Bir şey sunulmuştu bana, bir hediye, bir meyve. Ama ben o meyveden tadamadım, gök erik gibi kaldı avcumda dünya. Şimdi ben uykusuzum, yalınayağım, kendimle meşgulüm. Kapımın önünde boş peynir tenekeleri, yağmur suyu biriktiriyorum. Kendi kendime, sanatçı tecrübe edinemeyen insandır, diyorum, bu dünyada hiçbir tecrübesi olmayan insandır ama şimdi sen karala bunun üstünü, yırt sen bunu, olmadı çünkü, olmadı işte. Nafile.Bir intiharın çevresinde, insanlar...O kızın intiharıyla birbirlerine yaklaşan... Kendi içlerine ve geçmişe dalan... Onu kaybetmenin acısıyla başka sevdiklerine eğilen... Nasıl da mühimdir aşk sakarlıkları, sevgi ihmalleri; nasıl hayat kurtarır eşin-dostun bakım, onarımı... Barış Bıçakçıdan, yine usul usul edebiyat.Barış Bıçakçının dingin, gösterişsiz, suskusundan güç alan öykülerinin son zamanlarda okuduğum en güzel öyküler arasında olduğunu söyleyebilirim. Ne anlattığı sanki önemli değilmiş, ama anlatım biçimi ve diliyle de sıradanmış gibi görünüyorsa size, okuma alışkanlıklarınızı adam akıllı gözden geçirmeniz gerekir.Semih Gümüş
Bir şey sunulmuştu bana, bir hediye, bir meyve. Ama ben o meyveden tadamadım, gök erik gibi kaldı avcumda dünya. Şimdi ben uykusuzum, yalınayağım, kendimle meşgulüm. Kapımın önünde boş peynir tenekeleri, yağmur suyu biriktiriyorum. Kendi kendime, san... tümünü göster
Bir kimse, oltasını neden, içinde tek balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır ve orada, o göl kıyısında oturup saatlerce bekler? Yazsonunda bu soru, kahramanın ağzından bir Akdeniz kentinde sorulur. Zaman, belki bir dinlencedir, belki değildir; dönüş, belki vardır, belki yoktur; Akdenizin büyülü atmosferine kendilerini bir kez kaptıranlar, içinde balık olmadığını çok iyi bildikleri sulara da olta atmakta belki hiçbir sakınca görmeyeceklerdir. Çünkü aranan, ya aslında bulunması istenmeyendir, ya da oltaya takıldığı anda, arayış sürsün diye, hemen özgür bırakılacaktır... Adalet Ağaoğlunun Yazsonu, kendine özgü bir Akdeniz coğrafyasında, yaşanmak istenen, ama aslında belki de yalnızca birer serap olarak kalacak hayatların romanı. Bu romanda bir kaçışla Akdenizin doğu kıyısına varanlar, geride bıraktıklarını sandıkları, gerçekte ise yanlarından hiç ayırmadıkları geçmişleriyle, belki kara iklimlerinde olduğundan çok daha amansız bir hesaplaşmaya girmek durumundadırlar. İşte, bütün o kendi tarihinizin takılarını da evinizde, geldiğiniz, geçtiğiniz yerlerde bırakamazsınız. Onlar, -siz kendiniz- sizinle her yanı dolaşır, her yere girip çıkarlar... Yazsonu, okurunu sürekli yolcu kılan bir roman serüveni... TADIMLIKGördüm nasıl Nar alacasına bulandığını Dağların denizin Birkaç adım ötede Duruyor kumsal Gümüş kanatlı kuşlar Öreninde özlemin. Yağmurlar hiç olmayacaktı sanki. Gökyüzü masmaviydi. Güneş tam karşıdan vuruyordu. Aydınlık gözdeliciydi. Güneyde bir kıyı yoluydu. Ansızın denize inilmişti. Sonra, bir süre denizden uzaklaşılmıştı. Derken yol, kıyıya daha yakın gelmişti. Şimdi lâcivert, çoğu kez de cam göbeği bir deniz, sıcakkanlı, yolun böğrüne iyice sokuluyor, giderek usulca kaçıyor, sonra, uzaklarda giyindiği pusundan soyuna soyuna, ona daha yakın geliyordu. Denizin kayalara gire çıka, içlerini doldura boşalta çıkardığı uğultu da. Sabırlı bir öfkeyi yoğuran uğultuydu. Çığlıklarla dışa vurulmamış bir yürek boğulmasıydı, denizde. (Kuzeyden inip, aşağı yukarı aynı saatlerde Antalyadan Alanyaya doğru yol alırken, denizle karanın, özellikle de kıyı yolunun ilişkisini buna yakın bir biçimde algılamış bulunduğum için, peşine düştüğüm kadının da böyle algıladığını sanmam doğaldır. Üstelik, bu izlenimleri başkalarına aktarmaya giriştiğime göre, oralardan geçmiş bulunsun bulunmasın, o başkalarının da hemen hemen aynı izlenimlerle bize katılmalarını istediğim de çok açık. Benim dıştan gözleyerek o kadının bakışına yamamaya çalıştığım ne varsa, hepsini başkaları kendi gözleriyle tartıp değerlendirsinler, ellerinden geliyorsa çoğaltıp zenginleştirsinler, diye de bir çağrı. Daha doğrusu, bir dürtme. Öyle ya, anlatan da bulunmasa, öyle durup dururken bir yığın kimse, aynı anda bir solukta güneydeki o kıyı yoluna inivermiş olamazdı.)
Bir kimse, oltasını neden, içinde tek balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır ve orada, o göl kıyısında oturup saatlerce bekler? Yazsonunda bu soru, kahramanın ağzından bir Akdeniz kentinde sorulur. Zaman, belki bir dinlencedir, belki değildir; dö... tümünü göster
Oğuz Atayın edebiyatla ilgili herkes için sürekli merak konusu olmuş günlüğünün bütünü. Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda bana bunu da yaptınız sözleriyle başlayan Günlük boyunca okur, yazarın son yıllarındaki yalnızlığını paylaşmakla kalmıyor, Oyunlarla Yaşayanların oluşum sürecini adım adım izliyor, bir edebiyat laboratuvarındaymış gibi.
Oğuz Atayın edebiyatla ilgili herkes için sürekli merak konusu olmuş günlüğünün bütünü. Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda bana bunu da yaptınız sözleriyle başlaya... tümünü göster