Her romanıyla yüzbinlerce okurun kalbini fetheden İskender Pala, yeni romanı Efsane — Bir ”Barbaros” Romanı ile bir kez daha okurlarını selamlıyor!..
Efsaneler bazen denizden,
Bazen aşktan ve ateşten gelirler.
Aşktan ve ateşten ve denizden gelenler,
Bazen ışık olurlar ve bütün zamanı aydınlatırlar.
Efsane kurmak kadar, efsaneyi yazmak da efsaneye dâhildir.
Bir çağı haritalarda bulamazsınız.
Derine, insana ve tarihin denizlerine açılmak gerekir.
Girdaplarda yüksek idealler saklanabilir.
Bu kitapta
İstanbul, Gırnata, Madrid, Roma ve Akdeniz; aşk diliyle kuşatıldı.
Akdeniz, aşk kaleminin haritasıyla yeniden çizildi.
Kılıç kılıca, cevher çeliğe çarptı, varlık da yokluğa.
Ve hep bir yol vardı kalplerden denizlere.
Derin denizler, büyük aşklar için atlas olup dokundu.
İskender Pala, bir çağı ve o çağın efsanelerini dile döktü.
Barbaros Hayreddin Paşa’yı...
Sonra, bir gül sepeti getirdi.
Isırılmış üç elmayı anlattı.
Her romanıyla yüzbinlerce okurun kalbini fetheden İskender Pala, yeni romanı Efsane — Bir ”Barbaros” Romanı ile bir kez daha okurlarını selamlıyor!..
Efsaneler bazen denizden,
Bazen aşktan ve ateşten gelirler.
Aşktan ve ateşten ve denizden gelen... tümünü göster
Ömrünü yekpare zamanın arayışıyla sürdüren ve yazan Ahmet Hamdi Tanpınar, ilk kez 1945te basılan kitabında İstanbul, Ankara, Bursa, Konya ve Erzurumu doğal, tarihsel ve kültürel dokusuyla anlatıyor... Okuru şehirlerin dışından içine ve içinden dışına doğru kültürel bir yolculuğa çıkarıyor. Fatih Andının kitabın ilk iki baskısını ve tefrikasını karşılaştırarak hazırladığı bu eleştirel basım, Tanpınar külliyatına da yeni bir boyut kazandırıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar kitabının önsözünde Beş Şehirin asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır. İlk bakışta çatışır gibi görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir. Bu itibarla, onların arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü görmek daha doğru olur. (...) Sade millet ve cemiyetlerin değil, şahsiyetlerin de asıl mana ve hüviyetini, çekirdeğini tarihîlik denen şeyin yaptığı düşünülürse, bu iç didişme hiç de yadırganmaz. Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her ân hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz. Beş Şehir işte bu hesaplaşma ihtiyacının doğurduğu bir konuşmadır. Bu çetin konuşmayı, aslı olan meselelere, daha açıkçası, biz neydik, neyiz ve nereye gidiyoruz suallerine indirmek ve öyle cevaplandırmak, belki daha vuzuhlu, hattâ daha çok faydalı olurdu. Fakat ben bu meselelere hayatımın arasında rastladım. Onlar bana Anadoluyu dolduran Selçuk eserlerini dolaşırken, Süleymaniyenin kubbesi altında küçüldüğümü hissederken, Bursa manzaralarında yalnızlığımı avuturken, divanlarımızı dolduran kervan seslerine karışmış su seslerinin gurbetini, Itrînin Dede Efendinin musikisini dinlerken geldiler diyor. Beş Şehir, yazarın