Maalouf'un son romanı Yolların Başlangıcı'ndan sonra şimdi de Béatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl YKY'de... Daha önceki yapıtlarında, geçmiş yüzyıllar üzerinde duran yazar, Béatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl'da geleceğe yöneliyor. Ama daha önceki kitaplarında olduğu gibi yine Doğu-Batı, Kuzey-Güney arasındaki ilişkileri dikkate alıyor.
TADIMLIK
BU SAYFALARA AKTARDIĞIM OLAYLARIN TANIKLARINDAN BİRİ OLDUM SADECE, seyirci kalabalığından daha yakın ama onlar kadar aciz. Biliyorum, adımdan söz edildi kitaplarda, geçmişte bundan gurur da duydum. Ama artık duymuyorum. Atların çektiği sal, doğru limana vardığına göre, öyküdeki atsineği sevinebilirdi artık; yolculuk bir uçurumun dibinde bitseydi, neyle gururlanacaktı? Benim rolüm de böyle oldu, aslında, gereksiz ve talihsiz bir at cambazı rolü. Neyse ki ne işbirlikçi oldum ne de kandırıldım.Hiç serüven peşinde koşmuş değilim, zaman zaman, serüven gelip beni buldu. Seçme hakkım olsaydı, çocukluğumdan beri tutkun olduğum ve seksen üçüncü yaşımı doldurduğum bugün de tutkun olmayı aralıksız sürdürdüğüm tek âleme, böcekler âlemine, o dikkat çekici minik yaratıklara, zarif, becerikli ve şaşılacak kadar bilge olan böceklere yönelirdi benim serüvenim. Bana inanmayanlara, böcek savunucusu olmadığımı tekrar etmek gibi bir huyum var. Biz, insanların çok önceden hem evcilleştirdiği hem de katlettiği ve kesin olarak yendiği, sözümona üstün hayvanlara karşı âlicenap olabiliriz bundan böyle. Böceklere karşı yapamayız bunu. Onlarla bizim aramızda savaşım sürüyor, her gün, acımasızca, insanın galip geleceğine dair hiçbir gösterge yok üstelik. Böcekler, yeryüzünde bizden çok önceleri vardı, bizden sonra da var olacaklar ve çok uzaklardaki gezegenleri keşfettiğimizde, oralarda kendi hemcinslerimizi değil de böcekleri bulacağız. Bununla da avunacağız sanırım. Söyledim, böcek savunucusu değilim. Ancak kuşku yok ki onların sıkı bir hayranıyım. Nasıl olunmaz? İpekten, baldan ya da Sina çölündeki kudrethelvasından daha soylu bir şeyi kim yaratabildi? İnsanoğlu öteden beri, böcek ürünlerindeki dokumayı ve zevki taklit etme peşindedir. Ya adi sineğin uçuşuna ne demeli? Onu taklit etmek için, acaba kaç yüzyıl gerekecek? Zavallı bir larvanın gösterdiği değişim de cabası!
Örnekleri sonsuza kadar uzatabilirim. Amacım bu değil kaldı ki. Daha sonraki sayfalarda, böceklere olan düşkünlüğümden değil, ama öncelikli olarak insanlara ilgi duyduğum ender anlardan söz edilecek.
Beni duyan da, insandan kaçan bir ayı sanacak. Doğru değil. Öğrencilerim beni sevgiyle anıyorlar; iş arkadaşlarım arkamdan pek kötü konuşmazlar; çok sık olmasa da insan arasına karıştığım zamanlar oldu, hatta kenarda köşede bazı dostluklar bile kurdum. Özellikle Clarence vardı, sonra da Béatrice; onlardan tekrar söz edeceğim.
