"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum Kürk Mantolu Madonna'yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."
Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum Kürk... tümünü göster
Cesur yeni Dünya bizi Forddan sonra 632 yılına götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında Cemaat, Özdeşlik, İstikrar yazan Londra Merkez kuluçka ve Şartlandırma Merkezinde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, annelik ve babalık pornografik birer kavram olarak görülür. Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya uykuda eğitim ile sağlanır. Hipnopedya seyesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. Herkes herkes içindir.
Cesur yeni Dünya bizi Forddan sonra 632 yılına götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında Cemaat, Özdeşlik, İstikrar yazan Londra Merkez kuluçka ve Şartlandırma Merkezinde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, annelik ve b... tümünü göster
Bağıra bağıra mesaj vermese güzel olabilirdi. Bıraksaydı da o mesajları biz anlasaydık.
Bağıra bağıra mesaj vermese güzel olabilirdi. Bıraksaydı da o mesajları biz anlasaydık.
Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı. Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı, bir lokma yiyecek için mücadeleye girişmişti bile. İşte zor bir gün daha başlıyordu.
Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı. Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı... tümünü göster
Emir ve Hasan, Kabil'de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk...
Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir'le Hasan'ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ise onun hizmetkarının oğludur. Üstelik Hasan, orada pek sevilmeyen bir etnik azınlığa, Hazaralara mensuptur. Çocukların birbirleriyle kesişen yaşamları ve kaderleri, çevrelerindeki dünyanın trajedisini yansıtır. Sovyetler işgali sırasında Emir ve babası ülkeyi terk edip California'ya giderler. Emir böylece geçmişinden kaçtığını düşünür. Her şeye rağmen arkasında bıraktığı Hasan'ın hatırasından kopamaz. Uçurtma Avcısı arkadaşlık, ihanet ve sadakatin bedeline ilişkin bir roman. Babalar ve oğullar, babaların oğullarına etkileri, sevgileri, fedakârlıkları ve yalanları.... Daha önce hiçbir romanda anlatılmamış bir tarihin perde arkasının yansıtan Uçurtma Avcısı, zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişinin aşama aşama gözler önüne seriyor. Uçurtma Avcısında anlatılan olağanüstü bir dostluk. Bir insanını diğerini ne kadar sevebileceğinin su gibi akıp giden öyküsü...
Emir ve Hasan, Kabil'de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk...
Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir'le Hasan'ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ... tümünü göster
Bu kitap için söylenebilecek o kadar çok şey var ki. Ama ben lafı uzatmayıp yalnızca bir şey söyleyeceğim.
Çekirdek çitlemek...
Evet, bu kitabı okumak tıpkı çekirdek çitlemeye benziyor. Okudukça okuyor, tıpkı çekirdek gibi, birirmeden rahat edemiyorsunuz. Çekirdeğin lezzeti ağzınızda hoş bir tat bırakırken tuzu dudaklarınızı yakar ya hani, aynı öyle bir şey. Çekilen acıların içinde yakalanan küçük mutluluklar okuyanda bu hissi uyandırıyor. Kendimi fazla kaptırdığımdan mıdır bilemedim, karakterleri kendi çocukluğumda yaşadıklarımla karşılaştırıp, özellikle hasan'ın sapanlı sahnesinde, çocukluğumda yaşadığım benzer bir olay aklıma geldi. Tamam, çocukken belki Hasan kadar isabetli sapan atışı yapamıyordum ve onunki kadar kötü bir çocukluk yaşamadım ama bir defasında sapan ile mahallenin belalı gençlerine kafa tutmuşluğum, hatta çocuğun kulağını yarmışlığım var.
Assef'in tarifi, teyzemin benden bir yaş büyük oğluna o kadar benziyor ki onun yerine teyzemin oğlunu koydum, Amir'in babasını kendi babamın yerine. bizim için yaptığı fedakarlıkları, Allah uzun ömür versin kendi babamın öleceğini düşündüm. Sonradan açığa çıkan gerçeklere rağmen ne kadar da güzel tarif edilmiş bir baba tasfiri. Herhalde hemen herkesin babası kendi gözünde bu tasfirlerdeki gibidir.
Sanırım hikayenin kötü yanı, Amir'in, Hasan ile yaşadıklarının hemen hemen aynısını Sohrab ile de yaşaması. Sohrab'ın tekrar yetimhaneye bırakılma ihtimali doğduğunda yaptıkları sayılabilir. Bu kadar tesadüf biraz fazla gibi. Ayrıca o yaştaki bir çocuğun kendine ettiği son kötülük de öyle. O yaşta bir çocuk, psikolojisi ne kadar bozuk olursa olsun bunu aklına getiremez diye tahmin ediyorum.
Çok gerçekçi, çok sürükleyici, gözyaşartıcı bir kitap. Bu kitabı okumak biber gazı solumak, çekirdek çitlemek gibi.
Bu kitap için söylenebilecek o kadar çok şey var ki. Ama ben lafı uzatmayıp yalnızca bir şey söyleyeceğim.
Çekirdek çitlemek...
Evet, bu kitabı okumak tıpkı çekirdek çitlemeye benziyor. Okudukça okuyor, tıpkı çekirdek gibi, birirmeden rahat ede... tümünü göster
feal12 şu anda kitap okumuyor.