anlattığı kentlere olduğu kadar hayata ve zamana da bakışımızı yenileyecek, yeni bir kan verecek önemli bir kitap. TADIMLIK1928 sonbaharında Ankaraya ilk geldiğim günlerde Ankara kalesi benim için adeta fikr-i sabit olmuştu. Günün birçok saatlerinde, dar sokaklarında başı boş dolaşır, eski Anadolu evlerini seyrederdim. Bu evlerde yaşadığımdan çok başka bir hayat tahayyül ederdim. Onun içindir ki Yakup Kadrinin Ankarasının çok sevdiğim ve doğruluğuna hayran olduğum baş taraflarını okurken içim burkulmuştu. Hâlâ bile bu keskin realizmin ötesinde, bütün imkânsızlığını bilmeme rağmen bir anlaşma noktası bulunabileceğine inanırım. Samanpazarından bugünkü eski Dışişleri Bakanlığına inen eski Ankara mahalleleri, çarşıya ve kaleye çıkan yollar, Cebeci tarafları üzerimde hep bu tesiri yapardı. O biçare kerpiç evlerin bütün fakirliğini iyi bilmekle beraber kendimde olmayan bir şeyi onlarla tasavvur ederdim. Onların arasında, bir sıtma nöbetine benzeyen ve durmadan bir şeylere, belki de fakirliğin altında tasavvur ettiğim ruh bütünlüğüne sarılmak, onunla iyice bürünmek arzusunu veren bir ürperme ile dolaşırdım. Gerçeği budur ki, Anadolunun fakirliğinde vaktiyle kendi hastalığı olan ve insanını asırlarca tahrip eden sıtmaya benzer bir şey vardır. Tadanlar bilir ki hiçbir lezzet, sıtma üşümesi ile yarışamaz. Kaç defa Cebecide veya kalede bu evlerden birinde oturmayı düşündüm. Fakat evvela Ankara Lisesinde, sonra Gazi Terbiye Enstitüsünde o kadar cemiyetli bir hayatımız vardı ki, bir türlü bırakamadım. Zaten o seneler Ankara memurlarının çoğu resmî dairelerde, hatta vekâletlerde kalıyorlardı. Hakikatte şehir bir taraftan Millî Mücadeledeki sıkışık hayatına devam ediyor, bir taraftan da yeni baştan yapılıyordu. Her tarafta bir şantiye manzarası vardı. Hiçbirinin üslûbu yanıbaşındakini tutmayan, çoğu mimarî mecmualarından nakledilmiş villâlarıyla, küçük memur mahalleleriyle yeni şehrin kurulduğu devirdi bu. Tek bir sokakta Riviera, İsviçre, İsveç, Baviera ve Abdülhamid devri İstanbulu ev ve köşklerini görmek mümkündü. Yeni yapılmış sefaret binaları da bu çeşidi arttırıyordu. Sovyet sefareti modern mimarînin kendisini aradığı bu 1920 yıllarının en atılgan tecrübelerinden biriydi ve daha ziyade büyük bir vapura benziyordu. İran sefareti ise eski Sâsâni saraylarının hatıralarında bir Şark üslûbu aramıştı. Biz birkaç arkadaş Belçika sefaretinin sakin ve gösterişsiz, klâsik yapısını seviyorduk. Bu tecrübeler arasında Türk mimarîsi de kendine bir üslûp yaratmaya çalışıyordu. Türk ocağı binası, Etnografya Müzesi olan bina, Gazi Terbiye Enstitüsü, İstanbulda Yeni Postahane ve Dördüncü Vakıf Hanı ile başlayan tecrübenin devam idiler. Sonradan Güzel Sanatlar Akademisinde arkadaşlık ettiğimiz Prof. Egli, Cebecideki Musikî Muallim Mektebi ile çoğu dıştan taklit eden bu tecrübeleri ilk defa modern malzemenin imkânlarıyla birleştirmeye muvaffak olmuştu.
