can çekişen bedenlerdir. Langdon gördüğü kâbusları anlamlandırmaya çalışırken kadın bir suikastçı tarafından takip edildiğini, kendine tedavi uygulayan doktorlardan biri gözlerinin önünde vurulunca anlar. Hastanede görevli diğer doktorlardan biri olan Sienna Brooks’un o ölüm kalım anında yardım etmesiyle hayatta kalır. Simgebilim profesörü kendini bir anda ipuçlarını Dante’nin cehenneminde bularak çözmesi gereken korkunç bir senaryonun içinde bulur. Floransa’nın tarih kokan dar sokaklarından Venedik’in muazzam bazilikalarına uzanan semboller zinciri Langdon’ı insanlık tarihini sonsuza dek değiştirebilecek bir mekâna sürükler. Burası üç imparatorluğun merkezi olmuş, insanlık tarihi kadar eski, dünyanın incisi İstanbul’dur. Ve bu şehirde ya insanlık tarihi baştan sona yeniden yazılacak ya da bunu yazacak hiç kimse kalmayacaktır...
.. Diz çök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion’unda ve kulağını yere daya, dinle suyun şırıltısını.
Batık sarayın derinliklerine in, orada, karanlığın içinde bekler khtonik canavar kan kırmızısı sularına gömülmüştür lagünün ki yansıtmaz yıldızları...
... Dan Brown, dünyanın birçok ülkesinde çok satanlar listesine giren; Kayıp Sembol, Melekler ve Şeytanlar, İhanet Noktası ve Dijital Kale gibi kitaplarının yanı sıra tüm zamanların en çok okunan romanlarından biri olan Da Vinci Şifresi’nin yazarıdır. New England’da eşi ile birlikte yaşamaktadır.
Dan Brown'un son kitabı Cehennem (Inferno) ile ilgili bilgiler açıklanmaya devam ediyor! Geçtiğimiz günlerde kitabın ilk bölümünü okuyucuya sunan Dan Brown şimdi de kitabın konusuna dair ipuçları verdi.
Sanat eserlerini, şifreleri ve sembolleri büyük bir titizlikle araştırarak, DA VINCI ŞİFRESİ, MELEKLER VE ŞEYTANLAR, DİJİTAL KALE, İHANET NOKTASI ve KAYIP SEMBOL gibi tüm dünyada fırtınalar koparan eserleri yaratan Dan Brown bu yeni romanında okurlarını karanlık ve gizemli bir dünyaya sürüklüyor.
İlk Bölümünü E-Book olarak okumak isteyenler: http://apps.facebook.com/danbrowncehennem
Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon kendini İtalya’nın merkezinde bambaşka bir dünyanın içinde bulur... Tarihin en kalıcı ve gizemli başyapıtlarından biri olan Dante’nin CEHENNEM’ine yuvarlandığını hisseder.
Dünyanın geri dönülmez bir dönüşüme uğramasını engellemeye çalışırken klasik sanat, gizli geçitler ve fütüristik bilimden oluşan bir tablo içinde, Langdon amansız bir düşmanla savaşır. Bir yandan ustaca düzenlenmiş bir bulmacanın çözümünü ararken, bir yandan da kime güveneceğine karar vermek zorundadır...
CEHENNEM 14 Mayıs’ta Altın Kitaplar etiketiyle Türkiye’de!
Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon başından vurulmuş bir halde hastane odasında gözlerini açar. Ne buraya nasıl geldiğini ne de nasıl vurulduğunu hatırlamaktadır. Camdan gördüğü manzara karşısında altüst olan profesör, evinden b... tümünü göster
Sergüzeşt, tutsaklığa karşı başkaldırının romanıdır. Roman, başından sonuna değin ezilen, satılan, oradan oraya sürüklenen Dilber ile onu ezen, korurken bile küçük gören varlıklı sınıf arasındaki karşıtlığa dayanır. Okuyucu, Dilber'e yardım edememenin acısını yüreğinde de duyar. Romanın, zamanı aşan ve bugüne seslenen insanı ve sosyal yönü de buradan gelir. Bir yandan doğunun gizemli ve içe dönük yapısı, öte yandan batının gerçekçi yaklaşımı edebiyatımızda ilk kez Sergüzeşt'te işlenmiştir. Sergüzeşt, gerek ele alınan tema, gerek yarattığı Dilber tipi, gerek romantizmden gerçekçiliğe kayış tarzı ve biçemi ile edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir.
