H.P. Lovecraft'ın tüm yaşamı boyunca yazdığı 51 öyküden sekizinin bir araya getirildiği Cthulhu'nun Çağrısı, gotik edebiyatın, öneminden hala bir şey kaybetmemiş, klasik örneklerinden. Kitabına adını veren Cthulhu'nun Çağrısı adlı öykü ile Innsmouth Üzerindeki Gölge Lovecraft'ın ana temalarından biri olan Cthulhu Mitosu üzerine yazdığı en kapsamlı öykülerden.
Korku ve hayretin kol gezdiği bu öykülerde H.P. Lovecraft, Poe'dan bu yana okuyucuyu en çok şaşırtan yazar olarak, gotik edebiyatın klasik temalarından, kendi hayal gücünün ürünü bir dizi temaya irkilten bir elle dokunuyor. ''İnsanoğlunun en eski ve en güçlü duygusu korkudur. En eski ve en güçlü korku da bilinmeyenin korkusudur.''
Not: Bu kitap 1994 yılında Mitos Boyut Yayınları'ndan Gotik Öyküler adıyla çıkmıştır.
H.P. Lovecraft'ın tüm yaşamı boyunca yazdığı 51 öyküden sekizinin bir araya getirildiği Cthulhu'nun Çağrısı, gotik edebiyatın, öneminden hala bir şey kaybetmemiş, klasik örneklerinden. Kitabına adını veren Cthulhu'nun Çağrısı adlı öykü... tümünü göster
Nikolay Gavriloviç Çernişevski
Çernişevskiy Nasıl Yapmalı?yı 4 Aralık 1862 ile 4 Nisan 1863 arasını kapsayan dört aylık sürede, Petropavlovsk zindanında yazdı. Ama dört ayda yazılan bu romanın Rus toplum hayatı üzerinde yarattığı sarsıntı öyle büyük oldu ki, Dostoyevskiy ve Tolstoydan Kropotkin ve Lenine kadar pek çok yazın ve eylem adamı, kimi yerin dibine batırarak, kimi yücelterek Nasıl Yapmalı?yı konuştu, tartıştı. Kropotkinin belirttiğine göre Nasıl Yapmalı?, dönemin Rus gençliği için bir tür siyasal program niteliğine büründü. Nasıl Yapmalı?nın içeriği son derece kapsamlıdır. Yine de, bu roman neyi anlatıyor sorusuna yeni insanları anlatıyor denilse bu hem kısa, hem de doğru bir yanıt olacaktır.
Çernişevskiy Nasıl Yapmalı?yı 4 Aralık 1862 ile 4 Nisan 1863 arasını kapsayan dört aylık sürede, Petropavlovsk zindanında yazdı. Ama dört ayda yazılan bu romanın Rus toplum hayatı üzerinde yarattığı sarsıntı öyle büyük oldu ki, Dostoyevskiy ve Tolsto... tümünü göster
Nikolay Gavriloviç Çernişevski
Çernişevskiy Nasıl Yapmalı?yı 4 Aralık 1862 ile 4 Nisan 1863 arasını kapsayan dört aylık sürede, Petropavlovsk zindanında yazdı. Ama dört ayda yazılan bu romanın Rus toplum hayatı üzerinde yarattığı sarsıntı öyle büyük oldu ki, Dostoyevskiy ve Tolstoydan Kropotkin ve Lenine kadar pek çok yazın ve eylem adamı, kimi yerin dibine batırarak, kimi yücelterek Nasıl Yapmalı?yı konuştu, tartıştı. Kropotkinin belirttiğine göre Nasıl Yapmalı?, dönemin Rus gençliği için bir tür siyasal program niteliğine büründü. Nasıl Yapmalı?nın içeriği son derece kapsamlıdır. Yine de, bu roman neyi anlatıyor sorusuna yeni insanları anlatıyor denilse bu hem kısa, hem de doğru bir yanıt olacaktır.
