Yıl 1913. Leon Courtney ordudan ayrılıp profesyonel avcı olmuştur. İngiliz yönetimindeki Doğu Afrikada zengin ve güçlü Amerikalı ve Avrupalı turistlere Masai kabilesinin topraklarında safariler düzenlemektedir. Müşterilerinden biri de kayzerin büyümekte olan ordusuna uçak ve zırhlı araçlar imaleden Alman sanayici Kont Otto von Meerbachtır. Leon, düzenlediği safari sırasında kontun güzel ve gizemli metresine çılgınca âşık olur. Bu arada, Birinci Dünya Savaşı patlak vermek üzereyken Doğu Afrikadaki İngiliz Ordusunun komutanı olan Penrod Ballantyne, yeğeni Leona önemli bir görev verir. Leon, von Meerbachtan bilgi sızdıracaktır. Boer Savaşından kurtulan İngilizlere karşı bir komplo hazırlandığını öğrenen Leon, Eva ile von Meerbach, Afrikaya döndüklerinde bu komplonun perde arkasında kimlerin olduğunu öğrenmek için yaşamı pahasına da olsa gerçeklerin peşine düşer.
Yıl 1913. Leon Courtney ordudan ayrılıp profesyonel avcı olmuştur. İngiliz yönetimindeki Doğu Afrikada zengin ve güçlü Amerikalı ve Avrupalı turistlere Masai kabilesinin topraklarında safariler düzenlemektedir. Müşterilerinden biri de kayzerin büyüme... tümünü göster
Padişah: Bütün varlığı ismiyle kaimdi. Her yaptığı dünyaya bir isim bırakmak içindi. İsmi kaybolunca varlığı da kayboluyordu.Yeniçeri: İsimleri bağlılıklarıyla vardı. Aşk ile bağlıydılar padişahlarına. Ateşle yaşıyor. ateşle sınanıyorlardı.Aşk: Her şey gibi o da zamana yenik düşüyor. Teslimiyet ve bağlılık gerektirdiği gibi. aşıkın da teslimiyetve bağlılık duygusunu uyandırması gerekiyordu. Aşklar da ateşle sınanıyordu.İsimri varlıklarının işaretiydi. Varlıkları isimleriyle birlikte siliniyordu. Aşkla bağlıydılar ve aşkları bağlılıktı.Padişah. askerleri ve hüzünlü bir aşk hikayesi...İsmin ve ateşin felsefesi arasında. bir yanda Osmanlı tarihi önünde yeniçerilerin hikayesi. bir yanda satın aldığı esame ile bütün hayatı değişen ve kendisini aşkın tükenişe varan yolculuğunda bulan Numanın hikayesi. Diğer yanda da çeşitli ilgilerle bu iki hikayeye bağlanan küçük hikayeler.Her şey Numanın kalbinden ve yeniçeri ocağından kıvılcım almışa benzeyen muazzam bir yangında yok olurken; Nazan Bekiroğlu. İsimle Ateş Arasında adlı romanında. resmi tarihin hükümleriyle bireysel tarihçelerin ne kadar uyuşmaz olduğunu anlatmayıdeniyor. Yerli bir duruşla. Arka Kapak:Ben uydurdum bütün bu hikâyeleri. Ama size şunu söylüyorum ki: Daha yüksekte duran bir gerçeği işaret etmek için bunca hikâye uydurdum. Demek istediğim. hepsi yalanken anlattıklarımın. anne kalbinde bir çocuk yokluğunun işaret ettiği acı yalan değildi. Yalan değildi eşi zalim avcı tarafından vurulan turnanın zaruri ölümü. Yalan değildi kemalin arkasından zevalin geldiği. Olgunlaşan her şeyin sonunda bozulduğu. Bir şey bozulurken onunla birlikte başka şeylerin de bozulduğu. Yalan değildi devletlerin insanlar gibi. aşkların da devletler gibi ömürleri olduğu. mahiyeti safiyet olan aşkı en çok karanlıkların boğduğu. Yalan değildi aşkın birbirine uymayan iki tanımının olduğu.Bu tanımlardan biri sorgusuz sualsiz teslimiyet anlamına gelirken. diğerinin. sorgusuz sualsiz teslimiyetin kurulumu demek olduğu. Böylece aşkın mutlak tanımının mümkünler âleminde nâ-mümkün olduğu. Yalan değildi güzel kokunun ezel