Beyaz Geceler Dostoyevski’nin en hafif, en saf, en lirik kitabıdır. Saflık kelimesiyle karmaşık ve karışık olmayan bir şeyi kastediyorum. Kitap sözü de okuyucuyu yanıltmasın: Dostoyevski Beyaz Geceler’i bir gazetede yayımlanacak basit ve çoşkulu bir hikâye olarak tasarlamıştı. Hikâye saflık ve yalınlığını, kahramanlarının hep aynı kumaştan ve renkten yapılmasından alır. Onlara, dile getirdikleri sözlere hemen inanırız. Bir şeye inanan, sonra aynı güçle tam tersine inanan tipik Dostoyevski kahramanları yok bu kitapta. Bu bakımdan Beyaz Geceler Dostoyevski’nin en özel, en ayrıksı kitabı. Burada bizi etkileyen şey kitabın ve kahramanlarının bu saflığından gelen hafiflik, bir çeşit çocuksu dürüstlük ve bizi yormayan melodramlardan alabileceğimiz bir mutluluk duygusu.
Beyaz Geceler Dostoyevski’nin en hafif, en saf, en lirik kitabıdır. Saflık kelimesiyle karmaşık ve karışık olmayan bir şeyi kastediyorum. Kitap sözü de okuyucuyu yanıltmasın: Dostoyevski Beyaz Geceler’i bir gazetede yayımlanacak basit ve çoşkulu bir ... tümünü göster
Bir yanda budala, anlamsız, önemsiz, hastalıklı, herkese yarardan çok zararı dokunan, niçin yaşadığını kendi de bilmeyen, yarın nasıl olsa ölecek bir kocakarı; öte yanda yardım görmedikleri için boş yere sıkıntı çeken körpe güçler.Kocakarıyı öldür, parasını al, sonra bu parayı tüm insanlığın yararına harca. Bir hayırlı ölüme karşı binlerce yaşam.Kocakarıyı öldürdükten sonra paraya el sürmeden ruhundaki iç çelişkilerle savaş. Ben kocakarıyı değil kendimi öldürdüm. noktasına geliş.Sonunda iyi yürekli, uysal Sonyanın etkisiyle iç rahatı ve gönül ferahlığına kavuşma.Suç ve Ceza, Raskolnikovun kişiliğinde hasta insan ruhunu tüm ayrıntılarıyla gözlerimizin önüne seren, iç çatışmalarıyla bizi derinden etkileyecek bir yapıt. Dostoyevskinin başyapıtlarından biri, belki de birincisi.
************
19. Yüzyıl Rusyasının sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi yapısının izlerini anlatıyor.
************
Roman ilk olarak 1866'da Rus Habercisi adlı edebiyat dergisinde yayımlandıktan sonra cilt hâline getirilmiştir. Yazarın en uzun ikinci romanı olma özelliği taşır. Bununla birlikte yazarın olgunluk döneminin ilk büyük romanıdır. Roman Rodion Romanovich Raskolnikovun ahlaki ikilemlerine odaklanır. Raskolnikov nefret edilen, kötü bir tefeciyi öldürecektir. Böylece finansal problemlerini çözerken aynı zamanda dünya kötü, değersiz bir parazitten temizlenecektir. Raskolnikov, daha yüksek bir amaca hizmet eden bir cinayetin kabul edilebilir olduğuna inanır. Yazar, özellikle en günahkar görülen karakterleri inanca yöneltmiştir. Kimlikler değil, kişilikler önemlidir mesajı da verilmiştir. Suç Nedir? Ceza Nedir? Amaca ulaşmak için her yol mubah mıdır? Asıl suçlu kim? Toplum mu? Bu gibi soruları düşündüren yazar, her okurun kendi inançlarına, hayata bakış açısına göre yorumlayabileceği, fikir edineceği bir üslûp takip etmiştir.
************
Aşkı ilk yaşamak, denizi ilk görmek gibi, Dostoyevskiyi de keşfetmek insanın hayatında çok önemli bir tarihtir. Bu genellikle ilk gençlik çağında olur; yaşlılıkta daha huzurlu yazarları okuruz. 1915t'e Cenevrede Suç ve Cezayı okudum. Kahramanları bir katil ve bir orospu olan bu roman bana çevremizdeki savaştan da yıkıcı ve etkileyici geldi... Dostoyevskiyi okumak bilmediğimiz büyük bir şehrin içine ya da bir savaşın gölgesine girmek gibidir.