*****
Edebiyatımızın ilk gerçekçi romanı olan ve Türk Romancılığının gelişmesinde önemi bir rol oynayan Sergüzeşt suçsuz ve talihsiz bir aşkın acıklı öyküsüdür. İnsan ticaretinin ve esirliğin olanca kötülükleri romanda acıklı tablolar halinde sergilenir. Cevdet Kudret Türk Edebiyatında Hikaye ve Roman adlı yapıtında Sergüzeşt için şu yargıları veriyor: Sergüzeşt'te, Türk Romancılığının Romantizmden Realizme geçmesi açıkça görülmektedir. Fakat eserde henüz her iki akımın özellikleri de vardır. Sezai, bir yandan Batı edebiyatında tanıdığı realizm akımının yöntemini benimsemiş, bir yandan da Namık Kemal'in üslubunun etkisinden daha kurtulamamıştır.
****
"Hemen hızla evden çıkarak vapur iskelesine yöneldi. Aşkın şiddetli duygularıyla coşmuş bir hâlde bulunan bu tecrübesiz genç zihinlerde, hiçbir şüphe ve tereddüt oluşmamıştı. Vapur iskeleden hareket etti. Celal Bey'e o gün herşey ışık içinde, hayat içinde görünüyordu. Sevgilisinin yüzüne saatlerce hayran hayran bakan gözlerine, Marmara nın sonundaki ufuklar açılarak uzaktan uzağa sonsuzluk vaadediyordu. Köprüden başka bir vapura bindiği zaman, sanki ilk defa görüyormuş gibi, Boğaziçi kendisine şahane bir manzara sunuyor ve hiçbir zaman dikkat etmediği heyecan verici yerlerini buluyor ve iki sevgiliyi sessizliği ve güzelliği ile mutlu edecek saraylar keşfediyordu. Gök, sevdiğini kendisine her yönde gösterecek kadar şeffaf; hava, sevgilisinin yaşama sevincini arttıran saçının yüzüne dokunuşu kadar güzeldi. Heyhat!"
"Rus şirketinin Batum'dan gelen ticari vapuru Tophane önlerinde demirledi. Vapurun gelmesini sandallarda sabırsızlıkla bekleyen birkaç kişi hemen güverteye atladı. Bunlardan biri uzun boylu, geniş omuzlu, siyah seyrek bıyıklıydı; etekleri ayaklarına kadar uzun, beli gayet dar bir Çerkez paltosu giymişti. Başında kendi milletine özgü bir kalpak, elinde gümüş saplı bir kırbaç bulunan Çerkeze 'Hoşgeldiniz', dedi, 'cariyeler nerede?'
Evinden ve yurdundan acımasızca koparılan küçük Çerkes kızı Dilber, bir esir gemisine bindirilerek İstanbul'a getirilir ve bir konağa satılır. Bu konak küçük Dilber'in yeni zindanıdır bundan böyle. Samipaşazade," 1888'de yayınlanan Sergüzeşt romanında, o yıllarda rağbet gören esaret konusunu işlemiş ve esaretin insanlık dışı olduğunu gözler önüne sermiştir.
