Gerçek miydi? Portre gerçekten değişmiş miydi? Yahut sadece kendi muhayyilesi mi neşeli bir bakışı şeytanca bir bakış olarak görmesine neden olmuştu? Boyanmış bir tablo gerçekten değişebilir miydi? Böyle bir şey saçmaydı. Bu, bir gün Basile anlatılacak bir hikâyeydi.Çok yakışlıklı bir genç olan Dorian Gray, ressam Basil Hallward tarafından çizilen portresinden o kadarnir ki geçen günler taze bedenini yaşlandıracakken tablonun daima genç ve güzel kalacak olmasına esef eder. Acaba gerçekten öyle mi olacaktır?
******
İrlandalı şair ve oyun yazarı Oscar Wilde, 1854te doğdu. Bütün ömrünü Güzelin peşinden koşmaya adadı. Dorian Grayin Portresi adlı eserinde kendi dünyasının olanca estetizmini ortaya koyar: Şiddetli ve az rastlanır duyuları aramak, zevki ve ruhu baskılayan her şeye başkaldırmak, gerçek sanatçının toplum veya ahlak kurallarına üstünlüğü gibi özelliklerin hepsi bu eserinde vardır.
Zevk için yaşadığına hiçbir zaman yazıklanmayan, tanımadığı hiçbir hazzın kalmamasıyla övünen, flüt sesleriyle, ilkbahar çiçeklerinin süslediği, patikalardan indiğini söyleyen Oscar Wildein bu eserinde çok şey bulacaksınız.
************
İrlanda asıllı İngiliz yazar Oscar Wilde 19. yüzyıl sonunda en çok ilgi çeken sanatçılardan biridir. Wilde, sanatıyla yaşamını bütünleştiren bir yazardır. İlk yapıtları pek ilgi görmese de 1891de yayımlanan The Picture of Dorian Gray adlı eseriyle başarısının doruğuna çıkmış, ününe ün katmış, ustalığını kanıtlamıştır. Eserlerinde döneminin çok hassas bir konusu olan farklı cinsel eğilimlere yasakçı bir gözle bakan, dönemin bu toplumsal yargısını uca vardırılmış bir eleştirellikle işleyen Oscar Wilde, bu romanının kurgusunu da böyle bir konuyla temellendirmiştir. Katı ve gelenekçi Victoria dönemi anlayışına başkaldıran bir estetiğin savunuculuğunu yapan Wildeın, yaşamın toplumsal görevlerin toplamı değil, güzelliklerin yaşanmasının bir toplamı olduğunu gösterebilmek için sürdürdüğü çabası ona pahalıya da patlamış olsa, yaşamı boyunca bu çabadan vazgeçmemiş, yıllar süren hapislik hayatı mücadelesini ancak daha fazla bilemiştir. Güzelliğin en yücesini sanatta bulan Wildeın, hayatın estetize edilebilmesi için yasaklardan arındırılması gerektiği tezini bu romanında rahatlıkla bulabileceksiniz...
************
İrlanda asıllı İngiliz yazar Oscar Wilde (1854-1900), çeşitli deneme ve öykülerinin ardından 1891de yayınlanan tek romanı Dorian Grayle büyük yankılar uyandırdı. Esas olarak özel yaşamına ilişkin itirafları kapsayan romanda, en çok üzerinde durulan konu roman kahramanı genç ve yakışıklı Dorian Grayin düalist felsefeye sahip olması ve yaşadığı çifte yaşamdır. Wildeın daha önceki çeşitli çalışmalarında da görülen bu biçim Dorian Grayin Portresinde doruk noktasına ulaşmıştır. Victoria Çağı ahlakının ikiyüzlülüğüne karşı sert bir tepki sayılan ünlü romanı, İbrahim Şenerin Türkçesiyle okurlarımıza sunuyoruz.
************
Yetenekli ressam Basil Hallward, kanavanın üzerine her vurduğu fırça darbesiyle kalbini, ruhunu kattığı nefes kesici güzellikteki resmin nelere yol açacağını bilemezdi...B bir portreydi, Dorian Grayin portresi... Dorian Gray, gençliğinin baharında, henüz hayatı tanımamış, bir Adonis, bir Paris kadar yakışıklı, erkeklerin bile güzel bulup, gözlerini ayıramadıkları bir delikanlı...Bu güzelliğiniz, gençliğiniz kısa sürecek, bir gün siz yaşlana-caksınız, ancak bu resim sonsuza kadar hep genç, yakışıklı kalacak...Belki de bu sözlerdi, geri dönülmesi mümkün olmayan, dehşet verici olaylar dizisini başlatan...Oscar Wildenin ilk ve son romanı olan bu inanılmaz eser, yazıldığı dönemde büyük fırtınalar koparmıştı. Kimileri bu romanı ahlakdışı buldular, kimileri de dehanın bir eseri olarak kabul ettiler. Gerçek güzellik nedir? Hep güzel ve genç kalmak uğruna nelerden vazgeçilebilir?