Yalana kaçmadan özetlersem, günlük dertlerin vızıltılarına çok az katlanabilmişimdir ama çağımın büyük tartışmalarına hep dikkat kesilmişimdir. Gençliğimin yüzyılının sonuna kadar, onun saf coşkularına, binyılın yaklaşması karşısındaki saf korkularına, atoma ve yine atoma ve yeni büyük salgınlara, kutuplar üzerindeki Demokles geçitlerine hep candan bağlandım. O büyük bir yüzyıldı, bana kalırsa en büyüğü, belki de son büyük; bütün bunalımların ve sorunların yer aldığı yüzyıl; bugün, yaşlılığımın yüzyılında sadece çözümlerden söz ediliyor. Ben her zaman, sorunları Tanrı'nın, çözümleri Şeytan'ın yarattığına inanmışımdır. Sorunlar bizi altüst ediyor, hırpalıyor, şaşırtıyor, kendimizden uzaklaştırıyor. Sağlıklı dengesizlik; bütün türler sorunlar sayesinde gelişiyor, donup sönmeleri de çözümler yüzünden... Belleğimizdeki en kötü cinayetin adı Nihai Çözüm1 adını taşıyorsa, bu bir rastlantı mı?
Şimdi, şu cılız, şu asık yüzlü, şu kararmış dünyada, çevremdeki tüm o kin selini, her şeyi yeni bir buzul çağı gibi kaplayan o evrensel titrekliği gördükçe... bunlar dâhiyane bir çözümün ürünleri değil mi? diye soruyorum. Oysa binyılın sonu muhteşemdi. Soylu, bulaşıcı, yok edici, Mesihçi bir sarhoşluk. Hepimiz, Tanrı'nın lütfunun yavaş yavaş bütün dünyaya yayılacağına, bütün ulusların barış, özgürlük, bereket içinde yaşayacağına inanıyorduk. Bundan böyle tarih, generaller, ideologlar, despotlar tarafından değil, yıldızbilimciler ve biyoloji uzmanları tarafından yazılacaktı. Rahata kavuşan insanlığın tüm kahramanları mucitler ve soytarılar olacaktı. Ben de uzun süre bu umudu besledim. Böylesi manevi ve teknik ilerlemelerin ters tepeceğini, pek çok karşılıklı ilişki yolunun kapanacağını, pek çok duvarın örülebileceğini ve bütün bunların, aslında hep orada duran ama hiç akla gelmemiş bir kötülük yüzünden olacağını söyleselerdi, kuşağımın tüm insanları gibi ben de omuz silkip geçerdim. Yazgının hangi çirkin aldatması ile düşlerimiz bozuldu? Bu noktaya nasıl geldik? Neden kentten ve bütünüyle uygar yaşamdan kaçmak zorunda kaldım? Burada anlatmak istediğim, en sadık biçimiyle, mümkün olan en büyük titizlikle anlatmak istediğim, yeni yüzyılın daha ilk yıllarından itibaren bizi saran, sanırım, gerek büyüklüğü gerek doğası açısından görülmemiş bir gerilemenin içine çeken felaketin yavaş yavaş gelişmesidir. Bizi çevreleyen teröre karşın, sonuna kadar, dinginlik içinde yazmaya çalışacağım. Şu anda, dağ başındaki sığınağımda, kendimi güvenlikte hissediyorum ve elim, gerçeği emanet edeceğim henüz el değmemiş kâğıtlar üzerinde titremiyor. Aksine, geçmişteki bazı olayları anımsadıkça bir hafiflik, bir kıvanç duyuyor ve anlatacağım dramı ara sıra unutur gibi oluyorum. Değersiz olan ile olağanüstü olanı aynı yatay kâğıdın üzerine geçirmek, yazının hünerlerinden biri değil mi? Bir kitapta her şey kurumuş mürekkebin önemsenmeyecek kalınlığına bürünür.
Giriş faslına paydos! Ben sadece olayları aktaracağıma söz vermiştim.
Maalouf'un son romanı Yolların Başlangıcı'ndan sonra şimdi de Béatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl YKY'de... Daha önceki yapıtlarında, geçmiş yüzyıllar üzerinde duran yazar, Béatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl'da geleceğe yön... tümünü göster
Jane Austen (1775-1817): Kırk iki yıllık gözden uzak ve sade yaşantısına karşın, yazdıklarıyla İngiliz edebiyat tarihinin kült bir romancısı olmayı başardı. Eserlerinde güçlü kadın karakterler başkahramanlar olarak yer aldı.
Bütün romanları sinemaya uyarlanan Jane Austen, Akıl ve Tutku'da aile değerleri ve akrabalık ilişkileri ile kadın duyarlığı ve aşkı ele alır. Bu romanda da Jane Austen'ın derin gözlem gücü, zarif üslubu ve ince ironisi, eserin konusu kadar dikkat çekicidir.