*****
İlk gençlik heyecanlarıyla okunan kitapların etkisini, o ilk okumanın verdiği benzersiz hazzı unutmak mümkün mü? İletişim ve bilgi edinme imkânlarının son hızla arttığı bir çağda, gençlerimizi ve çocuklarımızı kitapların dünyasıyla buluşturmak eskisi kadar kolay olmasa gerek. Bu anlamda, Millî Eğitim Bakanlığının ilköğretim ve ortaöğretime yönelik 100 Temel Eser seçimi; öğrencilere, velilere ve öğretmenlere, kısacası kültür dünyamıza katkıda bulunacak herkese yararlı olacak niteliktedir.
*****
Sami Paşazade Sezai (1862-1893) Yazar, çalışmalarında en çok; Namık Kemal ve Victor Hugo'nun etkisinde kalır. Abdülhak Hamid'e hayrandır. Özellikle Hugo'nun romantik hümanistliğinden etkilenerek çevresinin insanlarına ve konularına bakar. İkinci Tanzimat kuşağının Servet-i Fünûn'a bağ olan yakınlıklarında özetlenebilecek olan Samipaşazade Sezai, Çamlıca ve Adalar tasvirlerine ağırlık veren hikâye ve roman dekoru içinde acınası kederlere şefkatle eğilir ve gözlemden yola çıktığı konularda gerçekçi yönteme yaklaşır. Hikâye ve roman kahramanlarına duygusal yakınlıklar besleyerek, onlara acıdığını belli eden sözler söyleyerek, ele aldığı konuyu kendi düşüncesine göre sonuçlandıran ana fikri açıkça belirleyerek, anlatımda süse ve gösterişe önem vererek, betimlemelerde aşırıya kaçarak, ara sıra yerli yersiz açıklamalar yapıp bilgi vererek dengesiz bir roman yapısını sürdürür. Bu özellikleriyle romantizmle realizmin bocalama noktasında görünür. Sergüzeşt'te özgürlük ve tutsaklık konuları işlendiğinden, siyasal iktidarın baskısına uğrayan ilk romanlardan biridir.
Sergüzeşt, tutsaklığa karşı başkaldırının romanıdır. Roman, başından sonuna değin ezilen, satılan, oradan oraya sürüklenen Dilber ile onu ezen, korurken bile küçük gören varlıklı sınıf arasındaki karşıtlığa dayanır. Okuyucu, Dilber'e yardım edem... tümünü göster
Türk edebiyatının Batılı anlamda ilk edebî romanı olan İntibahta Namık Kemal, ruhsal çözümlemelerin yanı sıra dış dünya tasvirlerine de yer vermiştir. Romanda hayatları ve karakterleri birbirinden tamamen farklı iki kadın ile onların arasında kalan bir adamın birleşen hayatları başarıyla resmedilmiştir. Üç kahramanın yaşadığı olaylar bireysel olmaktan çıkarılıp toplumsal yönleriyle de ele alınmıştır. Bu anlamda başarılı bir ilk olmuştur.
******
Batılı anlamda ilk edebi roman olarak kabul edilen İntibahta üç farklı insanın hazin hikayeleriyle karşı karşıya kalırız.Hayatı sadece kitaplardan tanıyan ve hiçbir hayat tecrübesi olmayan bir genç, buna karşılık aşkı uğruna her şeyi göze alan ve bir süre sonra hırslarının batağında boğulup kalan bir hayat kadını ve bu kavganın içine adeta atılan ve efendisi uğrunda canını vermekten kaçınmayan fedakar bir genç kız... Bu üç kahramanın kaderi, trajik ve ibret verici bir sonla okuyucuya aktarılır.
************
Ali Bey, zengin bir ailenin tek çocuğudur. İyi bir öğrenim görür. Ancak aldığı bilgilerin kişiliğinin gelişmesinde etkisi olmaz. Yirmi yaşlarında iken babası ölünce, keyfine göre yaşamaya başlar. Babıâlide kâtip olarak çalışmaktadır. Bir gün Çamlıcada Mehpeyker adlı güzel, fettan bir kadınla tanışır, ona âşık olur. Ali Beyin annesi Fatma Hanım, Ali Beyin davranışlarından kuşkulanır ve hafif meşrep bir kadınla ilişkisi olduğunu öğrenir. Ali Beyi Mehpeykerden vazgeçirebilmek için eve Dilâşûb adında bir cariye alır...