Çernişevskiy Nasıl Yapmalı?yı 4 Aralık 1862 ile 4 Nisan 1863 arasını kapsayan dört aylık sürede, Petropavlovsk zindanında yazdı. Ama dört ayda yazılan bu romanın Rus toplum hayatı üzerinde yarattığı sarsıntı öyle büyük oldu ki, Dostoyevskiy ve Tolsto... tümünü göster
Amin Maalouf'tan (1993'te yayınladığımız ilk iki romanı) Afrikalı Leo ve Semerkant'tan sonra, yine bir Doğu öyküsü. Mehmet Ali Paşalı yılların Mısırı. Güzelliğini çarmıh gibi taşıyan bir kadın: Lamia. Lamia'nın gölgesine sığındığı bir şeyh: Francis. Yasak aşk meyvesi bir oğul: Tanios. Başka bir kadın: Esma. Bir serüven ve sadakat romanı... Yazara ünlü Goncourt ödülünü getiren kitap ilk kez dilimizde.
TADIMLIK
Doğduğum köyde, kayaların bir adı vardır. Gemi kayası denileni, sonra Ayı Kafası denileni, Tuzak, Duvar ve de İkizler, Gülyabani denilenleri vardır. Bir de Asker Taşı diye anılanı... birlikler asileri kovalarken bu taşın altında pusuya yatarlarmış; buradan daha saygın, daha efsanevi bir başka yöre yoktur. Yine de çocukluk günlerimin geçtiği bu yerleri hayal ettiğimde, gözümün önüne bir başka kaya gelmektedir. Heybetli bir koltuğa benzeyen, kalçaların oturduğu yer çukurlaşmış ve eskimiş, yüksek bir arkalığı ve iki yanından sarkan kolları olan bir kaya. Bir insan adını taşıyan tek kayadır bu: Tanios Kayası! Bu taştan tahtı uzun süre gözledim ama yanaşmaya hiçbir zaman cesaret edemedim. Bu, tehlikeden korktuğum için değildi, köyde, kayalıklar arasında oynardık ve küçük bir çocukken bile, benden büyüklere, kayaların en tehlikeli yerlerinden kafa tutardım. Tek silahımız ellerimizle, ayaklarımızdı, ama çıplak tenimizle kayanın çıplaklığını kavradık mı hiçbir güç buna direnemezdi. Hayır, beni tutan, düşme korkusu değildi. Bir inanış, verilen bir sözdü. Bu sözü, ölümünden birkaç gün önce dedeme vermiştim: Bütün kayalara evet, ama asla buna yanaşma! Diğer çocuklar da, tıpkı benim gibi uzak dururlardı, aynı boş inançlı korku yüzünden! Onlar da, terlemiş bıyıkları üzerine parmaklarını koyarak yemin etmişler ve aynı açıklamayı almış olmalıydılar: Kayaya Tanioskiçk denir. Gelip bu kayanın üzerine oturmuştu. Onu bir daha görmediler. O pek çok yerel öyküye konu olmuştu ve onu her zaman çok merak etmiştim. Bildiğim kadarı ile, Tanios, Antoine'ın, ya da Antoun'un, ya da Antonios'un, Mtanos'un, Tanos'un ya da Tannous'un bir başka şekliydi. Ama ne diye ucuna şu gülünç kiçk eklenmişti? Dedem bunu anlatmak istemedi. Bir çocuğa söylenebilecek kadarını söylemeyi yeğledi: Tanios, Lamia'nın oğluydu. Ondan söz edildiğini duymuşsundur. Bu çok zaman önceydi, ben bile doğmamıştım. Babam da doğmamıştı. O tarihlerde, Mısırlı paşa, Osmanlılara karşı savaşıyordu ve atalarımız bunun çok acısını çekmişlerdi. Özellikle, Patriğin ölümünden sonra. Onu tam şurada, köyün girişinde vurdular, İngiliz konsolosunun tüfeği ile... Dedem bana cevap vermek istemediğinde, böyle konuşurdu kesik kesik cümleler söylerdi, bir yol tarif eder gibi, sonra bir ikincisini, bir üçüncüsünü, ama hiçbirini uzatmazdı. Gerçek hikâyeyi öğrenmem için, aradan yılların geçmesi gerekti. Lamia adını bildiğime göre, ipin esaslı ucunu tutuyorum demekti. Zaten ülkede, bu adı hepimiz biliyorduk, iki yüz yıldan beri tekrarlanan bir nakarattı: Lamia, Lamia, güzelliğini saklama! Günümüzde bile, delikanlılar köy meydanında toplandıklarında, oradan çarşafa bürünmüş bir kız geçecek olsa Lamia, Lamia... diye başlarlardı. Bu açık bir iltifat olurdu ama bazen de acımasız bir alay! Bu delikanlıların çoğu ne Lamia'yı, ne de bu sözler ardındaki