Piscine Molitor Patel, herkesin bildiği adıyla Pi, Hindistan'ın Pondicherry kentinde yaşayan küçük bir çocuk. Babasının burada bir hayvanat bahçesi var. Pi on altı yaşına geldiğinde, ailesi, hayvanların bir bölümünü de yanlarına alarak Kanada'ya göç etmeye karar verir ama asıl trajedi, onları taşıyan yük gemisinin korkunç bir fırtınada batmasıyla başlar. Pasifik Okyanusunun masmavi sularının üzerinde tek bir filika yüzmektedir. İçinde de yalnızca beş kazazede: Pi, bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, dişi bir orangutan ve üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı. Oyuncuların arasında uçan balıklar, Mako cinsi köpekbalıkları ve su kaplumbağaları da var. Pi, zekâsı, cesareti ve korkusu sayesinde hayvanların hiyerarşik yiyecek zincirinde yer almamayı başarır. Ve sonuçta Richard Parker adındaki kaplanla baş başa kalırlar. Şimdi Pi'nin tek yapması gereken, bu yüce hayvana büyük bir anlayışla yaklaşmaktır. Böylesi tehlikeli bir kaplanla, okyanusun ortasındaki küçücük bir filikada kıstırılmış bir çocuğun konu alındığı bir öykünün sizi hayal alemine sürükleyeceğini, daha kitaba başlamadan bilirsiniz. Yann Martel'in 'Pi'nin Yaşamı' dönüşümsel bir roman, okuyucularını şaşkınlığa uğratacak ve aynı zamanda gönüllerini fethedecek, akıllara durgunluk verecek nitelikte bir hayal ürünü. Öykülemenin zaferi ve gerçek anlamda Tanrı'ya inanmanızı sağlayacak bir kitap. Bir okuyucu daha başka ne isteyebilir ki? Bu roman felsefi bir esin kaynağı gibi, içinde güneş enerjisiyle çalışan bir damıtıcının kullanımı bile anlatılıyor. 'Pi'nin Yaşamı', okuyucusunu püfür püfür Pondicherry'den okyanusun kızgın sıcağına uzanan bir gezintiye çıkarıyor. Kitapta gerçekdışı ve alegorik anlatımının yanı sıra, kimi zaman duygusal öğelerden tamamen arındırılmış betimlemelere rastlıyoruz.
Piscine Molitor Patel, herkesin bildiği adıyla Pi, Hindistan'ın Pondicherry kentinde yaşayan küçük bir çocuk. Babasının burada bir hayvanat bahçesi var. Pi on altı yaşına geldiğinde, ailesi, hayvanların bir bölümünü de yanlarına alarak Kanada... tümünü göster
Piscine Molitor Patel, herkesin bildiği adıyla Pi, Hindistan'ın Pondicherry kentinde yaşayan küçük bir çocuk. Babasının burada bir hayvanat bahçesi var. Pi on altı yaşına geldiğinde, ailesi, hayvanların bir bölümünü de yanlarına alarak Kanada'ya göç etmeye karar verir ama asıl trajedi, onları taşıyan yük gemisinin korkunç bir fırtınada batmasıyla başlar. Pasifik Okyanusunun masmavi sularının üzerinde tek bir filika yüzmektedir. İçinde de yalnızca beş kazazede: Pi, bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, dişi bir orangutan ve üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı. Oyuncuların arasında uçan balıklar, Mako cinsi köpekbalıkları ve su kaplumbağaları da var. Pi, zekâsı, cesareti ve korkusu sayesinde hayvanların hiyerarşik yiyecek zincirinde yer almamayı başarır. Ve sonuçta Richard Parker adındaki kaplanla baş başa kalırlar. Şimdi Pi'nin tek yapması gereken, bu yüce hayvana büyük bir anlayışla yaklaşmaktır. Böylesi tehlikeli bir kaplanla, okyanusun ortasındaki küçücük bir filikada kıstırılmış bir çocuğun konu alındığı bir öykünün sizi hayal alemine sürükleyeceğini, daha kitaba başlamadan bilirsiniz. Yann Martel'in 'Pi'nin Yaşamı' dönüşümsel bir roman, okuyucularını şaşkınlığa uğratacak ve aynı zamanda gönüllerini fethedecek, akıllara durgunluk verecek nitelikte bir hayal ürünü. Öykülemenin zaferi ve gerçek anlamda Tanrı'ya inanmanızı sağlayacak bir kitap. Bir okuyucu daha başka ne isteyebilir ki? Bu roman felsefi bir esin kaynağı gibi, içinde güneş enerjisiyle çalışan bir damıtıcının kullanımı bile anlatılıyor. 'Pi'nin Yaşamı', okuyucusunu püfür püfür Pondicherry'den okyanusun kızgın sıcağına uzanan bir gezintiye çıkarıyor. Kitapta gerçekdışı ve alegorik anlatımının yanı sıra, kimi zaman duygusal öğelerden tamamen arındırılmış betimlemelere rastlıyoruz.