Namık Kemal, İntibah romanını 1873-1876 yılları arasında sürgünde bulunduğu Magosada kaleme almıştır. Amacı, Osmanlıcanın roman yazımına uygun olduğunu göstermektir. Yazar, romana Son Pişmanlık başlığını koymuştur. Dönemde yapılan yayınları denetleyen kurum, romanın başlığını yazara danışmaksızın İntibah: Sergüzeşt-i Ali Bey (Uyanış: Ali Beyin Macerası) olarak değiştirmiştir
************
Son Pişmanlık (Roman için düşünülen ilk isim) Ali Bey, yaklaşık 18 yaşına kadar babasının gölgesinde yaşar. Babasının ölümünden sonra, çalışma arkadaşlarının yönlendirilmesiyle o dönemdeki eğlence yerlerine gitmeye başlar. Bu gidiş Ali Beyi yavaş yavaş annesinden ayırır ve Mahpeyker adında ahlaksız bir kadının ağına düşürür.Annenin oğlunu bu durumdan kurtarmak için satın aldığı cariye Dilaşup ise Ali Beye gönülden bağlanır. Her şeyini Ali Beyin maceraları sonucu kaybeder.
************
Ali Bey, onu büyük bir aşkla seven baştan çıkarıcı Mehpeyker ve mâsum Dilâşûb... İntibâh, bu üç gencin felâketle sonuçlanan serüvenlerinin romanıdır. Nâmık Kemalin Romantik üslûpla kaleme aldığı bu yapıtta, tutkuya dönüşen aşkın hem sevecenliğe, fedâkârlığa yol açan güzel yüzü; hem de kötülüklere, ölüme yol açan çirkin yüzü başarılı bir anlatımla veriliyor. Mutluluğu aile yuvasında değil, kötü kadının aşkında arayan Ali Beyin yol açtığı dramdan, herkesin kendipayına bir ders çıkaracağı kesindir.İntibâh: Klasik romanımızın ilk yazınsal örneği.
************
Ali Bey, Mahpeyker adında, zamanın ünlü bir aşiftesiyle tanışır, ona bağlanır. Oğlunu bu korkulu yoldan çevirmek isteyen annesi, Dilâşup adında bir cariye alır. Terk edildiğini anlayan Mahpeyker, Ali Beyden öç almak için, Dilâşupa oyun oynar. Ali Beyi de annesinin ölümüne neden olacak durumlara sürükler...
******
Türk edebiyatının Batılı anlamda ilk edebî romanı olan İntibahta Namık Kemal, ruhsal çözümlemelerin yanı sıra dış dünya tasvirlerine de yer vermiştir. Romanda hayatları ve karakterleri birbirinden tamamen farklı iki kadın ile onların arasında kalan b... tümünü göster
Antik Yunanın ünlü düşünürü Platondan günümüze kadar ulaşan ölümsüz bir eserdir Devlet. Platon, bir diyalog silsilesi olan bu eserde adaletin, doğruluğun, erdemin, ahlaksızlığın ve doğru yönetimin doğasını inceler. İdeal devletin kuruluşunu Platonun dilinden okumak gerçekten heyecan vericidir. Çünkü sadece değerler kuramını değil, bunun yanı sıra varlık ve bilgi kuramına ilişkin görüşlerini de sunar. Akıcı bir üslupla ilerleyen bu düşünce denizi içinde ssürden, öjenizmortak mülkiyetten anarşizme ya da seçkinlerin yönetimine kadar, bugün hâlâ karşısında ya da yanında tavır aldığımız birçok olgunun öncüllerini görürüz.