hatırasını taşıdığı. Yalan değildi bazı şeylerin hep bir şeyle bir şey arasında bir ürperti gibi asılı durduğu.Günahı ve ihaneti bu dünyada su öbür dünyada ateş arıtacakken. suyla arınmayan âşık kalbinin ancak ateşle durulduğu. Belki de bu yüzden bir büyük yangının koptuğu. Bir ocağın; kelâma mecbur çileden yenik elemden ibaret bir kalpten kopa gelen yangınla tutuşup kül olduğu. Hikâyelerine ayrılarak anlatılmış bir romanda son kez yemin ediyorum ki: Vallahi yalan değildi! İSİMLE ATEŞ ARASINDA ZİHNİMDE KALANLARHikayet şikayettir. Hep hüzün bu hikaye.(s.101)Onu ilk kez Nun Masalları ile tanıdım. Mor Mürekkep ve Mavi Lale kitaplığımda kısa zamanda kendilerine müstesna bir yer açmışlardı bile. Artık o ben; ben ise oydum. Zihnimde beliren soru işaretlerimin cevabını Mavi Lale ve Mor Mürekkepte bulamasam da. bir başka insanın daha benzer sorular üzerinde kafa yorduğunu bilmek beni ona bağladı.Çeşitli dergilerde son kitabının reklamını gördüğümde içimde bir şeylerin kıpırdadığını farkettim. Evet. bir kitap daha dünyaya gelmişti ve bir çift el arkamdan beni itercesine kitabevinin roman raflarına çoktan götürmüştü bile. Bu kez bir roman ile karşı karşıyaydım. en azından kitabın kapağında öyle diyordu. roman(?). hikaye. deneme ve akabinde roman. Çıtanın yükseldiğinin farkındaydım ve aynı oranda ben de çıtayı yükseltiyordum. bir okur olarak beklentilerimi daha üst bir seviyeye ayarladıktan sonra geriye tek bir eylem kalıyordu. okumak.İşleri çabucak halledip odama çekildiğimde onunla başbaşaydım artık. İsimle Ateş Arasında. Yazarını isim ile ateş arasında sıkıştırarak kendini yazdıran bu eser bakalım beni nerelerde sıkıştıracaktı? Böylesi düşünceler içerisinde eserin sayfaları arasında dolaşmaya başladım.Esere Füsûstan bir epigraf ile başlanıyordu: Hikmetleri kelimelerin kalplerine indiren Allaha hamd olsun. Sözün Başı adlı bölümde yazarı okuyucuya bilgi veren bir öğretmen edasıyla konuşuyor olması ve romanını inşa ettiği temelleri tek tek elleriyle göstermesi okuyana Ben bu noktadan başlıyorum. sen bu noktanın neresindesin? sorusunu sorarak onu esere hazırlama çabası gibi geldi. Ahmet Mithat gibi okuruna bilgi veriyordu adeta. kurguyu hangi sebepler üzerine kurduğunu anlatıyordu. Varlık-yokluk kavgasının içine atılan okuyucu bu dünyada ismiyle varolduğunun bilincine vardırılıyor ve tarih çizgisi üzerinde bir yeniçerinin eşliğinde yola çıkarılıyordu.İnsanların aslında hep farkında olduğu fakat çeşitli sebeplerle bilincinin derinliklerine attığı. bu dünyadaki milyarlarca insandan biri olduğu gerçeği bir kez daha okuyucuya hatırlatılmaktadır. Milyarlarca insandan onu ayıran gerçeğin isimle başlıyor olması ve isim=varlık oluşunu bir kez daha gözler önüne seriyordu.Varlık ve yokluğu isim ve isimsizlik olarak nitelendirmesi. tarihin bizim nazarımızda isim mezarlığı olmaktan öte bir şey olmadığını ifade etmektedir. Oysa her isim bir hayatı anlatır. yaşanan olaylardan geriye yegane kalan isimlerdir. Bu isim mezarlığının içerisinden Mansur ve Nihadenin hikayesiyle karşıma çıkan anlatıcı varoluş sonrası yokluğa doğru yol almış ve zaferlerle anıldığı gibi daha çok zorbalıklarıyla hatırlanan yeniçerilerin tarihsel serüvenini de gözler önüne serer.Eser. Mansur ile. Nihade arasındaki