Galip, çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya'yı karlı bir kış günü İstanbul'da aramaya başlar. Okuyucu, bir esrarlı alemin işaretleriyle dolu İstanbul'da Galip'in araştırmalarını ve karşılaştığı kişileri izlerken, bir yandan da bu araştırmaları değişik işaretler ve tuhaf hikayelerle tamamlayan köşe yazarı Celal'in satırlarıyla karşılaşır. Bu araştırma Galip'i hem Rüya'ya hem de hayatımızın içine gömüldüğü kayıp esrara doğru çekecektir.
Galip, çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya'yı karlı bir kış günü İstanbul'da aramaya başlar. Okuyucu, bir esrarlı alemin işaretleriyle dolu İstanbul'da Galip'in araştırmalarını ve karşılaştığı k... tümünü göster
Türk yazar. 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak bu ödülü alan en genç iki kişiden biri olmuştur. Kitapları altmış dile çevrildi ve yüzü aşkın ülkede yayımlandı. 2005 yılında Prospect dergisi tarafından dünyanın 100 entelektüeli arasında gösterilirken, 2006 yılında ise TIME dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisinden biri seçildi.
Kasım 2005 ve Haziran 2008 tarihlerinde ABD'den Foreign Policy ve İngiltere'den Prospect dergilerinin internet üzerinden okuyucu anketleri ile oluşturduğu dünyanın ilk 100 entelektüeli listelerinde, 2005 yılında 54., 2008 yılında 4. sırada yer almıştır.
Orhan Pamuk yazarlığa 1974 yılında başladı. 1979 yılında ilk romanı olan Karanlık ve Işık ile katıldığı Milliyet Roman Yarışması'nda birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı ancak 1982 yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. 1983 yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülü'ne layık görüldü.
Pamuk'un daha sonra yazdığı kitaplar da çok sayıda ödül kazandı. İkinci romanı olan Sessiz Ev 1984 yılında Madaralı Roman Ödülü'nü kazandı. Bu romanın Fransızca tercümesi de 1991 yılında Prix de la Découverte Européenne Ödülü'ne hak kazandı. 1985 yılında yayımlanan tarihi romanı Beyaz Kale ile 1990 yılında ABD'de Independent Award for Foreign Fiction Ödülü'nü kazandı ve yurtdışında tanınmaya başlandı. Orhan Pamuk, 2002 yılında yayımlanan Kar kitabını, Türkiye'nin etnik ve politik meseleleri üzerine kurulu bir politik roman olarak tanımlamaktadır. Kar romanı Amerika'da 2004 yılında yılın en iyi 10 kitabından biri olarak gösterilmiştir. Yıllar geçtikçe Orhan Pamuk'un Türkiye dışındaki ünü artmaya devam etti. 1998 yılında yayımlanan Benim Adım Kırmızı 24 dile çevrildi ve 2003 yılında İrlanda'nın ünlü International IMPAC Dublin Literary Award Ödülü'nü kazandı.
Romanlarının dışında, yazılarından ve söyleşilerinden seçmelerin ve bir hikâyesinin yer aldığı Öteki Renkler (1999) ve Ömer Kavur'un yönettiği Gizli Yüz adlı filmin senaryosu (1992) vardır. Bu senaryo, 1990 yılında yayımladığı Kara Kitap romanındaki bir bölümden yola çıkılarak yazılmıştır.