Devlet, dünya düşünce tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Eflatun (Platon)´un dialoglarla oluşturduğu eseridir. Eflatun yaşadığı dönemin sorunları üzerine duran ve bunları aşmak için çözüm yolları üreten bir düşünür-filozof olarak bilinir. Devlet´te yaşanılan dönemin toplumsal ve siyasal yapısı ile bilgi, ahlak, eğitim ve benzeri temel konular tartışılır ve en doğru davranışın nasıl olması gerektiğine dair düşünceler dile getirilir. Devlert, yüzyıllar boyunca hem batı hem doğu düşüncesini etkilemiş en önemli eserlerin başında sayılır....
Platon felsefesinin temeli olan Bilgi , idealar , ruhun ölümsüzlüğü , evrendoğum , devlet, kuramları, karşılığını Felsefenin ana ereği, kişinin mutluluğunun, yetkin yaşamının sağlanması açıklanmasında bulur.
Yetkin bir yaşam, erdemli bir yaşantı sürmekle sağlanabilir. Erdemin temeli bilgi özü ideal kuramı, gerekçesi evrendoğum güvencesi ölümsüzlük, yaşamsal sığınağı devlettir.
Ya hükümdarlar filozof yahut da filozoflar hükümdar olmalıdırlar; böyle olmazsa, devlet ve insanlık için mutluluk beklenemez.
Çevirisini yaptığımız eser, Symposion ve Phaidonla birlik¬te Platonun bütün eserlerinin en yüksek noktasını oluşturur. Platonun gençlik dönemi diyalogları Devleti hazırlamasına yardım etmiştir. V. kitabın sonlarına doğru, yani bütün eserin tam ortasında okunan ana cümle şunu belirtmektedir: Ya hü¬kümdarlar filozof yahut da filozoflar hükümdar olmalıdırlar; böyle olmazsa, devlet ve insanlık için mutluluk beklenemez. Bu söz, felsefe tarihinin son derece önemli olaylarından biri olan Sokratesin ölümüne Platonun verdiği son yanıttan başka bir şey değildir.
Devletin ne zaman kaleme alındığı kesin olarak bilinmiyor; zaten Platonun diyaloglarının yazılma tarihleri için elimizde bir takım çıkarsamalardan başka araç bulunmuyor. Bununla birlikte, eserin 372de bitmiş olduğunu kabul edebiliriz.
Dünya tarihinin en önemli düşünürlerinden olan Eflatun (Platon, MÖ 427-347) haklı ününü, toplumsal sorunlarına çözüm önerileri getirme çabası sonucu ortaya koyduğu düşüncelerle elde etmiştir. Eflatunun vatandaşı olduğu Atina o doğdundan gençliğine kadar ağır koşullarda, savaş içerisinde geçmiştir. Bu durum onun düşüncesinin devlet üzerine yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Hocası Socratesin idam edilmesi onu derinden etkilemiş ve Atinanın inanç sistemlerini sorgulamasına neden olmuştur.Eflatun Herakleitosun, Parmanidesin, Ptyhagorasın, ve Sokratesin düşüncelerinden büyük ölçüde faydalanmıştır. Atinanın içinde bulunduğu siyasal, sosyal, iktisadi, düşünsel ve inançla ilgili bunalımlarından kurtulma yollarını aramış, bütün ömrü boyunca bu konularda çalışmıştır. Bu durumda kurtulmanın yolu olarak, yeni bir model ortaya koyarak, bu model çerçevesinde Devlet isimli kitabını biçimlendirmiştir.Adı geçen kitap bilgi öğretisi, metafizik, ahlak, toplumsal yapı ve kurumlar, siyaset, siyasal sistemler, devlet, devletin amacı ve yapısı, ruh anlayışı, öte dünya fikri, eğitim ve daha onlarca düşünce türüne kaynaklık eder. Devlet hem İslam hem de Batı düşüncelerini en çok etkileyen çalışmalardan biri olarak düşünce tarihindeki sağlam yerini günümüzde de korumaktadır.
