Julio Cortázar, tanımak mutluluğuna eriştiğim en etkileyici insandı. Üstelik o yaşlı 1956 sonbaharının bitimine doğru, arasıra uğradığı, parmaklarını boyayan kocaman bir dolmakalemle önündeki okul defterine yazılar doldurmak üzere, Jean-Paul Sartredan yüz metre ötede, köşe masalarından birine kurulduğu, İngilizce adlı Paris kahvesinde onu ilk gördüğüm günden beri... İlk öyküler kitabı Bestiarioyu okumuş, daha ikinci sayfasında, büyüyüp adam olduğum zaman böyle bir yazar olmak istediğimi anlamıştım. O belki de hiç istemeden herkesçe sevilmeyi başaran tek Arjantinliydi. GABRIEL GARCIA MARQUEZ
Julio Cortázar, tanımak mutluluğuna eriştiğim en etkileyici insandı. Üstelik o yaşlı 1956 sonbaharının bitimine doğru, arasıra uğradığı, parmaklarını boyayan kocaman bir dolmakalemle önündeki okul defterine yazılar doldurmak üzere, Jean-Paul Sartreda... tümünü göster
Julio Cortázar, tanımak mutluluğuna eriştiğim en etkileyici insandı. Üstelik o yaşlı 1956 sonbaharının bitimine doğru, arasıra uğradığı, parmaklarını boyayan kocaman bir dolmakalemle önündeki okul defterine yazılar doldurmak üzere, Jean-Paul Sartredan yüz metre ötede, köşe masalarından birine kurulduğu, İngilizce adlı Paris kahvesinde onu ilk gördüğüm günden beri... İlk öyküler kitabı Bestiarioyu okumuş, daha ikinci sayfasında, büyüyüp adam olduğum zaman böyle bir yazar olmak istediğimi anlamıştım. O belki de hiç istemeden herkesçe sevilmeyi başaran tek Arjantinliydi. GABRIEL GARCIA MARQUEZ
Julio Cortázar, tanımak mutluluğuna eriştiğim en etkileyici insandı. Üstelik o yaşlı 1956 sonbaharının bitimine doğru, arasıra uğradığı, parmaklarını boyayan kocaman bir dolmakalemle önündeki okul defterine yazılar doldurmak üzere, Jean-Paul Sartreda... tümünü göster
Eflâtun rengi hayaller kuran bir 'suskun'un sözleridir, bu roman. İşittiğini gören, gördüğünü dinleyen, dinlediğini sessizliğin büyüsüyle sırlayan ve tüm bunların görkemini hikâye eden bir adamın alçakgönüllü dünyasına misafir olacaksınız, satırlar akıp giderken. O ise, muzip bir tebessümle size eşlik edecek, sessizce... Sayfaları birer birer tüketirken, benzersiz erguvanî düşlerin 'gerçekliği'nde semâ edeceksiniz ve bu düşlerden âdeta başınız dönecek. Hayat kadar gerçek, düş kadar inanılmaz bu dünyanın tüm kahramanlarının seslerini duyacak, nefeslerini hissedeceksiniz. Çünkü Suskunlar, sessizliğin olduğu kadar, seslerin ve sözlerin, yani musikînin romanıdır. Sonsuzluğun derin sessizliğinin 'nefesini üfleyen' ve ona 'can veren' bir adamın hayallerinin ete kemiğe bürünmüş kahramanları, en az sizler kadar gerçektir; ya da siz, en az onlar kadar bir düş ürünü... Bağdasar, Kirkor, Dâvut, Kalın Musa, İbrahim Dede Efendi, Rafael, Tağut, Veysel Bey ve diğerleri... Onlar, sessizliğin evreninden İhsan Oktay Anar’ın düş dünyasına duhûl ederek suskunluklarını bozmuşlardır. Bir meczûp aşkı tattı, bir âşıksa aşkına şarkılar yazıp ruhunu maviyle bezedi; diğeri, kaybolduğu dünyada bir sesin peşine düşerek kendini buldu. Nevâ, belki de, herkesin âşık olduğu bir kadının pür hayâliydi. Hayâlet avcısı, kendi ruhunu yakalamaya çalıştı. Zâhir ve Bâtın ise, zıtlıkların muhteşem birliğinde denge bulan iki ayrı gücün cisimleşmiş hâliydi. Suskunlar’ı okuduktan sonra aynaya bakmak, yansıyan aksinizde gerçeği görmek, gördüğünüzü işitmek ve duyduklarınızla sağırlaşıp susmak isteyeceksiniz. Sayfalar tükenip bittiğinde, kim bilir, belki de 'suskunlar'dan biri olacaksınız…
Eflâtun rengi hayaller kuran bir 'suskun'un sözleridir, bu roman. İşittiğini gören, gördüğünü dinleyen, dinlediğini sessizliğin büyüsüyle sırlayan ve tüm bunların görkemini hikâye eden bir adamın alçakgönüllü dünyasına misafir olacaksınız, ... tümünü göster