Ömrünü yekpare zamanın arayışıyla sürdüren ve yazan Ahmet Hamdi Tanpınar, ilk kez 1945te basılan kitabında İstanbul, Ankara, Bursa, Konya ve Erzurumu doğal, tarihsel ve kültürel dokusuyla anlatıyor... Okuru şehirlerin dışından içine ve içinden dışına... tümünü göster
Bir İngiliz Edebiyatı Profesörü olan J.R.R. Tolkien bundan yaklaşık yetmiş yıl kadar önce dünyaya bir kitap hediye etti. Bu kitapla birlikte insanlar ilk defa hobbit denen ahaliyle karşılaşıyordu. Cücelerden bile kısa boylu, yemeye, içmeye ve eğlenmeye düşkün, iyi yürekli, mutlu ve kendi küçük köylerinde her tür maceradan uzak yaşayan bir ahaliydi hobbitler. Ta ki büyücü Gandalf onları ziyaret edene kadar. Hobbit, diğer hobbitlerden aslında hiç de farklı olmayan bir hobbitin, Bilbo Baggins'in fantastik maceralarından oluşuyor. Bilbo Baggins, büyücü Gandalf ve cücelerle birlikte, cücelerin hazinesini kötü ejderha Smaug'dan geri almak için aslında hiç de istemediği bir yolculuğa çıkar. Ama yine de hobbitin içinde henüz keşfedemediği maceracı bir yan vardır ve yolculuk ilerledikçe Bilbo Baggins kendi cesaretinin ve gücünün farkına varmaya başlar. Tolkienin aslında çocuklar için kaleme aldığı Hobbit, çok geçmeden yetişkinlerden, özellikle de 60'ların asi gençliğinden büyük ilgi gördü. Bunun üzerine Tolkien hobbitlerin, elflerin, cücelerin ve insanların goblinler, troller, kurtlar ve her tür kötü ve çarpık yaratıkla olan mücadelesini anlatmaya devam ederek Yüzüklerin Efendisi'ni yarattı. Bugün Hobbit'le birlikte Yüzüklerin Efendisi fantastik edebiyatın kült eserleri arasında yer alıyor.
Bir İngiliz Edebiyatı Profesörü olan J.R.R. Tolkien bundan yaklaşık yetmiş yıl kadar önce dünyaya bir kitap hediye etti. Bu kitapla birlikte insanlar ilk defa hobbit denen ahaliyle karşılaşıyordu. Cücelerden bile kısa boylu, yemeye, içmeye ve eğlenme... tümünü göster
İlk gençlik heyecanlarıyla okunan kitapların etkisini, o ilk okumanın verdiği benzersiz hazzı unutmak mümkün mü? İletişim ve bilgi edinme imkânlarının son hızla arttığı bir çağda, gençlerimizi ve çocuklarımızı kitapların dünyasıyla buluşturmak eskisi kadar kolay olmasa gerek. Bu anlamda, Millî Eğitim Bakanlığının ilköğretim ve ortaöğretime yönelik 100 Temel Eser seçimi; öğrencilere, velilere ve öğretmenlere, kısacası kültür dünyamıza katkıda bulunacak herkese yararlı olacak niteliktedir.
******
Emma nın kişiliğinde 19. yüzyıl Fransa sında kadının kıstırılmış hayatı ve yozlaşmış evlilik kurumunun anlatıldığı roman.
************
Flaubert, Madam Bovaryi yazarken Flaubert olduğunu unutmakta, tüm sorunlarını bir kadının bakış açısıyla incelemektedir. Şakayla da olsa Madam Bovary benim demektedir. Madam Bovary içinde bulunduğu yaşam biçimini reddetmekte, ozanların anlattığı yaşamı arzulamakta, tatlı sözler karşısında kendinden geçmekte, ölümsüz tutkulara inanmakta ve kendini şatolarda yaşıyor görmektedir.