Piscine Molitor Patel, herkesin bildiği adıyla Pi, Hindistan'ın Pondicherry kentinde yaşayan küçük bir çocuk. Babasının burada bir hayvanat bahçesi var. Pi on altı yaşına geldiğinde, ailesi, hayvanların bir bölümünü de yanlarına alarak Kanada... tümünü göster
GECEDEN KORKMAMIZIN BİR NEDENİ VAR
Savannahnın en alışılmadık dövme sanatçısı, Riley Poe için yeraltı dünyası bir hayli tanıdık. Çünkü her gün o uçurumun tam kenarında yaşıyor ve çalışıyor. Şimdi ise neredeyse aşağı atlamak üzere.
Riley, erkek kardeşi yüzlerce yıllık günahkâr bir vampir tarikatı tarafından ele geçirildiğinde gölgeler ve kandan bir dünya ile orada var olanları keşfeder.
İşbirlikçisi ise Eli Dupre adında yakışıklı bir vampirdir. Eli Rileynin güzelliğinden de en az onun eşsiz kanı kadar etkilenmiştir. Daha da kötüsü Rileynin kanını çekici bulan sadece Eli değil, başkaları da var.
Riley, erkek kardeşini mutlak ölümsüzlükten kurtarmak için hayal bile edemeyeceği tehlikelerle, kana susamış acımasız düşmanlarla, sonu gelmeyen ve karşısına çıkan herşeyi silip süperen şeytani bir açlıkla yüzleşmek zorunda.
GECEDEN KORKMAMIZIN BİR NEDENİ VAR
Savannahnın en alışılmadık dövme sanatçısı, Riley Poe için yeraltı dünyası bir hayli tanıdık. Çünkü her gün o uçurumun tam kenarında yaşıyor ve çalışıyor. Şimdi ise neredeyse aşağı atlamak üzere.
Riley, erkek k... tümünü göster
Abdullah ve kız kardeşi Peri 1952 Afganistan'ında Shadbagh'ın küçük bir köyünde babaları ve üvey anneleriyle birlikte yaşamaktadırlar. Babaları Sabri sürekli iş aramakta, yoksulluk ve çetin kış şartlarıyla mücadele etmektedir.
Adı gibi güzel ve iyi huylu olan Peri, kardeşi Abdullah'ın her şeyidir. Abdullah, bir ağabeyden çok ana-baba gibidir. Onun için yapmayacağı hiçbir şey yoktur.. Hatta ağabeyi, Peri'nin koleksiyonuna katmak istediği o en değerli tüyü satın almak için tek çift ayakkabısını bile feda etmeye razıdır. Ve geceleri bir tek karyolayı paylaşmak zorundadırlar.