Antik dönemin ünlü filozoflarından olan Eflatun (Platon) M.Ö. 427de Atinada dünyaya geldi. Yine M.Ö. 347de burada öldü.Sağlıklı bir siyasal sistemin inşa edilmesi için hangi ilkeler gerekiyordu? Bu ilkeleri nasıl kuracaktı? Bunları açıklamak için diyaloglar şeklinde metinler kaleme aldı. Bu diyaloglardan ideal devletin ne olması gerektiği de ortaya çıkmaktaydı.
Platon (Eflatun, İÖ yaklaşık 428/7-İÖ yaklaşık 348/7): Bugünkü üniversitenin atası sayılan Akademianın kurucusu (İÖ 387) ve hocası Sokratesi konuşturduğu diyaloglarla felsefeyi yazıya en iyi aktarmış olan ustalardan biridir. Sokratesin Savunması (Apologia) ile birlikte diyaloglarının en tanınmışı olan Devlet (Politeia)te ise Platon, iyilik, eşitlik, güçlülük ve haklılık gibi insanlık durumlarını irdeleyerek düşlediği en iyi devleti anlatmış ve bu temel yapıt, ister yanında ister karşısında olsunlar, 2000 yılı aşkın süredir ortaya konan bütün devlet kuramı ya da toplum düzenlerinin başvuru kaynakları arasında yer almıştır. Sabahattin Eyüboğlu (1908-1973); Hasan Ali Yücelin kurduğu Tercüme Bürosunun başkan yardımcısı ve Cumhuriyet döneminin en önemli kültür insanlarından biriydi. Tek başına ya da imece birlikteliğiyle yaptığı çeviriler, Hayyamdan Montaignee, Platondan Shakespearee hep, dünya kültürünün doruk adlarındandı. M. Ali Cimcoz: Çevirmen, seslendirme sanatçısı ve Türkiyenin ilk özel galerisi Mayanın kurucu yönetici olan Adalet Cimcozun iş ve hayat ortağıdır. Sabahattin Eyüboğlu ile yaptıkları Devlet çevirisi ise, 1959da Türk Dil Kurumunun ilk çeviri ödülüne değer bulunmuştur.
Devlet, Diyaloglara bölüştürülmüş Platon felsefesinin bu Diyalogları birbirine bağlayan orta ve ana halkasıdır; bu özelliğiyle en başta Platon felsefesini anlama çabasında bir kilit metin özelliği taşır. Aynı metin, İÖ 4. yüzyılın başında gerileme dönemine girmiş olan Atina devletinin politik, sosyal, kültürel ihtiyaçlarına cevap ve çözüm arayan bir metin olarak yüzünü tamamen pratiğe dönmüştür. Pratik ile felsefi teorinin bu birlikteliği, adaletin ne olduğu, devletin doğuşu, en iyi devlet, en iyi insan, en büyük iyi, devletin bekçileri, yöneticileri, filozof kral, bilgi biçimleri, İdealar öğretisi, karakter tipi ile devlet biçimleri ilişkisi vb. üzerinden cennet ile cehennem tasvirlerine ayrılmış bir mitosa kadar götürür bizi. İdeal devlet, içinde, toplumun ahlaki birlikteliğinin kurulduğu, felsefe ile politikanın, teori ile pratik hayatın bütünleştiği, ideal bir cemaatin düşünülebilecek en üst biçimidir.Devlet: Hiçbir yerde gerçekleşmeyen Platonun ideal devleti.
