Galip, çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya'yı karlı bir kış günü İstanbul'da aramaya başlar. Okuyucu, bir esrarlı alemin işaretleriyle dolu İstanbul'da Galip'in araştırmalarını ve karşılaştığı kişileri izlerken, bir yandan da bu araştırmaları değişik işaretler ve tuhaf hikayelerle tamamlayan köşe yazarı Celal'in satırlarıyla karşılaşır. Bu araştırma Galip'i hem Rüya'ya hem de hayatımızın içine gömüldüğü kayıp esrara doğru çekecektir.
Galip, çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya'yı karlı bir kış günü İstanbul'da aramaya başlar. Okuyucu, bir esrarlı alemin işaretleriyle dolu İstanbul'da Galip'in araştırmalarını ve karşılaştığı kişileri izlerken, bir yandan da bu araştırmaları değişik işaretler ve tuhaf hikayelerle tamamlayan köşe yazarı Celal'in satırlarıyla karşılaşır. Bu araştırma Galip'i hem Rüya'ya hem de hayatımızın içine gömüldüğü kayıp esrara doğru çekecektir.
Defalarca kez okuyabilirim. Sanırım bu Orhan Pamuk'un mucizesi de bu.
Orhan Pamuk okumak meşakkatli bir iş. Okurken sıkabiliyor, beyninizi kullandırtmaya zorluyor. Buna rağmen okuyorsunuz çünkü edebî bir yönünün ve arkasındaki ustalığı biliyorsunuz, o cümleler o kurgu. Bu kitapta da örneğin dümdüz okuyorsunuz fakat kesinlikle bir şifresi olduğunu bir şeyler anlattığını biliyorsunuz. İşte bu adamı deli ediyor. Onu anlamaya çalışıyorsunuz, boşuna bunu yazmamıştır bir nedeni vardır bu kısmın romana dahil edilmesinde diyip diyip didik etmeye çalışıyorsunuz. Pamuk'un kitabını bitirdiğinizde kitap bitmiyor, hâlâ düşünüyor temele oturtmaya çalışıyorsunuz. Bütün kitaplarında yaşadığım bir sorun bu. Sonunda neticelenir herhalde diyorum fakat sonunda da bir şey yok, okuyucunun gücüne bırakıyor bana göre. Daha çok demek istediğim var ama dile getiremiyorum işte bir sürü bir sürü şey. İnsan kitabın içindeki esrarı çözmek adına işin içinden çıkamıyor.
Orhan Pamuk'un kitaplarını sırasıyla okumak gerektiğinin çok güzel bir örneği aslında. Ben "Cevdet Bey ve Oğulları"ndan sonra okumanın sıkıntısını çekmiştim ama sonradan toparladım.
Pamuk'un "Beyaz Kale"yle başladığı kişinin ve toplumun kimlik arayışı sürecinde 2-3 vites birden arttırarak devam ettiği romanında semboller anlamlarla birlikte hikayelerle birlikte zaman yolculuğuna götürdüğü enfes bir kurgu yaratıyor.
pek hoşuma gitmemişti.. ilk sayfalarda bıkıp, bıraktım.
Kendi gerçeğinden koparak batının- ve hatta bana göre doğu- imitasyonu olmaya başlayan, pek çok satır arasında, hikayede vurgulanan insanların kimlik yitimini anlatan Orhan Pamuk romanı. Bana göre ne aşkı konu alır ne umutsuzluğu ne de doğu coğrafyasının gizemini. Bir kimlik arayışıdır, bireyin ve içindekilerle kimliğine kavuşan şehrin.
Kara Kitap başarılı bir eser olmasının yanı sıra eksikleri ve kusurları da çokça bulunan bir eser. Eski baskılara kıyasla düzeltilmiş olduğunu tahmin ettiğim yine de kusurlu cümleler, Galip karakterinin inandırıcılığını yitiren arayışı; zira Galip Rüya'yı ararken hiç bir sebebi yokken bir kimlik kaygısına girer -Celal'in yazılarının yol göstermesine sığınarak- Kişiliğine hiç uygun olmayan biçimde bir mistisizm ile Celal'i ve Rüya'yı 'sözde' bulmaya çalışması hakikaten bu arayışın aslında kitapta girilmek istenen çalışma için göstermelik usul olarak göze çarpar.
Fakat yine de şu var ki, özellikle Celal Salik yazıları ve kimliğini yitirerek dejenere olan bir toplum yazgısı sonuca erişmese de başarıyla yansıtılır. Türk post-modernist yapıtların Uykuda Çocuk Ölümleri ile birlikte belki de en mühim eseri Kara Kitap.
Bu kitabı kaç kez okursam okuyayım tam olarak anlayabileceğimi sanmıyorum. Sırf bunun için bile seviyorum bu kitabı.
Yorumlarda bahsedildiği kadar zor ve kara bir kitap değil. Uzun sayfa sayısı, yoğun içeriği, eh biraz da konudan konuya atlaması bazı okuyucuları sıkıp,dolayısıylada zor ve kara bir kitap olarak değerlerindirilmesine yol açmış olabilir. Bu kadar konu, hikaye vb. olunca, bende yazarın bakın nelerde biliyorum benini göstermeye çalıştığı düşüncesi belirir hep. Orhan Pamuk'ta binbir gece masallarından hurufiğile ordan Mevlana- Şems'e oradan Hüsnü Aşk'a, ordan İStanbul hiklayelerine gidince bu düşünce kaçılnılmaz olarak tekrar oluştu kafamda. Yazar, romanı ; temelde insanın kendini bulması üzerine kurgulamış gibi gözükse de bence tam olarak kullandığı örnekler birbirine denk gelmemiş. İnsanın gerçeğini keşfetmek, sırrını bulmak sürekli olarak tekrar edilse de tam olarak neyi bulduğunu anlayamadım.
Bence yazar konuyu biraz dağıtarak okuyucunun gerçek sorudan uzaklaşmasını,sonunda da neydi bu gizem fikrini iyice unutmasını sağlamıştır. Ya da sırrı anlayan varsa banada söylesin.
Sonuç olarak 400 sayfalık bir roman pekde sıkılmadan okunuyorsa, roman kendini okutuyorsa yazarında hakkını vermek lazım. Bazı okuyuculardaki Orhan Pamuk'ya yazar mı okunur mu algısının yersiz olduğunu, pekala okunabileceğini, keyif alınabilceğini düşünüyorum.
Karton Cilt, 465 sayfa
Temmuz2010 tarihinde