Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.
Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü... tümünü göster
'Yüzüklerin Efendisi' son yüzyılın en çok okunan yüz kitabı arasında en başta geliyor; bilimkurgu, fantezi, polisiye, best-seller ya da ana akım demeden, tüm edebiyat türleri arasında tartışmasız bir önderliğe sahip. Bir açıdan bakarsanız bir fantezi romanı, başka bir açıdan baktığınızda, insanlık durumu, sorumluluk, iktidar ve savaş üzerine bir roman. Bir yolculuk, bir büyüme öyküsü; fedakârlık ve dostluk üzerine, hırs ve ihanet üzerine bir roman.
'Yüzüklerin Efendisi' son yüzyılın en çok okunan yüz kitabı arasında en başta geliyor; bilimkurgu, fantezi, polisiye, best-seller ya da ana akım demeden, tüm edebiyat türleri arasında tartışmasız bir önderliğe sahip. Bir açıdan bakarsanız b... tümünü göster
Nereye giderseniz gidin, ülkeniz peşinizden gelir. Artık siz orada yaşamasanız da o, içinizde yaşar. Afganistan'ın Khaled Hosseini'de yaşadığı gibi...
Bin Muhteşem Güneş, ilk romanı Uçurtma Avcısı'yla tüm dünyada inanılmaz bir başarı yakalayan Hosseini'nin ikinci romanı.Yazar bu romanında da yine doğduğu toprakları anlatıyor. Bu kez iki kadının kesişen yaşamları ve dostlukları üzerinden. Küçük yaşta evlendirilen kızlar, çocuğu olmayan kadınlar, babaya ya da çocukluk arkadaşına duyulan, geçmişe gömülmüş aşklar.
Khaled Hosseini, hasreti, dostluğu, aşkı ve insanlığı en iyi anlatan yazarlardan. Başarıyla kurduğu olay örgüsüyle, çıkmaz yolların nasıl düzlüklere açılabileceğini gösteren yaratıcı bir kalem. Bin Muhteşem Güneş, kelimenin tam anlamıyla beklenen bir roman.
Nereye giderseniz gidin, ülkeniz peşinizden gelir. Artık siz orada yaşamasanız da o, içinizde yaşar. Afganistan'ın Khaled Hosseini'de yaşadığı gibi...
Bin Muhteşem Güneş, ilk romanı Uçurtma Avcısı'yla tüm dünyada inanılmaz bir başarı ... tümünü göster
Kendisini yirmili yılların sonunda New York’ta bir limanda bulan, kırılgan, saf ve masum genç Xavier X. Mortanse’ın, geçmişine dair sadece üç isim vardır: bileğine dövme olarak yapılmış kendi adı, kız kardeşi Justine’in adı ve Macaristan’da olduğunu hatırladığı Saint Lawrence Irmağı. Gerçekte kim olduğunu bilmeyen Xavier, şehri yavaş yavaş bir yıkım alanına çeviren acımasız ve kaba “yıkıcılar”ın yanında çırak olarak işe başlar. Aşkların, düşlerin, evlerin ve hayatların parçalara ayrılarak birer yıkıntıya dönüştüğü, aynı müzikhollerdeki gibi birçok karakterin birbiri ardına belirip kayboluverdiği bu kocaman şantiyede Xavier de Amerikan rüyasındaki yerini almak umuduyla bir o yana bir yana savrulup durur.
New York’un tüm aşırılıklarının serbestçe sergilendiği bir müzikhol, karakterlerin ise benzersiz ve tekinsiz masal kahramanlarını andırdığı, burleskten fantastiğe, fabldan vodvile birçok türün izlerini taşıyan bu barok romanın yazarı Soucy, edebiyat dünyasının, kendi özgürlüğüne inanan diğer tüm büyük karakterleri gibi kolay kolay unutulmayacak trajik bir kahraman ve XX. yüzyıl edebiyatının dev yapıtları arasında yerini alan, çok katmanlı ve farklı okumalara açık büyük bir eser yaratmış.
Ünlü eleştirmen Pierre Lepape’ın dediği gibi “Gaétan Soucy, Fransızca yazan yazarların en iyilerinden biri ve şüphesiz, son yılların tartışmasız en önemli keşfi.”