Orhan Pamuk, romancılığının yanı sıra insan hakları, düşünce özgürlüğü, demokrasi ve benzeri konulardaki düşüncelerini makaleler ve söyleşiler yoluyla aktarmaktadır. Şubat 2005 tarihinde İsviçre'de yayımlanan Tages-Anzeiger, Basler Zeitung, Berner Zeitung ve Solothurner Tagblatt adlı gazetelerin haftalık eki olarak çıkan Das Magazin dergisine verdiği demeçte ifade ettiği "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü ama hiç kimse bunları konuşmaya cesaret edemiyor." sözleri Türkiye'de büyük eleştirilere neden oldu. Yazar, bu sözlerinden ötürü Türklüğe hakaret suçuyla 6 ay ila 3 yıl hapis istemiyle mahkemeye verildi. Mahkeme dünya çapında büyük ilgi uyandırdı. Orhan Pamuk'a karşı açılan bu dava T.C. Adalet Bakanlığı'nın onayını gerektiriyordu. Bu onay verilmeyince 22 Ocak 2006 tarihinde mahkeme yetkisizlik kararı verdi ve dava düştü.
Orhan Pamuk ABD'de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının 'Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler' başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri oldu. 2007 Mayıs'ında yapılan 60. Cannes Film Festivali'nde jüri üyeliği yapmıştır.
Türk yazar. 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak bu ödülü alan en genç iki kişiden biri olmuştur. Kitapları altmış dile çevrildi ve yüzü aşkın ülkede yayımlandı. 2005 yılında Prospect dergisi tarafından dünyanın 100 entelektüeli arasında gö... tümünü göster
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar'ı Berna Moran, hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı olarak niteler. Moran'a göre Oğuz Atay'ın mizah gücü, duyarlılığı ve kullandığı teknik incelikler, Tutunamayanlar'ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, yapıttaki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. Küçük burjuva dünyasını zekice alaya alan Atay saldırısını, tutunanların anlamayacağı, red edeceği türden bir romanla yapar. Tutunamayanlar, 1970 TRT Roman Ödülünü kazanmıştı.
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar'ı Berna Moran, hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı olarak niteler. Moran'a göre Oğuz Atay'ın mizah gücü, duyarlılığı ve kullandığı teknik incelikle... tümünü göster
Garip bir talihsizlik sonucu, yeryüzünün unutulmuş bir köşesine, molozlar ve yabani otlarla kaplı çorak bir bölgeye düşerek dünyadan soyutlansak... Issız adamızda kendimize Robinson Crusovari yeni bir düzen kurup bütün gereksinimlerimizi karşılayarak hayatımızı idame ettirebilir miyiz?Genç bir mimar, Londranın merkezindeki ofisinden evine giderken, yolda lastiği patlayan arabası üç otoyolun çakıştığı bir kavşaktaki trafik adasına yuvarlanır. Mimar yardım istemek için yoldan geçen araçlardan birini durdurmaya çalışsa da, çabaları boşa çıkar. Adada sıkışıp kaldığını ve kimsenin kendisiyle ilgilenmeyeceğini anlamakta gecikmeyecektir. Ballardın gerçekte olmayacak bir olay örgüsüne bizi düpedüz inandırdığı Beton Adada anlatmak istediği çok net: Beton ormanlarımızdaki çatlaklar kayıtsız kalınmış insanlarla doludur ve günün birinde biz de onlardan biri olabiliriz.Yazar hiç beklemediği bir anda konforlu hayatından mahrum kalan bireyin acizliğini gözlerimizin önüne sererken, bir yandan da toplumdan tecrit edilmenin insanı iç dünyasıyla yüzleşmeye zorlayacağını vurguluyor. Nitekim mimar, mahsur kaldığı bu berbat yerin kendi zihninin aynası olduğunu fark edecektir giderek...Ballarda göre, toplumsal yaşamın dayattığı davranış kalıpları, gerçek benliğimizi bastırıp bizleri genelgeçer değer yargılarıyla uzlaşmaya zorluyor. Oysa, kenardaki değil asıl merkezde yaşanan hayat, örneğin kendimizi işyerlerine hapsettiğimiz bir hayat benliğimize aykırı belki de. Beton Adanın sakinleri, kalabalıkların arasında dolaşan bireyin ta kendisi olmasın?Kendi kaynaklarıyla baş başa kalan bir insanın meydan okuması her zaman sağlam bir temadır. Ballard da Beton Adada bu konuyu zekiceişliyor. Modern yaşamın bir alegorisi. Hem zorlayıcı hem de derinlikli.Daily Telegraph.
