Sineklerin Tanrısı başlangıçta, ıssız bir adaya düşen çocukların serüvenlerini anlatan, küçükler için yazılmış bir öykü, R.M. Ballantyne'ın Mercan Adası'nın çağdaş bir uygulaması sanılabilir. Hatta Golding, kendine özgü buruk alaycılıkla, okuyucunun bu sanısını pekiştirmek istercesine, Sineklerin Tanrısı'nın başlıca iki kişisine Mercan Adası'ndaki çocuklardan aldığı Ralph ve Jack adlarını verir. Mercan Adası'nda Ballantyne, oldukça duygusal ve biraz da bön bir iyimserlikle, gemileri battıktan sonra Pasifik Okyanusunda ıssız bir adaya sığınan üç İngiliz gencinin, Büyük Britanya uygarlığının oldukça başarılı bir küçük örneğini nasıl yeniden kurduklarını anlatır. Golding'in Sineklerin Tanrısı'nda da bir mercan adası ve İngiliz çocuklar vardır. Ama altı ile on iki yaş arasında olan bu çocuklar, gelecekteki atom savaşı sırasında, güvenilir bir yere götürülmek üzere bindikleri uçak bir saldırıya uğradığı için bu mercan adasına düşmüşlerdir. Ve bu mercan adasında olup bitenler, Ballantyne'ın romanında olup bitenlere hiç mi hiç benzememektedir...
Sineklerin Tanrısı başlangıçta, ıssız bir adaya düşen çocukların serüvenlerini anlatan, küçükler için yazılmış bir öykü, R.M. Ballantyne'ın Mercan Adası'nın çağdaş bir uygulaması sanılabilir. Hatta Golding, kendine özgü buruk alaycılıkla, o... tümünü göster
Sineklerin Tanrısı başlangıçta, ıssız bir adaya düşen çocukların serüvenlerini anlatan, küçükler için yazılmış bir öykü, R.M. Ballantyne'ın Mercan Adası'nın çağdaş bir uygulaması sanılabilir. Hatta Golding, kendine özgü buruk alaycılıkla, okuyucunun bu sanısını pekiştirmek istercesine, Sineklerin Tanrısı'nın başlıca iki kişisine Mercan Adası'ndaki çocuklardan aldığı Ralph ve Jack adlarını verir. Mercan Adası'nda Ballantyne, oldukça duygusal ve biraz da bön bir iyimserlikle, gemileri battıktan sonra Pasifik Okyanusunda ıssız bir adaya sığınan üç İngiliz gencinin, Büyük Britanya uygarlığının oldukça başarılı bir küçük örneğini nasıl yeniden kurduklarını anlatır. Golding'in Sineklerin Tanrısı'nda da bir mercan adası ve İngiliz çocuklar vardır. Ama altı ile on iki yaş arasında olan bu çocuklar, gelecekteki atom savaşı sırasında, güvenilir bir yere götürülmek üzere bindikleri uçak bir saldırıya uğradığı için bu mercan adasına düşmüşlerdir. Ve bu mercan adasında olup bitenler, Ballantyne'ın romanında olup bitenlere hiç mi hiç benzememektedir...
Sineklerin Tanrısı başlangıçta, ıssız bir adaya düşen çocukların serüvenlerini anlatan, küçükler için yazılmış bir öykü, R.M. Ballantyne'ın Mercan Adası'nın çağdaş bir uygulaması sanılabilir. Hatta Golding, kendine özgü buruk alaycılıkla, o... tümünü göster
41 ülkede rekor satış yapan kitaplarının başarısını göremeden 50 yaşında hayata veda eden İsveçli gazeteci Stieg Larssonun zihne kazınacak sahneler, çarpıcı ve canlı karakterler, okurları adeta yerlerine çivileyecek sürükleyici bir kurgu ile her sayfasını ağır ağır ve dokuyarak yazdığı Millennium serisinin ilk kitabı Ejderha Dövmeli Kızı okuduktan sonra, Gefle Dagblad gibi bundan daha iyisi yapılamaz diyebilirsiniz. Ama bu erken bir karar olabilir. Son sözü söylemeden ikincisini beklemenizi tavsiye ederiz.
Olağanüstü... Okuyucular kitabı okurken yerlerinden bile kıpırdayamayacak.