******
Gerçek miydi? Portre gerçekten değişmiş miydi? Yahut sadece kendi muhayyilesi mi neşeli bir bakışı şeytanca bir bakış olarak görmesine neden olmuştu? Boyanmış bir tablo gerçekten değişebilir miydi? Böyle bir şey saçmaydı. Bu, bir gün Basile anlatılac... tümünü göster
Franz Kafkanın 1915 yılında yayımlanan Dönüşüm adlı romanı, yazarın, anlatım sanatının doruğa ulaştığı bir yapıtıdır. Küçük burjuva çevrelerindeki tiksindirici aile ilişkilerini en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen bu roman, aynı zamanda toplumun kalıplaşmış, işlevini çoktan yitirmiş akışına bilinç düzeyinde başkaldıran bireyin tragedyasını çarpıcı biçimde dile getirir. Romanın kahramanı Gregor Samsanın başkalaşması, bir böceğe dönüşmesi, salt bir çarkın kaskatı dişlisi, eleştirmeyen, ama yalnızca boyun eğen bir toplum teki olmaktan çıkma anlamını taşır; böylece böcekleşenin yazgısı, elbet toplumca dışlanmaktadır. Kafkanın en kalıcı yapıtları arasında yer alan ve Nobel ödülü sahibi Elias Canettinin En yüksek düzeydeki anlatım sanatının tipik örneği olarak nitelediği Dönüşümü Ahmet Cemalin çevirisiyle sunuyoruz.\n\n-Kitap ruhumuzun buz kesmiş sularını kıracak bir balta olmalıdır.
-İnanç, giyotine benzer; onun kadar ağırdır, onun kadar hafiftir.
-Yaşarken yaşamıyla uzlaşamayan birinin, bir eliyle, yazgısının tepesine çöken umutsuzluğu biraz uzaklaştırması gerekir.. Ama bir eliyle de, yıkıntılar arasında gördüklerini not alabilir.
\n\nİlk kez 1915 yılında yayımlanan Dönüşüm, üzerinden neredeyse bir asır geçmesine rağmen hâlâ tüm dünyada en çok okunan kitaplar arasındadır.Yabancı ve alışılmadık bir olayın öyküye girmesiyle birlikte tamamıyla alışılmış, hatta basit diyebileceğimiz bir çevre birdenbire yeni bir ışık altında gerçek yapısıyla ortaya çıkar. Bir pazarlamacı ve ailesinin hiç de çekici olmayan monoton yaşamı bilinen yöntemlerle anlatılsa farklı ve ilginç bir şey ortaya çıkmaz. Ancak bu pazarlamacı bir sabah uykudan uyandığında kendisini bir böceğe dönüşmüş bulduğunda o ve ailesinin varlıklarının sorunsalı üzerindeki perde birdenbire kalkar.Burada normal yaşamın üzerindeki maskenin normal olmayan bir biçimde düşmesi anlatılmaktadır. İnsan kılığında bir canavar değildir karşımıza çıkan, aksine hayvan kılığında bir insandır.\n\nSıradan bir pazarlamacı olan Gregor Samsa, bir sabah sıkıntılı rüyalardan uyandığında kendini tuhaf, devasa bir böcek olarak bulur. İnce titrek bacakları, çirkin, boğum boğum karnının iki yanında, denetimden çıkmış gibi sağa sola sallanmaktadır. Batı edebiyatının ve modernizmin kilometre taşlarından biri olan Dönüşüm, asıl şimdi, yirmi birinci yüzyılın başında, modern insanın derinden yaşadığı yabancılaşmadan kaçmanın imkânsızlığını, yaklaşık seksen yıl önce haber vermiş gibidir. Koruyucu bir böcek kabuğunun içine sığınmak, kendini her türlü iletişime, saçma olanın bu ete kemiğe bürünmüş biçimi karşısında bile hâlâ rutin hayatı, görevleri hatırlatan dış seslere kapamak, kısacası oyundan çıkmak, bir kurtuluş olduğu kadar, hayatın anlamına uzak düşmenin cezasıdır da. Dönüşüm: Yabancılaşmanın ağırlığı.\n\n\n\nBir sabah tedirgin, düşlerinden uyanan Gregor Samsa, dev bir böceğe dönüşmüş halde buldu kendini. Bir zırh gibi sertleşmiş sırtının üzerinde yatıyor, başını biraz kaldırdığında yay şeklinde katı bölmelere ayrılmış, bir kümbet yapmış kahverengi karnını görüyordu. Karnının üstündeki yorgan, her an kayıp yere düşmeye hazır halde güçlükle tutunabilmekteydi. Vücudunun diğer kısımlarına göre acınacak kadar cılız, bir sürü bacakçık, ne yapacaklarını şaşırmış, gözlerinin önünde sürekli çakıp sönüyordu.
