Bir Yeşilin Peşindede Asını Zihmoğlu ülkemiz çaycılığının geçirdiği evreleri akıcı bir dille anlatıyor. Üzerine az yazılmış bir konunun, çayın hikâyesinin, Doğu Karadeniz Bölgesinin ekonomik ve sosyal yaşamından kesitler verilerek ele alınması kitabın ilgi çekici yönlerinden büi. TÜBiTAK tarafından verilen 1903 yılı Hizmet Ödülünün de sahibi olan Asını Zihnioğlunun bir ömrü adadığı çalışmalarının okurların ilgisini çekeceğini umuyoruz.
Bir Yeşilin Peşindede Asını Zihmoğlu ülkemiz çaycılığının geçirdiği evreleri akıcı bir dille anlatıyor. Üzerine az yazılmış bir konunun, çayın hikâyesinin, Doğu Karadeniz Bölgesinin ekonomik ve sosyal yaşamından kesitler verilerek ele alınması kitabı... tümünü göster
Sana hiçbir şey olmayacak, göreceksin bak. Elini kolunu sallayarak dışarı çıkacaksın. Uçak havaalanına yaklaşırken Müjdat (Gezen) beni yatıştırmaya çalışıyordu. Onu duymuyor gibiydim. Tutuklanacak olursam onun neler yapması gerektiğini düşünmeye çalıştım; tanıdık birkaç kişinin adını saydım. Onları hemen ara, avukatını devreye sok, dedim; bir de bütün gazeteleri aramasını tembihledim. Durduk. Herkes hareketlendi, ben bir türlü yerimden kalkmak istemiyordum. Gönülsüz, ağır hareket ediyordum. Müjdata döndüm: Beni götürürlerse bavulumu sen al, dedim. Bavulla şubeye gitmek istemiyorum. Yan ceplerinden birinde telefon defterim var, onu yok et... Sinema sanatçısı Tarık Akan, 80 askeri darbesinin hemen ardından, 1981 başlarında Almanyada yaptığı bir konuşma yüzünden yurda dönüşünde tutuklanır. Bu tutuklanmanın nedeni, sağcı bir gazetenin manşete çıkardığı yanlı ve yalan haberdir. Böylece, uzun bir yargılanma süreci başlar. Siyasi Şube, sorgulanmalar, itilip kakılmalar, aşağılanmalar, soğuk hüçreler, bitli-fareli koğuşlar, sağcılar, solcular, devrimciler, TKPliler, idamlıklar... Ününün doruğundaki Tarık Akanın aylar boyu içinde bulunacağı ortam budur. Uzun zaman sonra aklanıp özgür kalan Tarık Akan, aradan yıllar geçse de o günlerin baskılarını, acılarını unutamaz; tek çıkış yolu, yaşadıklarını yazıya dökmektedir. Anne Kafamda Bit Var, o karanlık dönemin bir tutanağı gibi. Son yirmi yıldır toplumsal içerikli filmlere yönelen ünlü sinema adamının az bilinen bir yönünü ortaya çıkaran anılarda ayrıca Şerif Görenden Atıf Yılmazda, Orhan Apaydından Barış Derneği Davasına kadar pek çok tanınmış ada ve önemli olaya yer verilirken, Yılmaz Güney cezaevindeyken gizli saklı çekilen Yol filminin bütün serüveni de dile getiriliyor.
Sana hiçbir şey olmayacak, göreceksin bak. Elini kolunu sallayarak dışarı çıkacaksın. Uçak havaalanına yaklaşırken Müjdat (Gezen) beni yatıştırmaya çalışıyordu. Onu duymuyor gibiydim. Tutuklanacak olursam onun neler yapması gerektiğini düşünmeye çalı... tümünü göster
Bu kitap Ece Temelkuranın Venezüellada gördüklerini, yaşadıklarını, tanık olduklarını anlattığı bir kitap değil, turistik bir Venezüella güzellemesi hiç değil... Bu kitap, yeterince haksızlığa uğradığında, yeterince dövüldüğünde dönüp insanlığa saldıranların, bu kez insanlığa uğramanın ve dövülmenin önüne geçmeyi denemesinin öyküsüdür. Bu kitap, Latin Amerikada yaşanan bir devrim deneyiminin sorgulanışı, tüm dünyada güçlenmeye başlayan antikapitalist oluşumun izinin sürülmesidir. Yüzyılın ilk devriminin notları...Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita yapılmakta olan bir devrime dair gözlemler... Mutlak doğruların yerini sorulan soruların ve aranan yanıtların aldığı bir devrimin günlüğü...Bundan böyle dünyayı büyük sözlerin değil küçük insanların değiştireceğine dair bir işaret..
