Ömrünü yekpare zamanın arayışıyla sürdüren ve yazan Ahmet Hamdi Tanpınar, ilk kez 1945te basılan kitabında İstanbul, Ankara, Bursa, Konya ve Erzurumu doğal, tarihsel ve kültürel dokusuyla anlatıyor... Okuru şehirlerin dışından içine ve içinden dışına doğru kültürel bir yolculuğa çıkarıyor. Fatih Andının kitabın ilk iki baskısını ve tefrikasını karşılaştırarak hazırladığı bu eleştirel basım, Tanpınar külliyatına da yeni bir boyut kazandırıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar kitabının önsözünde Beş Şehirin asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır. İlk bakışta çatışır gibi görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir. Bu itibarla, onların arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü görmek daha doğru olur. (...) Sade millet ve cemiyetlerin değil, şahsiyetlerin de asıl mana ve hüviyetini, çekirdeğini tarihîlik denen şeyin yaptığı düşünülürse, bu iç didişme hiç de yadırganmaz. Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her ân hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz. Beş Şehir işte bu hesaplaşma ihtiyacının doğurduğu bir konuşmadır. Bu çetin konuşmayı, aslı olan meselelere, daha açıkçası, biz neydik, neyiz ve nereye gidiyoruz suallerine indirmek ve öyle cevaplandırmak, belki daha vuzuhlu, hattâ daha çok faydalı olurdu. Fakat ben bu meselelere hayatımın arasında rastladım. Onlar bana Anadoluyu dolduran Selçuk eserlerini dolaşırken, Süleymaniyenin kubbesi altında küçüldüğümü hissederken, Bursa manzaralarında yalnızlığımı avuturken, divanlarımızı dolduran kervan seslerine karışmış su seslerinin gurbetini, Itrînin Dede Efendinin musikisini dinlerken geldiler diyor. Beş Şehir, yazarın anlattığı kentlere olduğu kadar hayata ve zamana da bakışımızı yenileyecek, yeni bir kan verecek önemli bir kitap. TADIMLIK1928 sonbaharında Ankaraya ilk geldiğim günlerde Ankara kalesi benim için adeta fikr-i sabit olmuştu. Günün birçok saatlerinde, dar sokaklarında başı boş dolaşır, eski Anadolu evlerini seyrederdim. Bu evlerde yaşadığımdan çok başka bir hayat tahayyül ederdim. Onun içindir ki Yakup Kadrinin Ankarasının çok sevdiğim ve doğruluğuna hayran olduğum baş taraflarını okurken içim burkulmuştu. Hâlâ bile bu keskin realizmin ötesinde, bütün imkânsızlığını bilmeme rağmen bir anlaşma noktası bulunabileceğine inanırım. Samanpazarından bugünkü eski Dışişleri Bakanlığına inen eski Ankara mahalleleri, çarşıya ve kaleye çıkan yollar, Cebeci tarafları üzerimde hep bu tesiri yapardı. O biçare kerpiç evlerin bütün fakirliğini iyi bilmekle beraber kendimde olmayan bir şeyi onlarla tasavvur ederdim. Onların arasında, bir sıtma nöbetine benzeyen ve durmadan bir şeylere, belki de fakirliğin altında tasavvur ettiğim ruh bütünlüğüne sarılmak, onunla iyice bürünmek arzusunu veren bir ürperme ile dolaşırdım. Gerçeği budur ki, Anadolunun fakirliğinde vaktiyle kendi hastalığı olan ve insanını asırlarca tahrip eden sıtmaya benzer bir şey vardır. Tadanlar bilir ki hiçbir lezzet, sıtma üşümesi ile yarışamaz. Kaç defa Cebecide veya kalede bu evlerden birinde oturmayı düşündüm. Fakat evvela Ankara Lisesinde, sonra Gazi Terbiye Enstitüsünde o kadar cemiyetli bir hayatımız vardı ki, bir türlü bırakamadım. Zaten o seneler Ankara memurlarının çoğu resmî dairelerde, hatta vekâletlerde kalıyorlardı. Hakikatte şehir bir taraftan Millî Mücadeledeki sıkışık hayatına devam ediyor, bir taraftan da yeni baştan yapılıyordu. Her tarafta bir şantiye manzarası vardı. Hiçbirinin üslûbu yanıbaşındakini tutmayan, çoğu mimarî mecmualarından nakledilmiş villâlarıyla, küçük memur mahalleleriyle yeni şehrin kurulduğu devirdi bu. Tek bir sokakta Riviera, İsviçre, İsveç, Baviera ve Abdülhamid devri İstanbulu ev ve köşklerini görmek mümkündü. Yeni yapılmış sefaret binaları da bu çeşidi arttırıyordu. Sovyet sefareti modern mimarînin kendisini aradığı bu 1920 yıllarının en atılgan tecrübelerinden biriydi ve daha ziyade büyük bir vapura benziyordu. İran sefareti ise eski Sâsâni saraylarının hatıralarında bir Şark üslûbu aramıştı. Biz birkaç arkadaş Belçika sefaretinin sakin ve gösterişsiz, klâsik yapısını seviyorduk. Bu tecrübeler arasında Türk mimarîsi de kendine bir üslûp yaratmaya çalışıyordu. Türk ocağı binası, Etnografya Müzesi olan bina, Gazi Terbiye Enstitüsü, İstanbulda Yeni Postahane ve Dördüncü Vakıf Hanı ile başlayan tecrübenin devam idiler. Sonradan Güzel Sanatlar Akademisinde arkadaşlık ettiğimiz Prof. Egli, Cebecideki Musikî Muallim Mektebi ile çoğu dıştan taklit eden bu tecrübeleri ilk defa modern malzemenin imkânlarıyla birleştirmeye muvaffak olmuştu.
