''Biri, sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?''
Ahmet Ümit'in Sultanı Öldürmek romanı bu satırlarla başlıyor. Yıllardır aynı kadını bekleyen bir tarihçinin hikâyesi bu. Şahane bir aşk için harcanmış bir ömrün hikâyesi... Serhazinlerin son temsilcisi Müştak Serhazin'in başından geçen dört günlük tuhaf bir serüven. Sapında Fatih Sultan Mehmed'in tuğrası bulunan mektup açacağıyla öldürülmüş bir tarih profesörü... Bir aşk cinayeti mi? Yoksa kökleri 'Ulu Hakan'ın şüpheli ölümüne uzanan bir entrika mı? Osmanlı devletinin bir imparatorluğa dönüştüğü o zaferler ve ihanetlerle dolu günlere yapılan sıradışı bir yolculuk. Ve bu heyecan verici yolculuk boyunca kulaklardan eksik olmayan o kadim soru: Tarih, geçmişte yaşananlar mıdır, yoksa tarihçilerin anlattıkları mı?
''...Ve Sultan Mehmed Han. Mehmed Han oğlu Murad Han oğlu Fatih Sultan Mehmed Han. İki karanın ve iki denizin hâkimi. Allah'ın yeryüzündeki gölgesi. Kostantiniyye'yi zapt eden padişah. Roma İmparatorluğu'nun doğal varisi, farklı dinlerden, farklı dillerden, farklı ırklardan yepyeni bir millet yaratma aşkıyla yanıp tutuşan kudretli hükümdar. Uçsuz bucaksız ovalarda at koşturan ordular. Kılıç sesleri, savaş naraları, korku çığlıkları. Ardı ardına düşen şehirler, ardı ardına yıkılan devletler, ardı ardına el değiştiren kaleler. Kırk dokuz yaşında dünyaya nam salmış bir hükümdar. Ve değişmez kader. Akşama kavuşan gün. Ecel şerbetini içen insan. Ve Fatih Sultan Mehmed'in şüpheli ölümü. Ve onun iki şehzadesi. İkiye bölünen saray, ikiye bölünen devlet, hiçbir şeyden haberi olmayan bir halk. Ve iki şehzadenin kanlı boğazlaşması sürerken saray odasında unutulan Fatih Sultan Mehmed Han'ın cansız bedeni...''
Ahmet Ümit, kusursuz bir kurguyla ele aldığı bu cinayet-aşk-tarih örgüsünde edebiyat okurlarının gözündeki ayrıcalıklı yerini bir kez daha sağlamlaştırıyor.
''Biri, sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?''
Ahmet Ümit'in Sultanı Öldür... tümünü göster
her cesedin bırakıldığı yeri eline fotoğraf makineni alıp gezmeni tavsiye ederim. inanılmaz keyif verici oluyor
her cesedin bırakıldığı yeri eline fotoğraf makineni alıp gezmeni tavsiye ederim. inanılmaz keyif verici oluyor
Şu koskocaman oğlan 2 günde silip süpürttü kendini.Ne kadar katili/katilleri tahmin etmiş olsam da yine de heyecanlı, soluksuz bir biçimde diğer sayfayı adeta yırtarak açtım.
İlk Ahmet Ümit kitabım ve kesinlikle son olmayacak.Zira İstanbul'un tarihini yapılan bir dizi cinayetle pekiştirip altına da çok anlamlı bir neden vermek her babayiğidin harcı değil.
Konusuna gelirsek;Başkomiser Nevzat ve ekibi,daha hemen kitabın başında bir cesetle karşılaşırlar.Bu ceset,şu an tam hatırlayamadığım bir yerde, elleri başının üstünde, avuç içlerinden birleşmiş bir halde ve avucunun içinde ise çok eski,antik bir sikke bulundurmuş bir vaziyette Atatürk heykelinin dibinde uzanmaktadır.İşte tam da bu noktadan sonra İstanbul için önemli kişilerin sikkeleri cesetlerle beraber karşımıza çıkıyor.Ve bu kadar düzenli cinayetlerin katil veya katillerini bulmak da bir hayli zorlaşıyor.
Kitap bir Başkomiser Nevzat Serisi'nin dördüncü kitabı imiş.Ve seriye bodoslama dalmış oldum ben de. Ama hiçbir eksiklik yaşamadım.Ayrı bir kitap gibi de okunabilir.
Karakterleri bir kaç kişi dışında benimseyemedim ki bu da kitabın tek dezavantajı idi zannımca.Kitaptaki Ali karakterini genel olarak sevmedim.Bunun nedenine gelirsek,Ali'nin kendi siyasi,sosyal vs. fikirlerine uymayan kişilerin direk şüpheli listesine çekmesini çok ama çok garipsedim,yadırgadım.Hemen hemen herkesi şüpheli listesine alıp ki bu yaptığı doğru olabilir,sonra da onların arkasından daha hiçbir şey belli değil iken ağır sözler söylemesi de keza öyleydi.Hiç kimseyi yaşadığı yerden,dış görünüşünden yargılayamazsınız,değil mi?Ama bu karakterimiz bunu milyon kez yaptı.Ötekileştirmeye çok karşıyım ve bu davranışlara gelemiyorum.Ki Nevzat da öyleydi.Ali'yi her zaman böyle durumlarda aydınlattı da.