Bu kitap Ece Temelkuranın Venezüellada gördüklerini, yaşadıklarını, tanık olduklarını anlattığı bir kitap değil, turistik bir Venezüella güzellemesi hiç değil... Bu kitap, yeterince haksızlığa uğradığında, yeterince dövüldüğünde dönüp insanlığa saldı... tümünü göster
Hiç kimsenin kitabımı özensizce okumasını istemem doğrusu. Bu anılarımı yazarken çok üzüntülü anlar yaşadım. Arkadaşım koyunu ile birlikte beni bırakıp gideli tam altı yıl oldu. Onu burada anlatmaya çabalıyorsam, bu biraz da onu unutmamak için. Arkadaşı unutmak çok üzücü bir şey. Herkesin arkadaşı olmamıştır. Arkadaşımı unutursam, kendimi o, sayılardan başka bir şeye değer vermeyen büyükler gibi hissederim sonra.
Çölde uçağı düşen pilotun başına dikilip "Bana bir kuzu resmi çiz." diye tutturan, gezegeninde tek başına bıraktığı gül için de acı çeken, büyük insanları anlamakta zorlanan Küçük Prens... Buğday saçlı, gizemli küçük çocuk... Yaratıcı pilot-yazar Antoine de Saint Exupery ile arasındaki benzerlikler çarpıcı. Küçük Prens'in gün batımlarında hüzünlenip düşündüğü dört dikenli gülü varsa, Saint-Exupery'nin de Arjantin Postaları için çalışırken tanıştığı, Salvadorlu Consuelo adında bir sevgilisi var. Ve onunla evlenmiş. 1944 yılı Temmuz ayında Korsika'dan havalanan uçağı, Akdeniz'de kayıplara karışmadan dört gün önce Consuelo'ya: Sizi seviyorum, sizi hep koruyacağım. diye yazmış. Ama Küçük Prens'in gülünü fanus ile kapatıp korurken, o deli dolu, başına buyruk Consuelo'ya esasında pek söz geçirememiş, onu kanatları altına alamamış. Uçağın kalıntıları, 60 yıl sonra Nisan 2004'ün başlarında Marsilya açıklarında bulundu. Kaza mı, intihar mı bilinmiyor. "Gerçeği sadece yüreğinle görebilirsin." diyen yazar, bu dünyaya veda edip giden Küçük Prens gibi yok olup gitmiş. Sırlarını bilen yok. Cevdet Yalçın
Küçük Prens'i tanıyan-tanımayan, yeniden keşfetmek isteyen, ya da çizgi roman meraklısı olan her yaştaki çocuklar için, Joann Sfar'ın muhteşem çizgileriyle.
Hiç kimsenin kitabımı özensizce okumasını istemem doğrusu. Bu anılarımı yazarken çok üzüntülü anlar yaşadım. Arkadaşım koyunu ile birlikte beni bırakıp gideli tam altı yıl oldu. Onu burada anlatmaya çabalıyorsam, bu biraz da onu unutmamak için. Arkad... tümünü göster
Emir ve Hasan, Kabil'de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk...
Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir'le Hasan'ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ise onun hizmetkarının oğludur. Üstelik Hasan, orada pek sevilmeyen bir etnik azınlığa, Hazaralara mensuptur. Çocukların birbirleriyle kesişen yaşamları ve kaderleri, çevrelerindeki dünyanın trajedisini yansıtır. Sovyetler işgali sırasında Emir ve babası ülkeyi terk edip California'ya giderler. Emir böylece geçmişinden kaçtığını düşünür. Her şeye rağmen arkasında bıraktığı Hasan'ın hatırasından kopamaz. Uçurtma Avcısı arkadaşlık, ihanet ve sadakatin bedeline ilişkin bir roman. Babalar ve oğullar, babaların oğullarına etkileri, sevgileri, fedakârlıkları ve yalanları.... Daha önce hiçbir romanda anlatılmamış bir tarihin perde arkasının yansıtan Uçurtma Avcısı, zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişinin aşama aşama gözler önüne seriyor. Uçurtma Avcısında anlatılan olağanüstü bir dostluk. Bir insanını diğerini ne kadar sevebileceğinin su gibi akıp giden öyküsü...