-SUNDAY TIMES
41 ülkede rekor satış yapan kitaplarının başarısını göremeden 50 yaşında hayata veda eden İsveçli gazeteci Stieg Larssonun zihne kazınacak sahneler, çarpıcı ve canlı karakterler, okurları adeta yerlerine çivileyecek sürükleyici bir kurgu ile her sayf... tümünü göster
İtalyan edebiyatının ünlü kalemlerinden Italo Calvinonun ölümünden üç sene önce yayımladığı Palomar adlı bu kitabı,yazarın daha önce Corriere della Sera ve Repubblica adlı gazetelerde yayımladığı yazılarıüzerinden şekillenmiş.Adını Kaliforniyadaki ünlü bir gözlemevinden alan suskun karakter Bay Palomar, yaşamdaki yanlış anlamalar, kararsızlıklar, uzlaşmalar ve yarım kalmış işler kargaşasında ne yapacağını şaşırıyor.Sonunda tek bir çıkar yol buluyor: Kendini tanımak, iç coğrafyasını keşfetmek, ruhunun devinimlerinin diyagramını çizmek... Bütün bunları yapabilmek için evreni bir ayna olarak kullanmasıgerektiğine karar veriyor.Calvino Palomarı şöyle anlatıyor;Hepsini yeniden okuyunca, Palomarın hikâyesinin iki cümleyle şöyle özetlenebileceğini görüyorum: Bir adam, adım adım bilgeliğe ulaşmak için yürüyüşe çıkıyor. Hâlâ varamadı... TADIMLIKPalomar Kumsalda Bir Dalganın Okunuşu Deniz, belli belirsiz çalkantılı, küçük dalgalar kumlu kıyıyı dövüyorlar. Bay Palomar, kıyıda ayakta duruyor ve bir dalgaya bakıyor. Kendini dalgaları hayranlıkla seyretmeye kaptırmış değil. Kaptırmış değil, çünkü ne yaptığını çok iyi biliyor: Bir dalgaya bakmak istiyor ve bakıyor. Hayranlıkla seyretmiyor, çünkü hayranlıkla seyretmek için, elverişli bir yapı, elverişli bir ruhsal durum ve elverişli dış koşulların bir araya gelmesi gerekli: Ve Bay Palomar, ilke olarak hayranlıkla seyretmeye karşı olmasa da, bu üç koşuldan hiçbiri yok kendisinde. Kısacası, bakmayı amaçladığı dalgalar değil, tek bir dalga, hepsi bu: Belirsiz duyumlardan kaçınmak istediğinden, her eylemi için sınırlı ve kesin bir amaç belirliyor. Bay Palomar, uzakta bir dalganın yükseldiğini, büyüdüğünü, yaklaştığını, biçim ve renk değiştirdiğini, kendi üzerine dolandığını, kırıldığını, yok olduğunu, geriye döndüğünü görüyor. Bu noktada, tasarladığı çalışmayı sonuçlandırdığı kanısına vararak, oradan ayrılıp gidebilirdi. Ama, bir dalgayı, kendisinin hemen peşinden gelen ve onu itiyormuş gibi görünen ve kimi kez de yetişerek onu alıp götüren dalgadan ayırmak öyle zor ki: Tıpkı, kendisinden önce gelen ve onu peşinden kıyıya sürüklüyormuş gibi görünen, kimi kez de sanki önünü kesmek için ona doğru dönen dalgadan ayırmanın zor olması gibi. Üstelik, her dalga hareketi, gelişme yönünde, kıyıya koşut olarak ele alınınca, ilerleyen cephenin nereye dek kesintisiz uzandığını, nerede ayrılıp hızları, biçimleri, güçleri, yönleri ayrı, bağımsız dalgalara bölündüğünü belirlemek zorlaşıyor. Sonuç olarak, kendisini biçemlendirmeye katkıda bulunan karmaşık öğelerle, kendisinin yol açtığı bir o kadar karmaşık öğe dikkate alınmaksızın, bir dalga gözlemlenemiyor. Bu öğeler sürekli değişiyorlar, bu nedenle bir dalga, hep, bir başka dalgadan değişik; ama her dalganın, hemen yanıbaşındakine ya da ardındakine olmasa bile, bir başka dalgaya benzer olduğu da doğru; kısacası, uzamda ve zamanda düzensiz bir biçimde dağılmış olsalar da, yinelenen biçimler ve bölümler var. Bay Palomarın şu sırada yapmayı düşündüğü, yalnızca bir dalgayı görmek, yani hiçbirini gözardı etmeksizin bütün bileşenlerini derlemek olduğu için, daha önce derleyememiş olduğu öğeleri belirleyinceye dek, kıyıya vuran dalgaların devinimi üzerinde olacak bakışı; görüntülerin