Peri ve Abdullah, babalarıyla Kabil çölüne doğru yola çıktıklarında kendilerini bekleyen, hayatlarını birbirinden koparacak kaderin farkında değillerdir: Bazen bir eli kurtarmak için bir parmak kesilmelidir.
Nesillerden ve kıtalar dan geçerek bizi Kabil'den başlayıp Paris, San Francisco ve Tinos'un Yunan adalarına doğru bir yolculuğa çıkaran Khaled Hosseini (Halit Hüseyni) yeni romanında, yaşamımız boyunca yaptığımız seçimleri, en yakınlarımız tarafından uğratıldığımız düş kırıklıklarını, bizi tanımlayan ve hayatımızı şekillendiren sınırları sonsuz bilgelik, derinlik, hoşgörü ve tutku ile anlatıyor.
Abdullah ve kız kardeşi Peri 1952 Afganistan'ında Shadbagh'ın küçük bir köyünde babaları ve üvey anneleriyle birlikte yaşamaktadırlar. Babaları Sabri sürekli iş aramakta, yoksulluk ve çetin kış şartlarıyla mücadele etmektedir.
Adı gibi g... tümünü göster
Andrea Cavalcanti, iki kişilik, iki tekerlekli hafif arabasına bineceği sırada omzuna bir elin dokunduğunu hissetti. Danglars yahut Monte Kristo, kendisine söylemeyi unuttukları bir şeyi söyleyecekler zannı ile döndüğü zaman, güneş yanığı yüzlü, sakallı, parlak gözlü, kurt yahut çakal gibi sivri, keskin otuz iki dişini meydana çıkartan bir gülümseyişle kendisine bakan birisi ile karşı karşıya geldi. Bu yüzü tanıdığı için mi, yoksa sadece adamın korkunç görünüşünden irkildiği için mi bilinmez, şaşırarak geri çekildi: - Ne istiyorsunuz? diye sordu.-Beni tekrar Parise kadar yürümekten kurtarmanı istiyorum. Çok yorgunum. Bu akşam, sizin gibi iyi bir yemek yemediğim için ayakta zor duruyorum. Beni arabanıza alıp Parise götürmenizi istiyorum.
Andrea Cavalcanti, iki kişilik, iki tekerlekli hafif arabasına bineceği sırada omzuna bir elin dokunduğunu hissetti. Danglars yahut Monte Kristo, kendisine söylemeyi unuttukları bir şeyi söyleyecekler zannı ile döndüğü zaman, güneş yanığı yüzlü, saka... tümünü göster
Romantizm akımının önemli eserlerinden olan Uğultulu Tepeler, birbirine aşık olan, ama zaman içinde farklı yerlere sürüklenen iki insanın çocuklarının da birbirlerine aşık olmaları ile iyice sarpa saran bir/birçok aşk öyküsünü konu alıyor...Uğultulu Tepeler, yazarın hayatı boyunca yazdığı tek kitap olmasının yanı sıra bir kadının edebiyat dünyasında varlığını ispat etmesi açısından oldukça dikkate değer...
******
Dünyanın en iyi kadın yazarlarından Bronte kardeşlerden Emilynin başyapıtı Uğultulu Tepeler, dünya sinemalarında da çağdaş örneklerle yansıtılan tehlikeli bir aşk hikayesini anlatıyor. Emily Bronte, bu romanı ölümüne bir yıl kala tamamlamıştı. 19. yüzyıl İngilteresimde zengin Earnshawların kızı Catherine ile evin beslemesi Heathcliffin imkânsız birlikteliklerinin, aşktan öte, derin bir tutkuya dönüşmesini Emily Bronte güçlü bir dille aktarıyor. Earnshaw ailesinin kâhya kadını, Bayan Deanin ağzından anlatılan romanda, geri dönüş ve zaman sıçramalarıyla Heathcliffin çok genç ölen büyük aşkı Catherinee duyduğu tutkulu aşkı ve Heathcliffin kendisini yaşamdan soyutlaması dile getiriliyor. Roman aynı zamanda Victoria Dönemi İngilteresinin kusursuz bir belgeseli olarak da değer taşıyor. Romantizm akımının güçlü bir örneği olarak da kabul edilen Uğultulu Tepeler , özgünlüğü açısından günümüzde bile en iyi romanlar arasında sayılmaktadır.