Garip bir talihsizlik sonucu, yeryüzünün unutulmuş bir köşesine, molozlar ve yabani otlarla kaplı çorak bir bölgeye düşerek dünyadan soyutlansak... Issız adamızda kendimize Robinson Crusovari yeni bir düzen kurup bütün gereksinimlerimizi karşılayarak... tümünü göster
Ali İsmail Korkmaz, dört polis ve dört sivilin tesadüfi saldırısının değil, Eskişehir’de 31 Mayıs 2013’de başlayıp 3 Haziran’da son bulan örgütlü bir şiddetin kurbanı oldu.
Sanıkların savunmalarından muhafazakâr ve milliyetçi oldukları görülüyordu. Ama daha önemlisi, dönemin başbakanından ilham almış, onun koruması ve teşviki altında çalışmışlardı. Bu nedenle, sanık polis Mevlüt Saldoğan, mahkemede “Gezi darbe ise, ben darbeyi bastırdım” demek cüretini gösteriyordu. Ali İsmail’e tuzak kuran siviller ise Recep Tayyip Erdoğan’ın “Yüzde elliyi evde zor tutuyoruz” dediği kitlenin parçasıydılar.
Türkiye’nin en başarılı gazetecilerinden biri olan İsmail Saymaz bu kitabında, tek “suçu” polis şiddetinden kaçmak olan Ali İsmail’in ölümüne neden olan olaylar zincirini ve bu cinayeti örtmek için oluşturulan örgütlenmeyi bir detektif titizliğiyle, en ince detayına kadar inceliyor. “Emri kim verdi?” sorusunun yanıtını “düşman ceza hukuku”nu yürürlüğe koyan güç ve zihniyette aramamız gerektiğini gösteriyor.
Ali İsmail Korkmaz, dört polis ve dört sivilin tesadüfi saldırısının değil, Eskişehir’de 31 Mayıs 2013’de başlayıp 3 Haziran’da son bulan örgütlü bir şiddetin kurbanı oldu.
Sanıkların savunmalarından muhafazakâr ve milliyetçi oldukları görülüyordu... tümünü göster
Ali İsmail Korkmaz, dört polis ve dört sivilin tesadüfi saldırısının değil, Eskişehir’de 31 Mayıs 2013’de başlayıp 3 Haziran’da son bulan örgütlü bir şiddetin kurbanı oldu.
Sanıkların savunmalarından muhafazakâr ve milliyetçi oldukları görülüyordu. Ama daha önemlisi, dönemin başbakanından ilham almış, onun koruması ve teşviki altında çalışmışlardı. Bu nedenle, sanık polis Mevlüt Saldoğan, mahkemede “Gezi darbe ise, ben darbeyi bastırdım” demek cüretini gösteriyordu. Ali İsmail’e tuzak kuran siviller ise Recep Tayyip Erdoğan’ın “Yüzde elliyi evde zor tutuyoruz” dediği kitlenin parçasıydılar.
Türkiye’nin en başarılı gazetecilerinden biri olan İsmail Saymaz bu kitabında, tek “suçu” polis şiddetinden kaçmak olan Ali İsmail’in ölümüne neden olan olaylar zincirini ve bu cinayeti örtmek için oluşturulan örgütlenmeyi bir detektif titizliğiyle, en ince detayına kadar inceliyor. “Emri kim verdi?” sorusunun yanıtını “düşman ceza hukuku”nu yürürlüğe koyan güç ve zihniyette aramamız gerektiğini gösteriyor.
Ali İsmail Korkmaz, dört polis ve dört sivilin tesadüfi saldırısının değil, Eskişehir’de 31 Mayıs 2013’de başlayıp 3 Haziran’da son bulan örgütlü bir şiddetin kurbanı oldu.
Sanıkların savunmalarından muhafazakâr ve milliyetçi oldukları görülüyordu... tümünü göster