Ömrünü yekpare zamanın arayışıyla sürdüren ve yazan Ahmet Hamdi Tanpınar, ilk kez 1945te basılan kitabında İstanbul, Ankara, Bursa, Konya ve Erzurumu doğal, tarihsel ve kültürel dokusuyla anlatıyor... Okuru şehirlerin dışından içine ve içinden dışına doğru kültürel bir yolculuğa çıkarıyor. Fatih Andının kitabın ilk iki baskısını ve tefrikasını karşılaştırarak hazırladığı bu eleştirel basım, Tanpınar külliyatına da yeni bir boyut kazandırıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar kitabının önsözünde Beş Şehirin asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır. İlk bakışta çatışır gibi görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir. Bu itibarla, onların arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü görmek daha doğru olur. (...) Sade millet ve cemiyetlerin değil, şahsiyetlerin de asıl mana ve hüviyetini, çekirdeğini tarihîlik denen şeyin yaptığı düşünülürse, bu iç didişme hiç de yadırganmaz. Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her ân hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz. Beş Şehir işte bu hesaplaşma ihtiyacının doğurduğu bir konuşmadır. Bu çetin konuşmayı, aslı olan meselelere, daha açıkçası, biz neydik, neyiz ve nereye gidiyoruz suallerine indirmek ve öyle cevaplandırmak, belki daha vuzuhlu, hattâ daha çok faydalı olurdu. Fakat ben bu meselelere hayatımın arasında rastladım. Onlar b... tümünü göster
Bu kitabı anlatmaya nereden başlamalıyım bilmiyorum aslında çünkü bir kitabı okurken yazarı hakkında ilk kez böylesine bir merak içerisine düştüm. Beş Şehir, bir romandan, hatta bir gezi yazısından ziyade yazarın İstanbul, Bursa, Konya, Erzurum ve Ankara'ya dair denemelerinden oluşuyor. Geçirdiği yıllar çerçevesinde o şehrin sokaklarını gezerken hissettiklerinden, tarihinden ve de kültüründen bahsediyor bizlere. Okuması zor çünkü Tanpınar her zamanki gibi ağır kelimeler seçiyor. Sanırım kitabından İngilizce bir sözcük dahi öğrenebileceğim sayılı yazarlardan olabilir.
Kitabın her bir bölümünde Ahmet Hamdi kültür birikimime oldukça katkı yapıyor. Özellikle İstanbul kısmı ki kitabın yarısı İstanbul'a ayrılmış. Burada İstanbul'da eskiden yaşamın nasıl olduğuna dair birçok ipucu elde ediyorum. Kitap adeta bir zaman makinesindeymişiz gibi o dönemlere alıp götürüyor. Mimar Sinan'ın ustalığını, o dönemin musikisini, padişahların yaşamlarını mükemmel betimlemelerle okudum. Özellikle İstanbul kısmını okurken bahsedilen eserlerin resimlerine bakmak oldukça işe yarayacaktır. Tanpınar, "Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı." diyerek bu eserlere nasıl baktığını çok güzel gösteriyor zaten. Konya ile Anadolu Selçuklularına, Bursa ile Osmanlının ilk yıllarına, oranın nasıl Türk şehri olduğuna, Ankara ile Mücadele Dönemine ve de Erzurum ile Anadolu'ya Türklerin geldiği ilk yıllara tanık oluyoruz. Hatta yazarın Erzurum'da öğretmenlik yaptığı günlerden birinde Atatürk ile karşılaşması ve aralarında geçen sohbet gerçekten ilgimi çekmişti. Benim Atatürk'le birebir karşılaşmış kişilerin deneyimlerini okumak hep hoşuma gitmiştir zaten.