yinelendiklerini fark eder etmez, görmek istediği her şeyi gördüğünü anlayacak ve duracak. Çılgın ve boğucu bir dünyada yaşayan sinirli bir insan olan Bay Palomar, dış dünya ile ilişkilerini azaltma eğiliminde ve kendini genel sinir zayıflığından korumak için, duyumlarını elinden geldiğince denetim altında tutmaya çalışıyor. Öne doğru gelen dalganın kamburu bir noktada, başka yerlerden daha fazla yükseliyor ve buradan sonra beyazlaşmaya başlıyor. Eğer bu, kıyıdan belirli bir uzaklıkta gerçekleşecek olursa, köpük, kendi üzerine dolanıp sanki yutulmuş gibi, yeniden yok olacak zamanı buluyor ve aynı anda, ama bu kez alttan çıkarak, gelen dalgayı karşılamak için, kıyıya serilen beyaz bir halı gibi her yeri kaplamaya başlıyor. Fakat dalganın, halının üstünde yuvarlanması beklendiğinde, artık dalganın değil yalnızca halının var olduğu, bunun da hızla yok olduğu, kıvrımlı sınırını genişleten kuru ve donuk kumun yayılması kendisini itiyormuş gibi, ıslak bir kum pırıltısına dönüştüğü görülüyor. Aynı zamanda, cephenin girintilerini de dikkate almak gerekiyor; burada dalga, biri kıyıya sağdan sola doğru, öbürü soldan sağa doğru yönelen iki kanada ayrılıyor; bunların ayrılmalarının ya da birleşmelerinin başlangıç ya da bitiş noktası, düğümü kopartarak çözen daha güçlü bir dalga tarafından yakalanıncaya dek hep arkada tutulan ve kanatların üst üste binmelerine bağımlı, eksi tepecik. Dalgaların çizimini örnek alarak biçimlenen kumsal, her deniz kabarmasında akıntıların yapıp bozdukları kum yığınlarını andırarak uzanan, belli belirsiz tepecikler yerleştiriyor suyun içine. Bay Palomar, gözlem noktası olarak, bu alçak kum dillerinden birini seçiyor, çünkü dalgalar buraya, her iki taraftan da yanlamasına vuruyor ve yarı batık yüzeyin üzerinden aşarak, öbür taraftan gelenlerle karşılaşıyorlar. Demek ki, bir dalganın yapısını anlamak için, bir anlamda birbirlerini dengeleyen ve bir ölçüde birbirlerine eklenen ve köpüğün olağan taşmasında, bütün itmelerin ve karşı itmelerin genel kırılımına yol açan, karşıt yönlerdeki itmeleri de dikkate almak gerekiyor. Bay Palomar şimdi gözlem alanını sınırlamaya çalışıyor; on metresi kıyı, on metresi deniz olan bir dörtgeni ele alacak olursa, belirli bir zaman diliminde değişik aralarla yinelenen bütün dalga devinimlerinin dökümünü yapabilecek. Zorluk, bu dörtgenin sınırlarını belirlemede: Çünkü, sözgelimi uzak kenar olarak, ilerleyen bir dalganın üst çizgisini alacak olsa, bu çizgi kendisine yaklaştıkça ve yükseldikçe, gerisindeki her şeyi gözlerinden gizleyecek; böylece, incelenecek uzam ters dönecek ve aynı zamanda ezilecek. Yine de Bay Palomar umutsuzluğa düşmüyor ve her an, gözlem noktasından görebileceğinin tümünü görmeyi başardığını sanıyor, ama sonra hep, hesaba katmadığı bir şey ortaya çıkıyor. Görsel işlemini eksiksiz ve kesin bir sonuca ulaştırma sabırsızlığı olmasa, dalgalara bakmak çok dinlendirici bir çalışma olacak ve kendisini sinir zayıflığından, enfarktüsten ve mide ülserinden kurtarabilecek. Ve belki de, en yalın biçimine indirgeyerek, dünyanın karmaşıklığına egemen olmanın anahtarı olabilecek. Ama, bu modeli her tanımlama girişimi, kesintisiz ve yüzeyi ancak yalayan tepesini sürüyerek, kör kayalara dikey yönde ve kıyıya koşut olarak çıkagelen bir dalgayı da hesaba katmak zorunda. Kıyıya doğru düzensizleşen dalgaların sıçramaları, dalgaları dik açı yaparak kesen ve ne nereden geldiği, ne de nereye gittiği bilinen bu tıkız tepenin tekdüze hızını kesmiyor. Denizin yüzeyini, açıktaki