Her neyse sevmiş olduğum bir kitap idi.Türk yazar epeydir okumuyordum.Doğrusu ön yargılarım da vardı.Fakat Ahmet Ümit kalemini artık içim rahat bir şekilde tavsiye ederim.
Şu koskocaman oğlan 2 günde silip süpürttü kendini.Ne kadar katili/katilleri tahmin etmiş olsam da yine de heyecanlı, soluksuz bir biçimde diğer sayfayı adeta yırtarak açtım.
İlk Ahmet Ümit kitabım ve kesinlikle son olmayacak.Zira İstanbul'un tarihi... tümünü göster
Bu kitabı askerdeyken İstanbul'da okudum. Her cesedin bırakıldığı 6 mekanı gidip gezdim. Sarayburnu'nda yürürken her bir satırı adate tekrar yaşadım. Sadece okumak yetmez, gidip cesetlerin bırakıldığı her bir yeri şiddetle gezmenizi tavsiye ederim :)
Bu kitabı askerdeyken İstanbul'da okudum. Her cesedin bırakıldığı 6 mekanı gidip gezdim. Sarayburnu'nda yürürken her bir satırı adate tekrar yaşadım. Sadece okumak yetmez, gidip cesetlerin bırakıldığı her bir yeri şiddetle gezmenizi tavsiye ederim :)
Byzantion'dan İstanbul'a uzanan, heyecan yüklü bir serüven...
Sarayburnu'nda, Atatürk heykelinin ayaklarının dibinde bir ceset, Avuçlarında antik bir pere.... Ama ne bu ceset son kurban, ne de bu antik para son sikke... Yedi kurban, yedi hükümdar, yedi sikke, yedi kadim mekân. Ve tek bir gerçek: Bu şehrin gizemli tarihi.
"Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet'in minareleriydi görülen, Ayasofya'nın kubbesi, Topkapı Sarayı'nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi... Genç, umutlu, güzel...
İstanbul'a bakıyorduk denizden. Ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk... Onların gözlerindeki kendi kederimize. Çaresizliğimize bakıyorduk, avuçlarımızda büyüyen zavallılığa, kanımızda filizlenen korkaklığa... Elimizden alman hayata bakıyorduk... Güneşli günlerimize, umut dolu sabahlara, eğlenceli bahar akşamlarına... Sönen anılarımıza bakıyorduk, ölen hayallerimize, yıkılan düşlerimize... Sönen anılarımızı, ölen hayallerimizi, yıkılan düşlerimizi yüklenip yorgun bir şilep gibi bizden uzaklaşan şehrimize... Şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize bakıyorduk..."
(Tanıtım Bülteninden)
Türkçe
590 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 20 cm
İstanbul, 2010
ISBN : 9789752897458
Byzantion'dan İstanbul'a uzanan, heyecan yüklü bir serüven...
Sarayburnu'nda, Atatürk heykelinin ayaklarının dibinde bir ceset, Avuçlarında antik bir pere.... Ama ne bu ceset son kurban, ne de bu antik para son sikke... Yedi kurban,... tümünü göster
Byzantion'dan İstanbul'a uzanan, heyecan yüklü bir serüven...
Sarayburnu'nda, Atatürk heykelinin ayaklarının dibinde bir ceset, Avuçlarında antik bir pere.... Ama ne bu ceset son kurban, ne de bu antik para son sikke... Yedi kurban, yedi hükümdar, yedi sikke, yedi kadim mekân. Ve tek bir gerçek: Bu şehrin gizemli tarihi.
"Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet'in minareleriydi görülen, Ayasofya'nın kubbesi, Topkapı Sarayı'nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi... Genç, umutlu, güzel...
İstanbul'a bakıyorduk denizden. Ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk... Onların gözlerindeki kendi kederimize. Çaresizliğimize bakıyorduk, avuçlarımızda büyüyen zavallılığa, kanımızda filizlenen korkaklığa... Elimizden alman hayata bakıyorduk... Güneşli günlerimize, umut dolu sabahlara, eğlenceli bahar akşamlarına... Sönen anılarımıza bakıyorduk, ölen hayallerimize, yıkılan düşlerimize... Sönen anılarımızı, ölen hayallerimizi, yıkılan düşlerimizi yüklenip yorgun bir şilep gibi bizden uzaklaşan şehrimize... Şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize bakıyorduk..."
(Tanıtım Bülteninden)
Türkçe
590 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 20 cm
İstanbul, 2010
ISBN : 9789752897458
Byzantion'dan İstanbul'a uzanan, heyecan yüklü bir serüven...
Sarayburnu'nda, Atatürk heykelinin ayaklarının dibinde bir ceset, Avuçlarında antik bir pere.... Ama ne bu ceset son kurban, ne de bu antik para son sikke... Yedi kurban,... tümünü göster
tarih serkan şu anda kitap okumuyor.