Jane Austen (1775-1817): Kırk iki yıllık gözden uzak ve sade yaşantısına karşın, yazdıklarıyla İngiliz edebiyat tarihinin kült bir romancısı olmayı başardı. Eserlerinde güçlü kadın karakterler başkahramanlar olarak yer aldı.
Bütün romanları sinema... tümünü göster
Çağdaş Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan ve 1968 Nobel Edebiyat Ödülü'nü de kazanan Yasunari Kawabata'nın en ilginç romanlarından birini, "Go Ustası"nı sunuyoruz. Geleneksel bir oyun çevresinde geçen bu romanda, Kawabata, iki insanın birbirleriyle çelişen son derece karmaşık dünyalarını ve bunların yanı sıra, hala Doğu kalmış bir Japonya'yı ve Japon insanını gözler önüne seriyor. "Go Ustası"nın yılın en ilgi çekici romanlarından biri olacağına inanıyoruz.
Çağdaş Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan ve 1968 Nobel Edebiyat Ödülü'nü de kazanan Yasunari Kawabata'nın en ilginç romanlarından birini, "Go Ustası"nı sunuyoruz. Geleneksel bir oyun çevresinde geçen bu romanda... tümünü göster
Genç adam ölen babasının eski sevgililerinden birinin düzenlediği bir çay seremonisine katılmak zorunda kalır. Bu toplantıda babasının başka bir sevgilisi ve kızıyla tanışacaktır. Seremoni çıkışında kadın onun yolunu gözlemektedir. Bu buluşma beklenmedik bir yakınlığa yol açar. Genç adamın önce kadınla daha sonra da kızıyla arasında özel bir bağ kurulacaktır.KAVABATA Yasunari, 1968 yılında Nobel Edebiyat Ödülünün sahibi olan önemli bir yazar. Bu ödüle layık görülen ilk Japon yazarı... Eserlerinde otobiyografik izlere rastlanıyor, romanları ayrıntıların üzerine kurulu. Şiirsel bir dili var, Japon geleneklerini ve inceliğini tüm ruhuyla hissediyorsunuz onun cümlelerinde. Bin Beyaz Turnada fon olarak çay seremonilerini seçiyor. Kullanılan fincanlar, bu fincanlara verilen değer, onlar üzerinden kurulan ve bozulan ilişkiler... Fincanların üzerinden anlatılan duygular, fincanların içinde yaratılan bir iktidar... Ölüm, arzu, şehvet ve özlem... Duyguların akışında, duygular kadar zarif ve dokunaklı bir roman Bin Beyaz Turna.
Genç adam ölen babasının eski sevgililerinden birinin düzenlediği bir çay seremonisine katılmak zorunda kalır. Bu toplantıda babasının başka bir sevgilisi ve kızıyla tanışacaktır. Seremoni çıkışında kadın onun yolunu gözlemektedir. Bu buluşma beklenm... tümünü göster
Japonya'nın en iyi romancısı sayılan Yasunari Kawabata 1968 Nobel Ödülünü aldıktan sonra dünyaca tanındı ve bütün uygar dillere çevrildi eserleri. Japon panoları gibi ince bir sanatla işlenmiş olan romanlarında insan ruhunun derinliklerine inen bir gözlemci ustalığı sezilir. Bu kitap size onun en değişik romanlarından birini sunuyor. Burada bütün olay bir evin aynı odasında geçer. Bir randevu evinin. Ama hiçbir yerde görülmemiş bir özelliği vardır bu evin. Önceden uyutulmuş bakire kızların yatağına yaşlı erkekler kabul edilir. Kıza zarar vermemek şartıyle. İşte bu meraklı öyküyü o yaşlı adamlardan birinin ağzından dinleyeceksiniz.
Japonya'nın en iyi romancısı sayılan Yasunari Kawabata 1968 Nobel Ödülünü aldıktan sonra dünyaca tanındı ve bütün uygar dillere çevrildi eserleri. Japon panoları gibi ince bir sanatla işlenmiş olan romanlarında insan ruhunun derinliklerine inen ... tümünü göster