J. L. Borges
************
Dostoyevski (1821-1881): Gerek 1840 ortalarından itibaren yayımlamaya başladığı Beyaz Geceler ve Öteki gibi uzun öykü-kısa romanlarıyla, gerekse ilkini elinizde tuttuğunuz Suç ve Ceza, Budala ve Karamazov Kardeşler gibi Sibirya sürgünü sonrası büyük romanlarıyla Dostoyevski, insanın karanlık yakasını kendinden sonraki bütün romancıları derinden etkileyecek biçimde dile getirmiş büyük bir 19. yüzyıl ustasıdır. Mazlum Beyhan (1944); Yayımlamış olduğu Dostoyevskiden Suç ve Ceza ve Budala, Tolstoydan Çocukluğum, İlkgençliğim, Gençliğim ve Gogoldan Arabeskler benzeri çalışmalar düşünüldüğünde, Beyhan, hiç tartışmasız son 35 yılın en önemli Rus edebiyatı çevirmenlerinden biridir.
************
Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881) mühendislik eğitimi almasına rağmen çocukluk yıllarından beri edebiyata büyük bir ilgi duymuştu. O dönemde yaşayan Rus aydınları gibi genç Dostoyevski de Çarlık yönetimini eleştiren yazılar yazıyordu. Bu yüzden Çar Nikola tarafından mahkum ve sürgün edildi.Sürgünden dönünce verdiği eserlerden biri de elinizdeki bu kitaptır. En iyi ve en ünlü eserlerinden biri olan Suç ve Ceza romanını 1866 yılında yazıp bitirmeyi başardı. Dünyanın en iyi romanlarından sayılan bu romanı ile de büyük bir üne kavuşmuş oldu.
************
Suç ve Ceza, dünya edebiyatının en çok okunan, en büyük romanlarından biri olarak kabul edilir. Sefalet içinde yaşayan, üniversite ile ilişkisi kesilmiş genç Raskolnikov, kendince bir kuram geliştirir ve hem kendisinin hem de yakınlarının sıkıntısına bir anda son vermek için, yaşamayı hak etmediğini düşündüğü, yaşlı, hastalıklı, insafsız, kaçık bir tefeci kadını öldürmeye karar verir. Dostoyevski, ilk bakışta bir polisiye romanı çağrıştıran bu metinde, insan ruhunu bir kez daha büyük bir sınav ile karşı karşıya getirir. Bizce yaşamayı hak etmediğine inandığımız bir insanı, kendi açımızdan geçerli nedenlerle öldürmek, aklın gerekçeleri ile ruhun sesini susturmak mümkün müdür? Rus kırsalına, aristokrasiye ve köylüye yönelen Tolstoydan farklı olarak, büyük kentin (Petersburgun) karanlıkları içinde bir çıkış yolu arayan yalnız ve tecrit edilmiş insanların yolunu aydınlatmaya çalışan Dostoyevski, Raskolnikovun işlediği suçun peşinde, varoluşun derinliklerinde dolaştırıyor bizi. Suç ve Ceza: İnsan hayatı ile deney.
************
"Raskolnikov yürürken, Acaba neredeydi? diye düşündü. Nerede okumuştum, hani bir idam mahkumu, ölümünden biraz önce şöyle söylemiş ya da düşünmüştü: Yüksek ve sarp bir kayalıkta, ancak iki ayağımın sığabileceği, dar bir çıkıntıda, dört bir yanım uçurumlar, okyanuslar, sonsuz bir gece, sonsuz bir yalnızlık ve hiç bitmeyecek bir fırtınayla sarılmış durumda yaşamak zorunda olsam ve bütün ömrümce, bin yıl boyunca, hatta sonsuza kadar o bir karış toprakta durmam da gerekse, o şekilde yaşamak, şu anda bir saat içinde ölecek olmaktan çok daha iyidir? Yeter ki yaşasındı, sırf yaşasın! Nasıl olursa olsun, ama yeter ki yaşasın!... "
************
Kendisinden sonra gelen edebiyatçıların tümünü etkileyen dünyanın en ünlü edebiyatçılarından biri olan Dostoyevski bu romanında roman kahramanı olan Raskolnikovun kişiliğinde toplumdaki çarpık adalet anlayışını eleştirmekte ve bu sembol karakter aracılığıyla da düzeltmeye çalışmaktadır.Bu romanda suç ve ceza kavramı, toplumsal, ahlâki ve dini değerler derinlemesine analiz edilmektedir.Milli Eğitim Bakanlığının ortaöğretim öğrencilerine öğretim süreleri içerisinde okumalarını tavsiye ettiği 100 temel eserden birisi olan SUÇ VE CEZA romanı herkesin mutlaka okuması gereken eserlerden biridir.