\n\nBabasının iflasından sonra ailesinin geçimini üstlenen Gregor Samsa, bir sabah yatağında böceğe dönüşmüş olarak uyanır. Bir böceğin gövdesine sahip olmasına rağmen düşünceleriyle bir insan olan Samsa, umutsuzlukla ailesinden ilgi bekler. Kafkanın olağandışı ile olağanı ustalıkla kaynaştırdığı bu romanında, küçük burjuva yaşantısına bir eleştiri de getiriyor.\n\nFranz Kafka : ( 3 Temmuz 1883, Prag - 3 Haziran 1924, Kierling) Taşralı Çek proletaryasından gelip zengin bir tüccar konumuna yükselmiş bir baba ile zengin ve aydın bir Alman Yahudisi annenin çocuğu olan Franz Kafka, içedönük ve huzursuz kişiliğini büyük ölçüde annesine borçluydu. Çeşitli ailevi ve toplumsal sebepler yüzünden çevresine yabancılaşarak büyüdü. Ailesinin Pragdaki Alman toplumuyla kaynaşma çabaları sonucunda Alman okullarında okudu. Çek kökenli bir aileden geldiği halde Almancayı anadili olarak kullandığı için tam bir Çek sayılmayan Franzı, Almanlar da tam anlamıyla kendilerinden görmediler.Babasının zoruyla 1906da tamamlayacağı hukuk eğitimine başladı. Eğitimi tamamladıktan sonra bir sigorta şirketine girdi. Max Brod ile tanışıp, Prag edebiyat çevresine katıldı. Sigorta şirketinde çalışmasıyla yabancılaşma duygusu iyice gelişen Kafka, 1912de Felice Bauer ile tanıştı. 1914 ve 1917de iki kez Felice ile nişanlanmasına rağmen yazmaktan alıkoyacağı düşüncesiyle bir türlü evlenemedi. Bu ilişkiden geriye 500ü aşkın mektup kalmıştır.I. Dünya Savaşı sırasında fiziksel yetersizlik nedeniyle askere alınmadı.1917 yılında vereme yakalandığı anlaşıldı.1920de yapıtlarını Çekçeye çevirmek isteyen Milena Jesenka ile tanıştı. Kendisinden 12 yaş küçük ve evli olan Milenayla -birleşmelerinin umutsuz olduğunu bildiği halde - yıllarca mektuplaştı.Sağlık sorunlarının artması üzerine emekliliğini istedi, son yıllarında 20 yaşındaki Dora Diamant ile mutluluğa takıldı.1924de Viyana yakınlarında Kierling Senatoryumuna kaldırıldı ve oradan çıkamadı. Praga gömüldü.Nazilerin Çekoslavakyayı işgali sırasında üç kız kardeşi de toplama kamplarında öldürüldü, Kafka ile ilgili bir çok belge yok edildi.20 yıl süren dostluklarının sonunda Kafka bütün yazdıklarını ölümünden sonra yakması için Max Broda vermişti. Ama Brod, dostuna ihanet ederek bu yapıtları bastırdı.1935de başlayan ilk toplu basım önce engellendi sonra da yasaklandı ama zaman içinde üne ve sıkı bir satış garantisine kavuştu.\n\nGregor Samsa bir sabah tedirgin düşlerden uyandığında, kendini yatağında devasa bir böceğe dönüşmüş buldu.Dönüşüm edebiyat tarihinin belki de en müthiş bu cümlesiyle başlar. Ama bunun, anlatının en dokunaksız cümlelerinden biri olduğunu satırlar ilerledikçe anlarız. Samsa beklendiği gibi panik içindedir. Ama yaşadığı panik, sanıldığı gibi böceğe dönüşmüş olmasından değil, geç kalmasındandır. Çünkü işe geç kalması, işini riske atması demektir ve o, bu riski göze alamaz. Ailesi borç yükü altında ezilmekte ve bütün aile Samsanın eline bakmaktadır. İşte Kafkanın derin sezgisiyle önceden haber verdiği asıl korkunç gerçeklik... Birey kendi bedeninden, varoluşundan kopmuş, olağanüstü durumunu bile göz ardı edebilecek kadar sosyal yaşama batmış ve kendine yabancılaşmıştır. Ancak, devasa bir böceğe dönüşünce topluma da yabancılaşır. Acı süreç, toplumun giderek onu kendi dışına itmeye çalışması, onun da var gücüyle toplumun bir yerine bağlanmak için verdiği mücadeleyle geçer.Bu, belki de hepimizin trajedisidir.Franz Kafka, Dönüşümle modern temaları klasik alegorik anlatımla eriterek dünya edebiyatında beklenmedik ufuklar ve anlatım olanakları açmıştır.