Millî Eğitim Bakanlığınca Türk ve dünya edebiyatında 100 Temel Eserin önce ortaöğretimde ardından ilköğretimde belirlenmiş olmasını, ülkemizdeki okuma oranını artırmaya yönelik bir çaba olarak görüyoruz. Bir başlangıç olarak ilköğretimde 100 Temel Eser ümit vericidir; ilköğretim seviyesindeki çocuklarımıza bu eserleri okutmayı başarabilirsek, okuyan toplum olma yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır.Yayınevimiz, 100 Temel Eser içinden; Kutadgu Biligden Seçmeler, Dede Korkut Hikâyeleri, Yunus Emre Divanından Seçmeler, Mesneviden Seçmeler, Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler, Halk Şiirlerinden Seçmeler, Evliya Çelebi Seyahatnamesinden, Kerem ile Aslı, Sergüzeşt, Çağlayanlar, Ömer Seyfettin Hikâyelerinden Seçmeler, Bize Göre, Gülistan, Madam Bovary, Açlık, Beyaz Diş, Gün Olur Asra Bedel kitaplarını bir dizi olarak okuyucularına sunmaktadır.
Platon Devlet adlı eserinde ideal devleti ve siyasal yönetim biçimini araştırır. Büyük Yunan filozofu adaletli, doğru ve güçlü bir topluluk yapısının nasıl olması gerektiğini bütün ayrıntılarıyla anlatır. Devlet, insan düşüncesinin toplumsal ve politik yaşamı aklın buyruğuna sokmak, ona ahlak ve doğruluk açısından şekil vermek için harcadığı ilk ve en köklü çabalardan bin, göz kamaştırıcı bir örneğidir.
Arap dünyasında ve Türkçede Eflatun adıyla da bilinen büyük Yunan filozofu Platon, daha 20li yaşlarında Sokratesin en parlak öğrencisidir. Sokratesin ölüme mahkûm edilmesi ve baldıran zehri içerek idam cezasını bizzat infaz etmesi, genç filozof Platonu derinden etkiler ve o tarihten sonra bütün enerjisini, felsefe ile politika arasındaki ilişkiyi, iyi insanı, adalet kavramını ve ideal devlet düzenini araştırmaya adar. Sokratesleri öldürmeyecek bir devlet düzeni arayışı ona Devleti yazdırır. Platonun Devleti, sadece iedal bir devletin ilk modeli değildir. Platon, insanın mutluluğu ile de aynı yoğunlukta ilgilenir. Platon otuzdan fazla felsefi diyalog yazmıştır. Yunanca başlığı Politeia olan Devlet, bu diyalogların en önemlisi, en kapsamlısıdır. Devlet, ütopya kitapları dizisinin olmazsa olmazıdır. Platonun amacı kuşkusuz bir ütopya yazmak değildi. Yine de Devlet, yazarının amacından bağımsız olarak, birçok araştırmacı tarafından ütopyaların ilk örneği olarak kabul edilmektedir. Kimine göre bütün ütopya kitaplarının babasıdır.
Platonun uçsuz bucaksız diyaloglarından en ünlüsü olan Devlet adlı bu eserde, Platon felsefe ilkelerini siyasi olgulara uygulayarak soyut siyasi teorilerin temellerini atmıştır. İlk bakışta sadece doğrunun tabiatı araştırılıyor gibi görünse de, Platon ideal devlet ütopyası ile sosyoloji, psikoloji, etik, felsefe ve eğitime dair bir çok konuya ayrıntılarıyla değinir. Gerçeğin doğası ve idealar teorisi üzerine yazdığı en önemli metinler de, yine Devlet adlı bu çalışmada çıkar karşımıza! Öğretmeni ve arkadaşı Sokratesi infaza götüren Atina demokrasisini keskin sözlerle eleştiren Platonun bu yapıtını okuduktan sonra, onun günümüzde önemini ve geçerliliğini koruyabilen nadir düşünürlerden biri olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz!
Sağlıklı ve mutlu bir toplum hayatı için düşünülen devlet anlayışının anlatıldığı felsefi metin.
Antik Yunanın ünlü düşünürü Platondan günümüze kadar ulaşan ölümsüz bir eserdir Devlet. Platon, bir diyalog silsilesi olan bu eserde adaletin, doğruluğun, erdemin, ahlaksızlığın ve doğru yönetimin doğasını inceler. İdeal devletin kuruluşunu Platonun ... tümünü göster
Kucukhayaller şu anda kitap okumuyor.