Bir yanda budala, anlamsız, önemsiz, hastalıklı, herkese yarardan çok zararı dokunan, niçin yaşadığını kendi de bilmeyen, yarın nasıl olsa ölecek bir kocakarı; öte yanda yardım görmedikleri için boş yere sıkıntı çeken körpe güçler.Kocakarıyı öldür, p... tümünü göster
Mariya hayatının baharında annesini kaybetmiştir. Henüz on yedi yaşındadır. Karşısına babasının arkadaşı Sergey Mihayloviç çıkar. Genç kız, kendisinden oldukça büyük olan bu adama tutulur ve çok geçmeden evlenirler.
Ama evlilik hiç de genç kadının hayal ettiği gibi gitmez. Başlangıçta iyi giden ilişki, bir balo yüzünden bozulur. Mariya acı gerçeklerle yüz yüze kalır, ruhu sıkıntıların pençesindedir. Bu arada karşısına çıkan, Mariya'nın deyimiyle ''onu yasak zevklerin uçurumuna sürüklemeye çalışan'' bir Fransız markisi genç kadının duygularını tekrar canlandırır. Bundan sonrası sıkıntı, acı, işkencedir. Yalancı ilişkiler romanı, gerçekle hayallerin mücadelesinin canlı bir örneği niteliğindedir. Eserde, aşırı derecede tutkunun insanları nerelere sürükleyebileceğini görecek ve özveri denen kavramı özümseyeceksiniz.
Mariya hayatının baharında annesini kaybetmiştir. Henüz on yedi yaşındadır. Karşısına babasının arkadaşı Sergey Mihayloviç çıkar. Genç kız, kendisinden oldukça büyük olan bu adama tutulur ve çok geçmeden evlenirler.
Ama evlilik hiç de genç kadının h... tümünü göster
Cimri, temanın, karakterlerle ve yan öğelerle ustalıkla desteklendiği, oyuncuların sahnede yer değiştirmelerinden vücutlarının hareketine kadar her şeyin incelikle düşünüldüğü bir başyapıttır. Molière, Cimri'de trajik bir durumu komediyle anlatır. Aslında korkunç bir kişiliği olan Harpagon, gülünç bir adamdır, çünkü kendini çok ciddiye alır. Cimri'nin para tutkusu, oyunun bazı sahnelerinde gaddarlık, hatta açıkça çılgınlık noktasına varır. Nitekim Goethe, Cimri'nin bir komedi değil, bir trajedi olduğunu öne sürmüştür.
******
Molière'in ünlü yapıtlarından olan Cimri, ülkemizde 100 yılı aşkın bir süreden beri tanınmakta, okurların beğenisiyle karşılanmaktadır. Seyircinin ve okurun yer yer geleneksel tiyatromuzla da bağ kurabildiği bu klasik yapıtta, ünlü tiyatro eleştirmenimiz Dikmen Gürün'ün açıklayıcı önsözüne de yer veriyoruz. Cimri'nin bu eksiksiz çevirisini, dönemin özelliklerini yansıtan vurgulamalarla ve aslına sadık yorumlarla sunuyoruz.
************
Moliere (Jean-Baptiste Poquelin) (1622-1673); Yalnızca oynanması amacıyla yazdıklarındaki tiplemelerle dünya edebiyatında, Shakespeare'den sonra insan gerçekliğine belki de en derinlemesine nüfuz eden oyun yazarlarından biridir. Kadınlar Mektebi'nden Kibarlık Budalası'na, Cimri'den Hastalık Hastası'na bu oyunlar, dönemin tutucu otoritelerini rahatsız etmekle kalmamış, 300 yılı aşkın bir süredir aynı tazelikle sahnelenmeyi sürdürmüşlerdir.