************
Bunun üzerine Madam,İki üç borçlu hastaya mektup yazdı.Sonuç alınca bu yoldaki çalışmalarını arttırdı.her mektubuna ek olarak şunu ilave etmeyi unutmuyordu:Aman kocamın haberi olmasın.Ne kadar mağrur oldugunu bilirsiniz.Beni mazur görün.Hizmetçiniz...Bazen itiraz edenler oldu ise de Emma onlarla çabuk anlaştı.Para bulmak için eski eldivenlerini,eski şapkalarını,kırık dökük ne varsa satmaya başladı.Çekişe çekişe pazarlık ediyordu.Damarlarındaki köylü kanı ona kazanç hırsı vermişti.Sonra şehre indikçe bazı ufak tefek şeyler alıp kasabada satmayı düşündü.Başkası almazsa her yerde m.Lheureux alırdı.
************
Gustave Flaubert gerçekçilik akımının öncüsüdür.Madam Bovary romanı ise, edebiyatta çağ başlatan bir başyapıttır. Madam Bovary bir dramdır;kentsoylu yaşamın batağında, romantik düşlerin peşinde koşan bir kadının dramı.Doyumsuz tutkuların ağında mutluluk hayalleri kuran Emma Bovary, gördüğü bayağılık ve ihanetle yıkılır.Asla yaşamayacağı bir aşk için, şöhretini ve gururunu ayaklar altına alır, hayatını feda eder.Var olduğunu sandığı büyük insani duygular ve değerler, küçük çıkarlar ve para karşısında tuz-buz olur.
************
İyi kalpli olmasına karşın sıradan bir doktor olan Charles Bovarynin yüksek idealleri ve lüks tutkusu olan romantik karısı Emma Bovarynin, yaşamının tekdüzeliğinden sıyrılmak için girdiği durumları ve yaşadığı çeşitli aşk ilişkilerini konu alan roman birçok çevre tarafından ilk çağdaş realist roman sayılır.Madam Bovary ilk kez 1857 yılında basılmıştır. Yapıt, döneminde büyük yankılar uyandırmış, kitabın tümünün yayımlanması için Flaubertin mahkemeye gitmesi gerekmiştir. Romantizmin idealist yaklaşımına bir tepki olarak ortaya çıkan roman, realizm akımının ilk ve en önemli örneklerindendir. Bu kitaptan sonra Bovarizm akımı oluşmuş ve psikolojide tatminsizlik, memnuniyetsizlik anlamına gelen bir rahatsızlık olarak yer almıştır. Baş karakter Emma Bovarynin sergilediği davranışlar o dönemde büyük yankı uyandırmış ve bu yüzden yazar Flaubert uzun yıllar boyu çeşitli eleştiri ve suçlamalara maruz kalmıştır.
************
Kendisinden sonra gelen edebiyatı bakış açısı tekniğindeki tutarlı uygulamasıyla ve gerçekliği edebiyatta yeniden kuracak bir dilin, üslubun peşindeki ısrarlı arayışlarıyla bir yüzyıl etkilemiş olan Madam Bovary, gene bir yüzyıl sonra refah toplumlarında en başta kadınları cenderesine alan yabancılaşmanın da önemli habercilerinden biridir: Korkuyu, endişeyi yenmek için tüketime yönelmek, ayrıca modern hayatın açtığı büyük boşlukları eşyayla kapatmaya çalışmak, gösterişli eğlencelerde hayallerinin gerçekleşmesini sağlayacak partneri aramak. Madam Bovary romanı bir kadının olduğu kadar Fransada on dokuzuncu yüzyılın başında doğan kuşağın; hayalden ve yanılsamadan düş kırıklığına uzanan yolun, Flaubertin dünya deneyiminin romanıdır.