Emir ve Hasan, Kabil'de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk...
Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir'le Hasan'ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ... tümünü göster
Alphonso Lingis, birçok kitabı olduğu halde Batıda da yeterince tanınmayan bir felsefeci ve gezgin. Tanınmamasının bir nedeni de herhalde rasyonel Batının ancak kendisiyle analojiler kurarak, özetle kendisine benzeterek kavrayabildiği öteki kültürleri, olanca başkalıkları içinde anlamaya, kendi sözleriyle konuşturmaya çalışması. Bunu da antropolojinin indirgeyici normları içinde değil, Batı rasyonalizminin içerdiği ciddi çatlakları; anlamlı ve tekil bir hayat yaşamanın önüne çıkardığı maddi ve manevi engelleri serimleyecek biçimde yapması.Ortak Bir Şeyleri Olmayanların Ortaklığı, önce rasyonel cemaati betimliyor: Herkesin ortak-anonim söylemi kendi dilinde yeniden ürettiği, kendini ancak yaptığı işle tanımlayan; Levinasın terimleriyle söylemeyi tali, söyleneni temel önemde gören bir cemaattir bu. Bu cemaat temel fetişi olan iletişimi gerçekleştirmek için her şeyin, her mesajın indirgenemez tikelliğini, iletişim değeri olmayan mırıltısını, uğultusunu gürültü sayar; her ağaç ve her güvercin için aslında ayrı bir sözcüğe ihtiyaç duyulduğunu görmezden gelir. Rasyonel söylem, hakikatini tesis etmek için kurumlara ihtiyaç duyar ve paryayı, mistiği, psikotiği, vahşiyi, teröristi bu hakikate ulaşmaktan aciz görüp dışlar. Lingis bu cemaatin karşısına öteki cemaati çıkarır. Benimle ortak hiçbir şeyi olmayan ötekiyle karşılaştığım cemaattir bu. Burada öteki, benimle sadece sözleriyle değil, çıplak gözleri, boş elleri ve sessizliğiyle, yaralanabilirliğiyle yüzleşir. Burada benim rasyonel buyruğumun tutarlılığını bozan bir davetsiz misafir, bir ıstırap yüzeyidir öteki. Onunla ancak istemdışı bir hareketle, katıksız bir derinlik duygusuyla hissedebilen kimsenin mülk edinemeyeceği, ilkselin (yani sıcaklığın, havanın, toprağın, ışığın) içine gömülerek karşılaşırız.Akıl sorgulamasını yeni uçlara taşıyan epeyce çetrefil, hatta garip bir kitap elinizdeki. Felsefe, gezi kitabı, otobiyografi, anlatı ve antropoloji metni gibi kalıp türlerin hiçbirine sığmayan, hem çok ağırbaşlı hem de çok coşkulu, taşkın bir kitap. Okuru felsefi düşüncenin en soyut, en soğuk topraklarında uzun bir süre gezdirip yorarken birdenbire Nikaragualı Sandinist bir gerillayı, Laolu kavruk, edepsiz bir garsonu, çocuğuna gökkuşağını görmeyi öğreten bir kadını, yağmur ormanlarının uğultusunu, okyanusların serinliğini, Balinezya yerlilerinin muhteşem Keçak törenini şiirsel bir üslupla anlatmaya başlayıp ateşe atan bir kitap. Ter dökmeyi göze alanlar karşılığını, fazlasıyla bulacaklar...
Alphonso Lingis, birçok kitabı olduğu halde Batıda da yeterince tanınmayan bir felsefeci ve gezgin. Tanınmamasının bir nedeni de herhalde rasyonel Batının ancak kendisiyle analojiler kurarak, özetle kendisine benzeterek kavrayabildiği öteki kültürler... tümünü göster