ilişkiyle yeniçeri teşkilatının tarihsel süreci arasında kurulan paralellik çerçevesinde ilerler. Varlıktan yok oluşa sürüklenen iki aşk söz konusudur. Birisi Mansurun öteki ise yeniçerilerin. Devletlerden. kurumlardan ve insanlardan tarihin acımasızlığı sonrası geriyekocaman bir hiç haricinde sadece bir isim kaldığını anlatan yazar. bu dünya içerisinde yaşanan tüm zamanlarda bizlerin de o kocaman hiçin bir parçası olduğumuzu ve boşlukta gerçekleri görerek kendimizi aslolanın(Aşk) huzur veren dünyasına koşulsuz olarak bırakmamız gerektiğini ifade etmekte.Herşey bir isimle başlar ve bir ateşle son bulur. Yaşananların asıl gerçek karşısındaki sahteliği anlatılır okuyucuya. Nitekim yazar daha eserin başında hayat dediğinde şunun şurasında bir deftere iz düşülmüş bir isimden başka neydi ki?(s.21) demiyor mu? Eserde anlatılan. bu dünyaya bırakılan insanın hikayesidir aslında. Yola ismini satın alarak çıkan kahraman yeni bir yaşama yelken açarken insanoğlunun temel gerçeğinden hareket etmiştir. İslami inançla örtüşen bu düşünce her şeyin varolmadan önce kader defterinde yazıldığı gerçeği ile aynıdır.Kahramanımız Mansur. yeni adıyla gittiği evinde beşeri zaaflara sürükleyici Hz. Ademi cennetten eden kendi Havvasıyla tanışacaktır. Aşk. şair demiyor muydu zaten:Aşk imiş her ne var alemde. İşte aşk nazarına tutulan Mansur için tüm gerçekler. geçmişi. eşi. çocuğu velhasıl herşeyi o anda silinmiş ve bir kaybolmuşluğun içerisinde çırpınmaya başlamıştır. Tıpkı insanoğlunun dünyaya bırakılışı sonrası bezm-i elestte verdiği sözü unutması gibi bir unutuştur bu. Lakin tam bir teslimiyet söz konusu olamaz bu aşka. Bir takım sorgulamalar başlar ve o anda çözülüş gerçekleşir. Bu çözülme yeniçeri ocağının bozulmasıyla paralel ilerler. Oysa aşkta koşul yoktur. herşey kayıtsız şartsız olmalıdır. Araya sorular girdiğinde ayrılık başlar. Padişah sevgisinin yanına kadın. para vb. beşeri sevdaları koyan yeniçeri de bozgunu yaşayacaktır.Biri Nihadesini kaybeder. öteki padişahını. (Günümüz insanı ise yaratıcısını unutur. acaba buna bir işaret midir hepsi?) Aynı anda iki şey olunamadığı için aşkın saltanatında. o uçurumda yitirdim ben.(s.208) diyen yazar bir kalbe iki aşkın sığmayacağını ifade ederek aslolana ulaşılması gerektiğini satır aralarına sızdırmaktadır.Teslimiyet.Aşkın ellerine teslim olamayan bireyin sorgulayışı neticesinde illaki anlamlandırma çabası karşısında ateşe düşmesi anlatılıyor eserde. Aşkın kendisi ateştir oysa. Aşklarda ayrı kalış esastır derler ya hani. Mansur Nihadeyi kaybettiğinde; yeniçeri padişahını kaybettiğinde asıl aşkın içine doğmaktadır. Peki ya ben?Sabahın ilk ışıkları binaların çatılarına yenik düştüğünde derin bir nefes alarak son sayfayı da çevirip kitabın kapağını kapatıyorum. Bir zamandır düşünüyorum. ismim mevcut ve bir ateşe doğru yol alırken benden geriye mezarlıkta yer alacak bir isimden ziyade ne bırakabilirim?Hikayet şikayettir. Hep hüzün bu hikaye. Yani bizim hikayemiz...Ahmet Faruk GÜLER
Padişah: Bütün varlığı ismiyle kaimdi. Her yaptığı dünyaya bir isim bırakmak içindi. İsmi kaybolunca varlığı da kayboluyordu.Yeniçeri: İsimleri bağlılıklarıyla vardı. Aşk ile bağlıydılar padişahlarına. Ateşle yaşıyor. ateşle sınanıyorlardı.Aşk: Her ş... tümünü göster