************
Romantik Gerçekçi İngiliz bir romancı olan Emily Bronte, üç romancı kız kardeşin ortancalarıdır. Hayatları kadar, sanatları da benzerlik taşıyan kardeşlerin en öne çıkanı Uğultulu Tepelerin yazarı Emily Brontedir. Yazdığı bu tek roman, yoğun bir lirizmle örülü olmanın yanı sıra, biçimsel açısından da, titiz çalışmanın, olayları sağlam temellere dayandırmanın az bulunur örneklerinden biridir.
************
Uğultulu Tepeler, ilk yayımlandığında, dönemin en saygın edebiyat dergisi Quarterly Reviewda onulmaz biçimde canavarca, isyan ettirecek nitelikte bir roman olarak değerlendirilmişti. Bugün ise, edebiyat tarihçileri bir başyapıt ile karşı karşıya bulunduğumuzdan eminler. Earnshaw çiftliğine getirilen yoksul, sahipsiz çingene çocuğu Heathcliff ile çiftliğin güzel kızı Catherine arasındaki tutku, uğultulu tepelerin laneti gibi dolaşır ortada; duygularıyla oynanan Heathcliff sevgilisinin soylu ve varlıklı Edgar Linton ile evlenmesi üzerine, her iki aileden de öç almaya kalkar. Uğultulu Tepeler, genç yaşta öteki kardeşleri gibi veremden ölen Emily Brontënin tek romanı olsa da, Victoria Çağının gerçekçilik arayışı içinde romantik bir aykırılık olarak da tektir.Uğultulu Tepeler: Ölmeyen aşk.
************
Catherine ve Hareton taş basamaklardan çıkarken, son bir defa aya bakmak için durdular. Daha doğrusu, ay ışığında birbirlerini görmek için durdular. Yine, onlara görünmeden kaybolma isteğini duydum. Beni unutmaması için, Nelly Deanin eline bir şeyler tutuşturdum. Ben de, kadının kabalığıma karşı koymasına, üzüntüsünü belirten sözlerine aldırmadan, diğerleri evin kapısını açarken, mutfak kapısından sıvıştım. Belki Joseph de, böyle davrandığım için benim kaba bir insan olduğumu düşünecekti, ama ayaklarının dibine düşen bir altın liranın sesini duyunca, benim saygın bir insan olduğuma inandı
************
Benim yaşamım onda odaklaşır. Yeryüzünde her şey yok olup bir tek o kalsa, ben onda yaşarım. Başka her şey var olmaya devam edip bir tek o yok olsa, bütün evren bana yabancı kalır, sanki artık ben o evrenin bir parçası değilmişim gibi yabancılaşır. Benim Lintona olan sevgim, ormanda düşen yapraklar gibi. Biliyorum ki kış ağaçları nasıl değiştirirse, zaman da benim sevgimi değiştirecektir. Heathcliffe olan sevgim ise, bir kaya gibi ebedidir. Ölümsüzdür. Görünüşü hoş değildir belki ama gerçektir. Nelly, ben Heathcliffim. O hep, ama hep benim içimde. Bir zevk olarak değil! Aynı benim, kendim için her zaman zevk olmadığım gibi, kendimmişim gibi. O benmiş gibi! Sakın bir daha bizim ayrılacağımızı ağzına alma.
******
Romantizm akımının önemli eserlerinden olan Uğultulu Tepeler, birbirine aşık olan, ama zaman içinde farklı yerlere sürüklenen iki insanın çocuklarının da birbirlerine aşık olmaları ile iyice sarpa saran bir/birçok aşk öyküsünü konu alıyor...Uğultulu ... tümünü göster