************
19. yüzyıl romanının en başarılı örneklerinden birisidir Madam Bovary. Hem ele aldığı konu, hem de Flaubertin üslubudur metni çarpıcı kılan. Anlatılan, Emma Bovarynin trajik hayat hikâyesi ve karşılıksız aşkları gibi görünmekle birlikte Flaubert, Emmanın şahsında, 19. yüzyıl Fransız kadınının kıstırılmış hayatını, evlilik müessesesinin insan doğasına aykırılığını, toplumsal değer yargılarının ve ahlâk anlayışının ikiyüzlülüğünü ele alır.Emma Bovary, okuduğu romanların etkisiyle aristokrasiye ve büyük burjuvaziye hayranlık duyan, aristokrasinin bir parçası olmayı hayal eden ve buna ulaşmak için çabalayan, bu sınıfa giremese de, en azından onlara yakın olmayı arzulayan bir kadındır. İçten yapılmış bir pazarlık değildir onunkisi ama bir üst sınıfa dahil olabilmesinin tek yolunu o sınıftan erkeklerle birlikte olmakta bulmuştur. Pasif, silik, Emmanın isteklerini karşılamaktan uzak biri olan Charles ise karısının hırsı nedeniyle felakete sürüklenir.
************
Ama aynada fark ettiği yüzü tuhaf buldu. Gözleri hiçbir zaman bu kadar büyük, bu kadar siyah, bu kadar derin olmamıştı. Benliğine yayılmış yüce bir şey değiştiriyordu yüzünü. Bir sevgilim var deyip duruyordu kendi kendine.Yeni gelişmiş başka bir ergenlik çağı gibi zevk duyuyordu bu düşünceden. Aşkın sevinçlerine, uzun zamandır umudunu kesmiş olduğu mutluluk ateşine sonunda kavuşacaktı demek. Olağanüstü bir yere giriyordu. Burada her şey tutku, coşku, sayıklama olacaktı. Her yanı mavimsi bir sonsuzlukla çevriliydi. Duygunun dorukları, düşüncesinin ışığı altında kıvılcımlanıyordu.(...)Artık eskisi gibi Emmayı ağlatan o tatlı sözleri ve onu çılgına çeviren ateşli okşamaları yoktu. Öyle ki Emmanın içine gömülmüş olduğu o büyük aşkları tükeniyormuş gibi geldi Emmaya, yatağında kendi kendini tüketen bir ırmağın suyu gibi... ve Emma dipte kalan çamuru fark etti.(...)Benden daha güzel olan çok kadın var belki ama ben sevmesini daha iyi biliyorum! Ben senin hizmetkârınım, senin kapatmanım ben! Sen benim kralımsım, putumsum! İyisin, yakışıklısın, akıllısın, güçlüsün!(...)Emma da öteki sevgililer gibiydi. Yeniliğin büyüsü yavaş yavaş bir giysi gibi düşüyor, her zaman aynı biçimi taşıyan, aynı dili konuşan tutkunun tekdüzeliği çırılçıplak ortaya çıkıyordu.İlk yayımlanışında müstehcenlikten yargılanan Madam Bovary, Flaubertin bu önemli başyapıtı, hak ettiği yerde... Oğlak Klasikleri arasında.
************
Madam Bovary romantik düşler peşinde koşan bir kadının romanıdır. Emma Bovary, güzel bir köylü kızıydı. Bir doktorla evlenmişti, orta halli bir yaşam sürüyordu. Sevmek ve sevilmek ihtiyacı, doyumsuz tutkular arasında çırpınıyor, asla ulaşamayacağı bir mutluluğu arıyordu. Bu yüzden korkunç serüvenlere atıldı, çok acı düşkırıklıklarına uğradı. Sevdi, sevilmedi; en değerli, en kutsal şeylerini feda etti, karşılığında ihanet gördü. Ruhundaki sönmeyen tutku onu çok daha korkunç bir akıbete sürükleyecekti. Madam Borvary kadın ruhunun acılarını eşsiz bir güçle anlatan olağanüstü bir romandır.
******
İlk gençlik heyecanlarıyla okunan kitapların etkisini, o ilk okumanın verdiği benzersiz hazzı unutmak mümkün mü? İletişim ve bilgi edinme imkânlarının son hızla arttığı bir çağda, gençlerimizi ve çocuklarımızı kitapların dünyasıyla buluşturmak eskisi... tümünü göster