Son olarak, Ahmet Hamdi Tanpınar eserlerinin geri kalanını okumak istediğim bir yazar oldu bu kitabıyla. Kendisinin kültür birikimine, tarih bilgisine hayran kalmamak elde değil.
Şehirleri,onların tarihlerini ve kültürlerini bir edebiyatçının gözünden görmek apayrı bir his vesselam...
Yazar eserinde sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul şehirlerini anlatmış. Birazda yazarın sözünü ettiği şehirlerde ya görev icabı ya da ailesinin tayini gibi nedenlerle bu şehirlere daha önced geldiği izlenimini alıyor. Lakin Ankara kısmı biraz sönük geçmiş fakat Erzurum kısmı Erzurumun Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri gerek tarihi eserleriyle insanda uyandırdıkları gerek yöre halkıyla münasebetiyle yer yer diyaloglara ya da hatıralarına yer vermesi okuru içine çekiyor. Konya'da ise Selçuklu devrine ait sultanlar ve devlet adamlarının yaşantıları ve entirikalarıyla gerek anektodlar vermesi gerek tarihi eserlerin hikayeleriyle anlatması çok hoş olmuş Keza Bursa'nın yeşil camisine dikkat çekmesi bursa hakkında beni çok meraklandırdı. İstanbulu zaten saymama gerek yok.
Lakin okurken dikkatimi çeken bir husus oldu MEB'in 100 temel eser listesinde yer alan Fatih-Harbiye, Boğaziçi Yalıları olsun bu eserimiz olsun saydığım bu üç eserde yazarlar nedense Osmanlı Devrine dair derin bir özlem duyuyor. Kadın erkek ilişkileri olsun toplumda medenileşme hareketleri olsun bunları yadırgadıkları aşikar. Acaba şu an ki MEB bakanı öğrencileri kendi görüşlerine uygun bir bakış açısını dayatma amaçlı bir temel eser listesi hazırlıyor diye de kendi kendime sormadım değil. Sanırım 100 temel eserdeki kitapların tamamını okuduktan sonra bu konuda yorum yapsam daha mantıklı olacak...
Ahmet Hamdi Tanpinar'in en önemli eseri olarak gorulen kitabi. Dili itibariyle eski Türkçe kelimelerin oldukca yogun olduğu, belirli bir dilsel ve tarihsel yetkinliğe sahip olunup okunabilecek bir eser kesinlikle.
Sirasiyla Ankara, Erzurum , Konya , Bursa ve Istanbul'u anlatmis. Bu bir gezi yazisi,gezi kitabi degil deneme kitabı. Bunu da belirtmekte fayda var sanirim. :) Okumaya baslamadan once bu sekilde yaklasmak fayda saglar.
Bu beş sehir ; yazarin mufettislik yaptığı donemde gezdigi,zamanini gecirdigi , baskentlik yapmis sehirler. Sehirlerin yitirilmis ruhlarina atfedilmis denemeler diyebiliriz. Tarihsel surec içerisindeki devinimlerinden bahsetmis Ahmet Hamdi. Osmanli, Selcuklu,Turkiye Cumhuriyeti ve Bizans gibi devletlerin, imparatorlukların tesir ettigi bu sehirlerden manzaralar sunulmus.
Ozellikle Bursa'ya ayri bir ilgisi oldugu kanaatindeyim. Bursa'nin tarihsel dokusunu, yeşilini ovmekten geri durmamis. En az Ankara'ya yer vermis. Ve doğaldır ki en uzun bölümü Istanbul'a ayırmış.
Eserin ağırlığından,sahip olduğu degerden suphem yok. Ozellikle yazarin derinlemesine tarih bilgisinin disa vurumu olmuş. Tabi,gecen zaman sehirlerden de bircok seyi almis götürmüş beraberinde. Yazar zaten önsözde de bunu ifade etmiş. Eskiye ozlem, geleceğe tereddut...
Bir kitabi yarim birakmamak icin bu denli çaba sarfettimi hic hatirlamiyorum...
http://moonlightcat13.blogspot.com/2014/12/bes-sehir-ahmet-hamdi-tanpnar-guz-okuma.html
filmini izledikten sonra kitabı olduğunu öğrenince kahrolduğum güzel eser. eminim kitabı da filmi kadar güzeldir, şimdiden puanım tam.
Konya şehri öyle derin bir sevgiyle anlatılmış ki hayran oldum, kitabın o bölümünü tekrar okumak niyetindeyim ..
Anadolu'nun müthiş beş şehrini ve bu şehirlerde yer alan müthiş eserleri, müthiş bir edebi dil ile anlatan bir kitap.
Tarih ve edebiyat şöleninin bir arada olduğu bir eser.
215 sayfa