Amerikan edebiyatının devi Jack Kerouac'tan Beat Kuşağı destanını yazan kitap: Yolda.
Gökyüzü geniş, hayat kısa, hayaller sonsuzken yol özgürlüktü. Yol dostluktu, maceraydı; sonsuz olasılığın toplamı, yaşamın kaynağıydı. Yolun sonunda aşk vardı, söz vardı, ses vardı; başlangıçlar hep şen, hep heyecanlıydı. Hızla giden bir arabanın dikiz aynasına yansıyordu hayatın anlamı, öyle bir şey varsa tabii; tan kızıllığında, gecenin bağrında, bir dostun yanı başında. Hareket halinde olan için ölüm yoktu, tasa yoktu; devinim vardı sadece. Yıldızların altında, hızla giden arabaların arka koltuklarında, kaçak atlanan tren vagonlarında, çadırlarda, barakalarda, uzak diyarlarda yaşam vardı ve yaşam kutsaldı. Yüreklerindeki coşkuyu daracık dünyaya sığdıramayanlar, yollarda şahlandı. Nereye olursa... Kıvrak ve neşeli bir caz melodisi gibi, çılgınlıktı hepsi ve tüm gerçekler, hızla giden bir aracın tekerleklerini öpen asfalt misali önlerine seriliverdi. Yaşam yazılacak bir şiirdi ve beklemezdi.
Jack Kerouac, Yolda'da kendi hikayesini anlatıyor: sansürsüz, saf, olduğu gibi. Özgürlüğün, arayışın ve onulmaz bir yaşam hasretinin şarkısı bu yankılanan...
Bazı kitaplar edebiyat tarihine damga vurmakla kalmaz, efsaneye dönüşür.
Amerikan edebiyatının devi Jack Kerouac'tan Beat Kuşağı destanını yazan kitap: Yolda.
Gökyüzü geniş, hayat kısa, hayaller sonsuzken yol özgürlüktü. Yol dostluktu, maceraydı; sonsuz olasılığın toplamı, yaşamın kaynağıydı. Yolun sonunda aşk var... tümünü göster
Teknolojisi, kültürü ve hukuk sistemiyle hayranlık uyandiran görkemli Tunç Çağı imparatorluğu: Hititler Birgit Brandau ve Hartmut Schickert, Anadolu'nun eski dünyasına bir kapı açarak, bu olağanüstü halkın dünyasına bir kapi açarak, bu olağanüstü halkın dünyasına götürüyolar bizi. Tıpkı Brandau'nun "TROİA: Bir KENT ve Mitleri" adlı kitabında yaptığı gibi, arkeoloji biliminin en yeni bulgularına ve uzmanların görüşlerine dayanarak.
Teknolojisi, kültürü ve hukuk sistemiyle hayranlık uyandiran görkemli Tunç Çağı imparatorluğu: Hititler Birgit Brandau ve Hartmut Schickert, Anadolu'nun eski dünyasına bir kapı açarak, bu olağanüstü halkın dünyasına bir kapi açarak, bu olağanüst... tümünü göster
Aşk Artık Burada Oturmuyor, onyedi öyküden oluşan bir kitap. Birbirine bağlı, birbirinden çıkarak gelişen, düş ile gerçeğin, hüzün ile kara güldürünün içiçe olduğu bu öyküler, bir patlamış romanı oluşturuyor sanki. Nazlı Eray, bu öykülerinde, bizleri, aşkın, düşlerin, tutkunun ve yitirişin dünyasında gezdiriyor. Kadın erkek ilişkilerinin en yoğun boyutları; yitirmişken buluvermenin sevinci; bulmuşken yitirişin şaşkınlığı; kadın dünyasının duyarlılığı, tılsımlı Yunan adaları Kos ve Santorini; bir hocanın bekleme odasında Marilyn Monroe... Belki Aşk Artık Burada Oturmuyor, ama Nazlı Erayın Rüya Sokağı dopdolu. Düşünceyi gerçekliğin baskısından kurtarmanın tadını çıkaran, ince alay dolu öyküler.
Aşk Artık Burada Oturmuyor, onyedi öyküden oluşan bir kitap. Birbirine bağlı, birbirinden çıkarak gelişen, düş ile gerçeğin, hüzün ile kara güldürünün içiçe olduğu bu öyküler, bir patlamış romanı oluşturuyor sanki. Nazlı Eray, bu öykülerinde, bizleri... tümünü göster
Kolumda ünlü modacı Roberto Cavallinin son tasarımı, belleğin akışını ve çeşitli insanları gösteren kenarları pırlantalı saat; Sinoptaki otel odamda balkonun dışındaki sisin bir açılıp bir kapanarak zamanla oyunlar oynaması, dünü üç yıl sonra, yarını doksan yıl önce yapması, zamanı tümüyle silip atması; açılan sislerin arasından birdenbire görünen eski Sinop Cezaevi. O kimsesiz, insansız dünyaların, siroz sarısı duvarların sessiz haykırışları; bomboş, çaresiz avlulara sızmış insan fosforunun yarattığı o görünmeyen kalabalık; Mamak çöplüğünün oradaki yarığın içinde yaşayan yeraltı insanları; dedem Tahir Lütfi Tokayın peşini kovaladığım günler; Tüneldeki tarihi Kroeker Otelinde verilen bir idam kararı... Sadrazam Mahmut Şevket Paşanın Ankaradaki Kader Sokakta bir evde yaşadıkları; Rıza Nuru merak eden bir Çingene; Sinoptaki sonsuz sisin içinde dalgalanan yaşamların gözler önüne serilmesi... Zaman geçiyor mu, yoksa durağan mı? Hepimiz aynı zamanın içinde miyiz, yoksa geçmiş ve gelecek bir arada mı ve 1913te Bahricedid Vapuru ile Sinopa sürülen dedem Tahir Lütfi Tokayı bulabilecek miyim?
Kolumda ünlü modacı Roberto Cavallinin son tasarımı, belleğin akışını ve çeşitli insanları gösteren kenarları pırlantalı saat; Sinoptaki otel odamda balkonun dışındaki sisin bir açılıp bir kapanarak zamanla oyunlar oynaması, dünü üç yıl sonra, yarını... tümünü göster
Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az...
O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z.
Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var.
O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında.
Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar.
Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler.
Senin ve benim gibi..
Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az...
O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve... tümünü göster
Hiç uykum yok. Hiç uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum. Ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var. Annemi düşünüyorum. Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. Sağ omuzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine attığım çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir Japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. Sol dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. Bileklerimdeki otuz dört dikiş. Medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandisit ameliyatımın izi. Ve sırtımı kaplayan, Tanrı'nın yüzü. Bilmiyorum... Hızlı yaşadım. Ama genç ölmekten çok, hızlı yaşlandım! Ama hayattayım.
Hiç uykum yok. Hiç uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum. Ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var. Annemi düşünüyorum. Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anlad... tümünü göster