su kütlelerinden gelen derin itmenin enlemesine devindiren, belki de bir doğu esintisi; ama havanın doğurduğu bu dalga, geçerken, suyun doğurduğu eğik itmeleri de topluyor ve saptırıyor ve birlikte götürüyor. Böylece, karşılaşacağı karşıt dalgalarca yavaş yavaş söndürülüp yok edilinceye ya da çok sayıdaki eğik dalga sürülerinden birine karışacak gibi bükülüp onlarla birlikte kıyıya vuruncaya dek büyümeyi ve güç kazanmayı sürdürüyor. Dikkati bir ayrıntıya yöneltmek, onun ön plana sıçrayıp çerçeveyi kaplamasına yol açıyor, tıpkı kimi resimlerde perspektifin değişmesi için, gözleri yumup tekrar açmanın yeterli olması gibi. Şimdi değişik yönelimlerdeki tepelerin bu kesişmesinde, toplu resim, aynı düzleme gelen ve yok olan dörtgenlere bölünmüş oluyor. Her dalganın çekilmesinin, sonraki dalgaları engelleyen bir güce sahip olduğunu da eklemek gerek. Ve eğer dikkat bu geriye itmeler üzerine yoğunlaştırılacak olursa, gerçek devinimin, kıyıdan kalkıp açığa doğru giden devinim olduğu sanılıyor. Bay Palomarın ulaşmak üzere olduğu sonuç, yoksa, dalgaları karşıt yönlerde koşturmak, zamanı tersyüz etmek, dünyanın gerçek tözünü duyumsal ve zihinsel alışkanlıkların ötesinde kavramak mı? Hayır, hafif bir başdönmesinden başka bir şey duyumsamayı başaramıyor. Dalgaları kıyıya iten diretme, davayı kazanıyor: gerçekten de bayağı irileşiyorlar. Rüzgâr değişiyor mu? Bay Palomarın titizlikle bir araya getirmeyi başardığı görüntü altüst olur ve parçalanır ve dağılırsa çok yazık olacak. Ancak bütün görünüşleri birlikte dikkate almayı başarırsa, çalışmasının ikinci evresine geçebilecek: bu bilgiyi evrenin tümüne yayacak.Sabrının tükenmemesi yeterli olacak, ama çok geçmeden tükeniyor. Bay Palomar, geldiğinde olduğu gibi sinirleri gergin ve her şeyden daha kuşkulu, kumsal boyunca uzaklaşıyor.
İtalyan edebiyatının ünlü kalemlerinden Italo Calvinonun ölümünden üç sene önce yayımladığı Palomar adlı bu kitabı,yazarın daha önce Corriere della Sera ve Repubblica adlı gazetelerde yayımladığı yazılarıüzerinden şekillenmiş.Adını Kaliforniyadaki ün... tümünü göster
'Yüzüklerin Efendisi' son yüzyılın en çok okunan yüz kitabı arasında en başta geliyor; bilimkurgu, fantezi, polisiye, best-seller ya da ana akım demeden, tüm edebiyat türleri arasında tartışmasız bir önderliğe sahip. Bir açıdan bakarsanız bir fantezi romanı, başka bir açıdan baktığınızda, insanlık durumu, sorumluluk, iktidar ve savaş üzerine bir roman. Bir yolculuk, bir büyüme öyküsü; fedakârlık ve dostluk üzerine, hırs ve ihanet üzerine bir roman.
'Yüzüklerin Efendisi' son yüzyılın en çok okunan yüz kitabı arasında en başta geliyor; bilimkurgu, fantezi, polisiye, best-seller ya da ana akım demeden, tüm edebiyat türleri arasında tartışmasız bir önderliğe sahip. Bir açıdan bakarsanız b... tümünü göster
'Yüzüklerin Efendisi' son yüzyılın en çok okunan yüz kitabı arasında en başta geliyor; bilimkurgu, fantezi, polisiye, best-seller ya da ana akım demeden, tüm edebiyat türleri arasında tartışmasız bir önderliğe sahip. Bir açıdan bakarsanız bir fantezi romanı, başka bir açıdan baktığınızda, insanlık durumu, sorumluluk, iktidar ve savaş üzerine bir roman. Bir yolculuk, bir büyüme öyküsü; fedakârlık ve dostluk üzerine, hırs ve ihanet üzerine bir roman.
'Yüzüklerin Efendisi' son yüzyılın en çok okunan yüz kitabı arasında en başta geliyor; bilimkurgu, fantezi, polisiye, best-seller ya da ana akım demeden, tüm edebiyat türleri arasında tartışmasız bir önderliğe sahip. Bir açıdan bakarsanız b... tümünü göster