************
Molière kahramanları, hemen hemen istisnasız 17. yüzyıl Fransız burjuvazisinin belli bir öbeğini temsil ederler. Bir kısmı saray aristokrasisi arasındayken, geniş bir bölümü ise ticaret ve manifaktürle uğraşır. İşte bu sınıfın parasını tefecilikle, faizlerle çoğaltan, ama henüz ilerici burjuvaziye özgü bir ticari kafadan yoksun bir temsilcisi olan Harpagon, bir bakıma, feodalizm artığı bir para kazanma yolunu izler. Eserlerinde sadece, aristokrasiyi, aristokrat katına yükselme heveslilerini, hatta monarşinin merkeziyetçi devlet yönetimini ve hamisi Kral XIV. Louis'yi bile eleştirisinin hedef tahtası yapan Molière, ilkel bir para biriktirme takıntısına tutsak olmuş Harpagon'u da öteki kişileri gibi, toplumdışı bir acayiplik olarak sunar. Cimri: Aklın takıntıya yenilgisi.
Cimri, temanın, karakterlerle ve yan öğelerle ustalıkla desteklendiği, oyuncuların sahnede yer değiştirmelerinden vücutlarının hareketine kadar her şeyin incelikle düşünüldüğü bir başyapıttır. Molière, Cimri'de trajik bir durumu komediyle anlatı... tümünü göster
- Ben sana tilefon itmedim mi?
- Ettin onbaşım.
- Ben sana demograsinin emrini bildirmedim mi?
- Bildirdin onbaşım.
- Ben sana şu candarmaynan haber iletmedim mi?
- İlettin onbaşım.
- Pekiy, ilettim de sen ne yaptın? Ne demiye garşılama törenine gelmiyonuz? Hı? Ben size yüz yayan, gırk da atlıynan garşılama meydanına geleceğiniz, orada, "Yaşasın demograsi!" deyi bağıracağınız, gelirkene gurban itmeğe bi düveynen iki de goç getireceğiniz deyi haber itmedim mi? Her bi köy, "Başüstüne!" didi de, siz niden gelmiyonuz?
- Onbaşı, bi düve değel, beş düve virelim, iki dene goç değel, yirmi goç virelim. Hepisi demograsiye gurban gitsin. Velakin, biz garşılama meydanına gelmeyiz... Sürüynen davar gönderelim, hepisi gurban ossun. Aman onbaşı, bizi o garşılama meydanına çağırma...
- Demek siz demograsiye isyan ediyonuz?
- Töbe... Bizim demograsiye bi sözümüz yok. Emme o garşılama meydanına gitmeyiz.
- Yoh da, höriyete niden baş galdırıyonuz?
- Estağfurullah... Höriyete de bi sözümüz yok.Höriyet höriyettir ve herbir dayim de höriyete karşı başımız iğikdir. Velakin onbaşım, biz o garşılama meydanına gitmeyiz.
- Yahu muhtar, biz seni bunun için mi cenderme guvvetiynen bu köye muhtar seçtirdik. Garşılama meydanına gitmeyincek, demograsiye uymak mı olur? Hemi höriyete bi sözümüz yok diyonuz, hemi de, "Yaşasın," deyi bağırmayız diyonuz.
- Yok, bağırmayız dimedik. Yalanın yok, yanlışın var onbaşı. Biz bağıralım, "Yaşasın!" deyi bağıralım. Velakin köyden, burdan bağırırız. Garşılama meydanına gitmeyiz. Burdan bağıralım, çağıralım, yiri göğü biribirine gatalım. Emme o garşılama meydanına, ı-ıh...
- Ben sana tilefon itmedim mi?
- Ettin onbaşım.
- Ben sana demograsinin emrini bildirmedim mi?
- Bildirdin onbaşım.
- Ben sana şu candarmaynan haber iletmedim mi?
- İlettin onbaşım.
- Pekiy, ilettim de sen ne yaptın? Ne demiye garşılama törenin... tümünü göster
eddaçlk şu anda kitap okumuyor.