\n\nYazınsal yaşamını iktidarla çalışma üzerine kuran Franz Kafkanın eserlerin de, rüyalarından alıan ve kabusa yaklaşan yerinellerle (alegori), insanın anlamadığı yasalarla yönetilen bir dünyayla ulaşma girişimindeki birey ruhunun yalnızlığı vardır.Yaşarken çok az eseri basılan Kafkanın romanlarını özellikle psikanaliz kuramına oturttuğu, bilinçaltının çalışmalarından örnek aldığı düşünülmüştür.Dönüşüm yazarın tanınmış eserlerinden biridir.\n\nKafkanın ölümsüz başyapıtıGregor Samsa bir sabah kötü bir rüyadan uyandığında, kendini yatağında korkunç bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.Daha ilk cümlesiyle bile kitabın sonunu merak ettiren bir konu... Sayfalar ilerledikçe Gregorun hayatına bir böcek olarak devam etmeye çalışmasına ve ailesinin, yakın çevresinin bu durum karşısındaki bocalamalarına tanık oluruz. Hayatın normal akışı içerisinde ortaya çıkan bu değişiklik, aslında Franz Kafkanın toplumda varolan kalıplaşmış düzene bir başkaldırısıdır. Toplumdan farklı olan insanların dışlanışını da bu yolla oldukça başarılı bir yöntemle eleştirir. Kafkanın bu başyapıtı, çok geçmeden klasikler arasında yerini almış ve Kafkanın ününü de günümüze kadar taşımıştır.\n\nFranz Kafkanın 1915 yılında yayımlanan Dönüşüm adlı anlatısı, yazarın anlatım sanatının gerçek anlamda doruklarına varmış olduğu bir yapıttır... Küçük burjuva çevrelerindeki tiksindirici aile ilişkilerini en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen anlatı, aynı zamanda genelde toplumun kalıplaşmış, işlevini çoktan yitirmiş akışına bilinç düzeyinde başkaldıran bireyin tragedyasını çarpıcı biçimde dile getirir. Gregor Samsanın başkalaşma, bir böceğe dönüşmesi, salt bir çarkın kaskatı dişlisi, eleştirmeyen, ama yalnızca boyun eğen bir toplum tepki olmaktan çıkma anlamını taşır; böylece böcekleşenin yazgısı elbet toplumcu dışlanmaktır\n\n
Franz Kafkanın 1915 yılında yayımlanan Dönüşüm adlı romanı, yazarın, anlatım sanatının doruğa ulaştığı bir yapıtıdır. Küçük burjuva çevrelerindeki tiksindirici aile ilişkilerini en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen bu roman, aynı zamanda toplumun ka... tümünü göster
Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının felsefi öyküsü. Sanki bir nasihatnâme: Yazgına nasıl egemen olacaksın, mutluluğunu nasıl kuracaksın? sorularına yanıt arayan bir hayat ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen romanın altı yılda, yedi milyondan fazla okur bulmasının gizi, kuşkusuz, onun bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor. Simyacı'yı okumak, herkes daha uykudayken, güneşin doğuşunu seyretmek için şafak vakti uyanmaya benziyor.
Simyacı, Brezilyalı eski şarkı sözü yazarı Paulo Coelho'nun, yayınlandığı 1988 yılından bu yana dünyayı birbirine katan, eleştirmenler tarafından bir fenomen olarak değerlendirilen üçüncü romanı. Simyacı, altı yılda kırk iki ülkede yedi milyondan fazla sattı. Bu, Gabriel Garcia Marquez'den bu yana görülmemiş bir olay. Yüreğinde, çocukluğunu yitirmemiş olan okurlar için bir klasik kimliği kazanan Simyacıyı Saint-Exupéry'nin Küçük Prens'i ve Richard Bach'ın Martı Jonathan Livingston'u ile karşılaştıranlar var.
Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının felsefi öyküsü. Sanki bir nasihatnâme: Yazgına nasıl egemen olacaksın, mutluluğunu nasıl kuracaksın? sorula... tümünü göster
Evli ve çocuk sahibi, mesleğine aşkla bağlı bir istihbaratçı olan Sedat, çeşitli ayak oyunlarıyla örgütünden uzaklaştırılınca kendisini sudan çıkmış balık gibi hisseder. Onu yaşama bağlayacak, mesleği kadar tutkulu bir şey gereklidir hayatında. Bu arada Mineyle karşılaşır ve hayatındaki ölümcül boşluğu aşk doldurur. Ancak Minenin ansızın ortadan kaybolması, her şeyi altüst eder ve Sedat da sevdiği kadını aramaya başlar.Sis ve Gecede okur, bu arayış boyunca Sedatla birlikte insan ilişkilerine doğru ilginç bir yolculuğa çıkar. İstanbulun Tarlabaşı, Kurtuluş gibi unutulmuş semtlerinin ara sokaklarında süren bu arayış, kimisi geçmişin anılarına bağlı, kimisi değerlerini yitirmiş, para ve çıkar ekseninde gelişen trajik ve komik ilişkilerin insanlarını çıkartır karşımıza.Seçtiği mekânlar ve insan ilişkileriyle İstanbulun tarihten beri süregelen karmaşık etnik yapısına da işaret eder Sis ve Gece. Türkiyede yaşayan Rumların son temsilcilerinden olan Madam Eleni ve kızı Marianın öyküsü çarpıcı olduğu kadar düşündürücüdür de. Bu toprakların insanı olan Madam Eleni ve kızı Maria, son dönemde yaşanan kültürel kaos ve yozlaşma nedeniyle kendi komşuları tarafından kurban olarak seçilirler. Türkiye kültürünün en özgün renklerinden olan bu insanların son yıllardaki yaşamı trajik bir biçimde aktarılır.Sis ve Gecede, suç ya da cinayet, kurguyu tamamlayan, gerilimi tırmandıran birer dekor ya da motif olarak yer almaz romanda. Suç, insan yazgısı üzerinde trajik sonuçlar doğuran bir öğe olarak boy gösterir. Ahmet Ümit, toplumsal düzeni savunan bir insanın serüveninde, bu amansız yabancılaşmayı, yalnızlaşmayı dile getirir.
Evli ve çocuk sahibi, mesleğine aşkla bağlı bir istihbaratçı olan Sedat, çeşitli ayak oyunlarıyla örgütünden uzaklaştırılınca kendisini sudan çıkmış balık gibi hisseder. Onu yaşama bağlayacak, mesleği kadar tutkulu bir şey gereklidir hayatında. Bu ar... tümünü göster
Bihter hepsini unutmak isteyerek, kandili hâlâ bütün bütüne yakmadığı için birtakım karartılar yansıtan aynanın karşısına geçiyor, çıplak gövdesine bakıyor, nergisçe bir tutumla hazdan sarsılıyordu. Başkaları ne düşünürdü bilmem, ama bu, kendi kendine tatmine giden yol, Bihteri büsbütün yalnızlıkla sarıp sarmalardı. Hazlarda söze dökülemeyecek uçurumlar hissederdim. Romancı, Bihter için, Evet bu vücudu seviyor... diye yazıyordu. Genç kadın ayna karşısındaydı, vücuduna sevgiler, vurgunluklar duyuyordu. Gülümsüyor, aynadaki aksinden sevda umuyordu.(...) Çünkü Bihter, hayatında bundan böyle aşkların karşılıksız kalacağını, daha da yalnızlıklarla dolup taşacağını, kendisinden o kadar yaşlı Adnan Beyin ne aşka, ne ihtirasa yanıt verebileceğini sezinlemişti. İşlemeli, dantelalı yatak örtüleri, bu gece ve her gece, Bihtere bomboş süsler, düzmece incelikler sunacak, ama Bihter süslü döşeğinde hep ihtirasların, genç tenlerin hayalini kuracaktı...
Bihter hepsini unutmak isteyerek, kandili hâlâ bütün bütüne yakmadığı için birtakım karartılar yansıtan aynanın karşısına geçiyor, çıplak gövdesine bakıyor, nergisçe bir tutumla hazdan sarsılıyordu. Başkaları ne düşünürdü bilmem, ama bu, kendi kendin... tümünü göster
Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu.
Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hiyakesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.
Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebe... tümünü göster
esmerus şu anda kitap okumuyor.