dramı bilirlerdi. Annelerinden-babalarından, veya ninelerinden-dedelerinden duyduklarını tekrarlarlar ve bazen, tıpkı onlar gibi ellerini, bugün artık oturulmayan bir şatonun yıkıntıları görülen sırtlara doğru sallarlardı. Bu, önümde birkaç kere tekrarlanan hareket yüzünden, Lamia'yı o yüksek duvarların ardında güzelliğini saklayan bir prenses olarak hayal ederdim. Zavallı Lamia, onu mutfakta çalışırken, ya da yalınayak, elinde bir testi, başında bir örtü ile görseydim, onu prensese pek benzetemezdim. Hizmetçi de değildi. Bugün, artık hakkında daha çok şey biliyorum. Önce, her birini ayrı ayrı sorguya çektiğim köyün ihtiyarları sayesinde! Yirmi yıl önceydi, bugün, biri dışında, hepsi öldü. Adı Cebrail, dedemin bir kuzeni, bugün doksan altı yaşında. Onun adını veriyorsam, yaşama ayrıcalığına sahip olduğundan değil, ama yerel tarihin bir meraklısı olarak, onun tanıklığının hepsinden üstün olmasından! Saatlerce karşısında oturur onu seyrederdim. Saçsız ve kırışık başının altında, kocaman burun delikleri, ve kalın dudakları vardı. Onu bu yakınlarda görmedim, ama hep o güven verici havası ve bozulmamış hafızası olduğu söyleniyor. Taniosun, bir masal kahramanından çok, gerçekten yaşamış biri olduğunu Cebrail sayesinde öğrendim. Kanıtları sonra, yıllar sonra ortaya çıktı. Şansım yaver gidip, gerçek belgeler elime geçince...
Amin Maalouf'tan (1993'te yayınladığımız ilk iki romanı) Afrikalı Leo ve Semerkant'tan sonra, yine bir Doğu öyküsü. Mehmet Ali Paşalı yılların Mısırı. Güzelliğini çarmıh gibi taşıyan bir kadın: Lamia. Lamia'nın gölgesine sığındığı... tümünü göster
Bir kuyumcu dükkânının kapısından giriyorsunuz. Gösterişli, albenili bir dükkân burası. Pahalı mücevherlere ulaşıyorsunuz. Ama önce tezgâhtarlar... Yani tezgâh. Önce tezgâhtan geçiyorsunuz. Ya da hep tezgâhta kalıyorsunuz. Hayatta da olduğu gibi...Hakan Günday yeni romanı Malafada aldatmaca üzerine kurulu bir dünyadan söz ediyor. Bu dünyayı turizm yönetiyor, tezgâhtarlar büyük roller kapıyor, mekân hep tezgâh oluyor. Bir kuyumcu dükkânına kocaman bir dünyayı sığdırıyor. Kozan, ana karakaterimiz de, tezgâhtardır. Eline ne geçerse satabilecek kadar başarılı... Ağzı laf yapan, herkesi ikna edebilecek kadar laf yapan bir tezgâhtar. Onun kullandığı dili kullanıyor Günday da. O jargonla konuşuyor. Satmak dışında dünyada olup biten hiçbir şeyi umursamayan Kozan da bugünün insanını yeniden tanımlıyor. Yüzeysellik ve satmak... Her şeyden ve hepsinden önemlisi satmak, yani başarı. Kocaman bir yalanın hüküm sürdüğü bu büyük kuyumcu, ona göre, büyük bir kuyu. Turizm ise zengin ülkelerin fakirlerin ağzına çaldığı bir parmak bal. Bir hayaller ve yalanlar diyarı burası. Alan memnun satan memnunlar diyarı. Hakan Günday Malafada eğlenceli bir düzen eleştirisine imza atıyor.
Bir kuyumcu dükkânının kapısından giriyorsunuz. Gösterişli, albenili bir dükkân burası. Pahalı mücevherlere ulaşıyorsunuz. Ama önce tezgâhtarlar... Yani tezgâh. Önce tezgâhtan geçiyorsunuz. Ya da hep tezgâhta kalıyorsunuz. Hayatta da olduğu gibi...Ha... tümünü göster
Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir insan kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.
Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiyedir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğuda, ayakkabılı olanı Batıda ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya Sınırdan sınıra ticaret Duvardan duvara
Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir... tümünü göster
imanimgevredi şu anda kitap okumuyor.