Kendisini yirmili yılların sonunda New York’ta bir limanda bulan, kırılgan, saf ve masum genç Xavier X. Mortanse’ın, geçmişine dair sadece üç isim vardır: bileğine dövme olarak yapılmış kendi adı, kız kardeşi Justine’in adı ve Macaristan’da olduğunu ... tümünü göster
Frank McCourtun çocukluğunu anlatan Angelanın Külleri dünyanın her yerinde büyük bir okuyucu kitlesi tarafından okundu ve çok sevildi. Büyük bir yoksulluğu anlattığı halde, McCourtun kalemindeki sevecenlik ve ince mizah, satırların arasından sızan umutla birleşince, ortaya bir kurtuluş, bir başarı öyküsü çıkmıştı. Kitap birçok ödül aldı (Pulitzer Ödülü - Ulusal Kitap Kriterleri Çevresi Ödülü - Los Angeles Times Kitap Ödülü). Pek çok dilde defalarca basıldı. Umuda Doğru işte bu öykünün devamı; Frankienin yoksul bir göçmenden pırıl pırıl bir öğretmene ve mükemmel bir yazara dönüştüğü Amerika serüvenini anlatıyor. Frank, büyük çabalardan sonra on dokuz yaşında, New Yorka gelmeyi başarır. Gemide tanıştığı bir papaz ona Biltmore Otelinde bir iş bulur. Otelde çalışırken, bu sınıfsız ülkedeki çarpıcı sınıflandırmayla tanışacaktır. Askere alınıp Almanyaya gönderilir. Orduda köpekleri eğitmeyi ve daktilo kullanmayı öğrenir. 1953te Amerikaya döndüğünde doklarda çalışmaya başlar. Amerika, Frankienin kamını doyurmuştur; ama yüreği hala hoşnut değildir. Çevresindeki tüm göçmenler, ülkelerindekine benzer yaşam biçimlerini benimser ve ısrarla başka bir şeyin imkansız olduğunu söylerken, onun hayellerinde okuyup eğitim görmek, Amerikada Amerikalılar gibi yaşamak vardır. On dört yaşında okulu bıraktığı halde, kendini, New York Üniversitesine kabul ettirmeyi başarır. Orada, uzun bacaklı, sarışın, su katılmadık bir Yankeeye aşık olur ve hayallerini gerçeğe çevirmeye çalışır. Ancak dünyadaki yerini, öğretmenliğe -ve yazmaya- başladıktan sonra bulacaktır. Umuda doğru, Frank McCourtun Amerikada yaşadıklarını, olağanüstü insancıl bir mizaha sararak büyüleyici bir dille anlattığı bir öykü. Kitap Angelanın Küllerinin devamı niteliğindedir.
Frank McCourtun çocukluğunu anlatan Angelanın Külleri dünyanın her yerinde büyük bir okuyucu kitlesi tarafından okundu ve çok sevildi. Büyük bir yoksulluğu anlattığı halde, McCourtun kalemindeki sevecenlik ve ince mizah, satırların arasından sızan um... tümünü göster
Her on yedi saniyede bir kadın tecavüze uğruyor. Her bir saniyede yüzlerce hayvan öldürülüyor. ''Dayak yiyen kadınlar'' gerçekliği her gün yüzümüze çarpılıyor ekranlardan ve gazete sayfalarından. Çiftliklerin esir ettiği, mezbahaların katlettiği hayvanlar ''marketteki et''e indirgeniyor günümüzde. Etin hem protein için zorunlu olduğuna hem de gücün kaynağı olduğuna inanmamız için örülen mit, aslında erkeğin potansiyel şiddet eğilimiyle üstünlük kurmasına neden oluyor. Etçilleri yiyen etçiller, kafamızdaki iktidar piramidinde en üste yerleştiriliyor ve bu haliyle gündelik hayatımızın her köşesine sızıyor. Reklamların neredeyse tamamında eti yenen hayvanların kadınsı temsil edilmesi ve erkek zihninde seks yapılacak kadının et veya piliç görüntüsünde olması yapbozu kendiliğinden tamamlıyor.
İşte Carol J. Adams bu kitapta, yukarıda sayılan olguları ve genel olarak ataerki ile et tüketimi arasındaki diyalektiği çözümlüyor. Ona göre, erkeklik inşasının önemli bir parçası başka bedenleri denetim altında tutmaktır; et yemek de bunun önemli bir aşamasını oluşturur. ''Et yemek, erkek iktidarının her öğünde yeniden ilan edilmesidir.'' Onun kuramıyla, pornoda veya sof-rada (aslında erkeğin yazdığı tüm ''metinlerde'') parça parça tüketilen tüm adsızlar, ''kayıp gönderge'' olarak yeniden bedene kavuşuyor.
Bu kitap, kadın ve hayvanın tüm yönleriyle eş olduğunu savunmuyor; yalnız-ca şiddet ve tahakkümden beslenen erkek egemen kültürün yeri yurdu olmadığının, zayıf bulduğu her şeyi ve herkesi ''erkek'' tanımının dışına ata-rak alt edilecek bir öteki ilan ettiğinin, özneden nesneye indirgediğinin altını çiziyor. Yiyecek/giyecek başka bir şey yokmuşçasına, birtakım canlılara yaşarken kafesi, ölürken ise kan gölünü reva gördüğümüz sürece savaşları ve ayrımcılığı olumlayan eril şiddet kültürünün ve hiyerarşinin aramızdan ayrılmayacağını hatırlatıyor.
''Bu kitapta ışık tutulan erkek şiddeti, kadın düşmanlığı, et yeme kültürü ve militarizm arasındaki bağlantılar, bugün de Carol J. Adams’ın yirmi yıl önce teşhis ettiği zamanki geçerliliğini koruyor.''
J. M. Coetzee
Her on yedi saniyede bir kadın tecavüze uğruyor. Her bir saniyede yüzlerce hayvan öldürülüyor. ''Dayak yiyen kadınlar'' gerçekliği her gün yüzümüze çarpılıyor ekranlardan ve gazete sayfalarından. Çiftliklerin esir ettiği, mezbahal... tümünü göster