Şimdi geriye dönüp bakıyorum da annemin elini tutarak yürümeyi, elini tutarken yüreğine sarılmayı, babamla
geçirdiğim hafta sonlarını ve hiç kırılmayacak sandığım oyuncaklarımı... Dümdüz yol varken tümsekten yürümeyi özledim ben. Annemin “Oğlum düşeceksin.” derken sesindeki telaşını özledim. Taşlardan kaleler yaptığımız futbol maçlarını özledim. Herkesin oynadığı fakat kimsenin kaybetmediği oyunları... Körebe oynarken o an orada bulunan herkese güvenmeyi özledim. Şimdilerde gözlerim açıkken bile güvenemiyorum insanlara. Çocukluğumu özledim, menfaat gözetmeden düşünmeyi... Kötülük namına hiçbir şey bilmeyecek kadar cahil olduğum günleri özledim. Büyümek isteyecek kadar saf olduğum günleri...
"Umutları vardı, gerçekleşmek için can atan. Fakat umut dedikleri, gözlerimiz açıkken gördüğümüz rüyalardır. Hem de öyle rüyalar ki yanlarında kâbusların masum kaldığı. Zira kâbuslar, uyandığında kurtulduğun rüyalardır. Umutlar ise, uyandığında başlayan kâbuslar…"
Şimdi geriye dönüp bakıyorum da annemin elini tutarak yürümeyi, elini tutarken yüreğine sarılmayı, babamla
geçirdiğim hafta sonlarını ve hiç kırılmayacak sandığım oyuncaklarımı... Dümdüz yol varken tümsekten yürümeyi özledim ben. Annemin “Oğlum düşe... tümünü göster
"Sadece fikirler kusursuzdur. İnsanlar hiçbir zaman kusursuz olamaz… Büyüdüğünde daha bağışlayıcı olacaksın."
Babalarının komada olduğu yoğun bakım ünitesinde bir araya gelen bir ailenin üyeleri… Bir yandan kendi iblisleriyle mücadele ederken bir yandan da varoluşlarına bir anlam kazandırmaya çalışırlarsa - beyhude bir çabayla… Hayattaki tüm bağlılıklarını, tüm inançlarını gözden geçirmek zorunda kalırlarsa eğer hâlâ bir inançları varsa… Ve anneleri -Audrey- sarsıcı bir sırrı öğrenirse… Ama günahıyla, sevabıyla herkes insan… İyinin ve kötünün sınırları hiç de net değil. Birinin sevdiği karakterden bir başkası nefret edebilir. Ve bu hikâyenin bir anafikri yok. Tıpkı hayatın bir anafikrinin olmadığı gibi…
"Entelektüel bağlılıklara; ideoloji, din, aile ve bunlarla ilişkili insanlara etkileyici ve son derece zeki bir bakış. Harika bir roman."
-Joseph O'Neill-
"Sadece fikirler kusursuzdur. İnsanlar hiçbir zaman kusursuz olamaz… Büyüdüğünde daha bağışlayıcı olacaksın."
Babalarının komada olduğu yoğun bakım ünitesinde bir araya gelen bir ailenin üyeleri… Bir yandan kendi iblisleriyle mücadele ed... tümünü göster
11 yaşında bir kız çocuğunun dünyasına girmeye hazır mısınız? Ama bu kızın dünyası öyle sıradan bir çocuğun dünyası değil. Çok daha derin, çok daha karmaşık, çok daha içinden çıkılmaz bir dünya. Cerenin annesi ölmüştür, babasıyla iletişimi güçlü değildir. Ayrıca, o insanların içini ve geçmişini görme yetisine sahip, kimilerine göre deli bir kızdır. Hayat sorularla, zorluklarla, yüzüne kapadığı tüm kapılarla durmaktadır karşısında. \Anne, Tut Elimi!\, Türk edebiyatına yeni bir yazarı müjdeliyor: Uygar Şirini. Akıcı bir anlatım, sade bir dil ve içten bir yaklaşım... Şirin, bu farklı kız çocuğunun dünyasını anlatırken aslında içinde yaşadığımız dünyanın nerdeyse tüm çıkmazlarıyla da yüzleştiriyor bizi. Sevgisizliğin, iletişimsizliğin, duyarsızlığın egemen olduğu dünyada hepimizin aradığı bir ışık belki de \Anne, Tut Elimi !. Hüzünlü ama umutlu bir sevgi hikâyesi...
11 yaşında bir kız çocuğunun dünyasına girmeye hazır mısınız? Ama bu kızın dünyası öyle sıradan bir çocuğun dünyası değil. Çok daha derin, çok daha karmaşık, çok daha içinden çıkılmaz bir dünya. Cerenin annesi ölmüştür, babasıyla iletişimi güçlü deği... tümünü göster
Birkaç tane çürük elma tanrı'nın belirlediği zamandan önce yok olsa ne fark eder...
Lily Kintner Heathrow Havalimanı, bekleme salonunun barında Ted Severson'la tanışır. İçilen martinilerin sayısı arttıkça aralarındaki samimiyet de artar. Bu iki yabancı kendileriyle ilgili en mahrem sırları birbirlerine anlatırlar. Ted, karısı Miranda'nın kendisini bir hafta önce aldattığını öğrendiğini söyler. Belki de en başından beri birbirlerine uygun değildirler. Sohbet ilerledikçe Ted yarı şaka karısının ihaneti yüzünden onu öldürmek istediğini açıklar. Bu şok edici itiraf karşısında Lily, ona bu konuda yardım edebileceğini söyleyerek işi içinden çıkılmaz bir hale sokar. Ne de olsa herkes bir gün ölecektir, birkaç çürük elmayı zamanından önce toprağa göndermenin ne sakıncası olabilir ki?
Bir anda bu ikili kendilerini ölümcül bir kedi-fare oyununun içinde bulurlar; her şey bittiğinde yalnızca bir kişi hayatta kalabilecektir.
Birkaç tane çürük elma tanrı'nın belirlediği zamandan önce yok olsa ne fark eder...
Lily Kintner Heathrow Havalimanı, bekleme salonunun barında Ted Severson'la tanışır. İçilen martinilerin sayısı arttıkça aralarındaki samimiyet de artar.... tümünü göster
Merhamet zulmün merhemi olamaz!
İstanbul’un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine doğduğu kadim kent Mardin’e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da sona ermiş hayatını araştırmaya koyulur. Böylece âdeta bir girdabın içine çekilir, tutkuyla ve hırsla gizemli bir kadının peşine düşer.
Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz… Ortadoğu’nun âdeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.
Mardinli Hüseyin ile IŞİD zulmünü misliyle yaşamış Ezidi kızı Meleknaz’ın ve kelamın çocuklarının hikâyesi... Livaneli okuru, sevda ile acının iç içe geçtiği bir Ortadoğu gerçeğiyle buluşturuyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Merhamet zulmün merhemi olamaz!
İstanbul’un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine doğduğu kadim kent Mardin’e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da ... tümünü göster
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Briefeiner Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun “gönderen”inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: “Sana, beni asla tanımamış olan sana”. Kadın büyük tutkusunu hep bir “bilinmeyen” olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde “taraflar” değil, sadece tek bir “taraf” vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda “mutlak aşk” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Briefeiner Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayat... tümünü göster
Seda10 şu anda kitap okumuyor.