thinkitwell

1 takip ettiği ve 0 takip edeni var. 3 değerlendirme yapmış.

Son Aktiviteler

thinkitwell okumak istiyor.
Hakk'a Adanmış Gençlik

İnsanoğlu, ilâhî imtihana tâbî bir varlık olduğu için, hayra da şerre de istîdatlı olarak yaratılmıştır. Yani hepimizin fıtratında, “fücûr”a da “takvâ”ya (iyiliğe de kötülüğe) meyil vardır. Hazret-i Mevlânâ bunu şu teşbihle îzah eder:

“Ey Hak yolcusu! Gerçeği öğrenmek istiyorsan; Mûsâ da, Firavun da ölmediler; bugün senin içinde yaşıyorlar, senin varlığına gizlenmişler, senin gönlünde savaşlarına devam ediyorlar! Bu sebeple birbirine düşman olan bu iki kişiyi kendinde araman gerekir!” Dolayısıyla insanın iç âlemi, iyilik ve kötülüğün, rûhâniyet ve nefsâniyetin mücâdelesine sahne olan bir harp sahası gibidir. Bu harpte takvânın fücûra gâlip gelebilmesi, kişinin güzel bir mânevî terbiyeden geçmesine bağlıdır. Bunun içindir ki Rabbimiz, insanlık tarihindeki en büyük insan terbiyecileri olan peygamberleri göndermiştir.

İnsan, hayatına rehberlik edecek olan ilâhî hakîkatlerin kendisine bildirilmesine ve hatırlatılmasına, yaratılışı bakımından muhtaç olduğu içindir ki; “Din, nasihattir.” buyrulmuştur. (Müslim, Îmân, 95) Bütün peygamberler ve peygamber vârisi âlim ve ârif zâtlar, tebliğ ve irşadlarıyla, insanı maddî-mânevî kötülüklerden arındırarak onu ebedî hüsrâna uğramaktan kurtarmaya çalışmışlardır.

İnsan ömründe bu nasihatlerin en fazla gerekli olduğu devir ise hiç şüphesiz ki “gençlik”tir. Zira gençlik, nefsânî arzuların âdeta tuğyan hâlinde bulunduğu bir mevsimdir. Ayrıca hayata yön vermek için de en müsait dönem, yine gençliktir. Bu gerçekten dolayı ecdâdımız; “Ağaç yaş iken eğilir.” demişlerdir.

Genç nesiller, mensubu oldukları milletlerin âdeta istikbâlini gösteren bir ayna gibidir. Zira her devrin gençliği, kendi karakterine uygun, enerjisini harcayabileceği ayrı bir heyecan iklîminde yaşar. Yani her millet, gençliğinin his ve fikir dünyasına göre şekil alır.

Eğer bir millette gençler güçlerini mâneviyat ve fazîlet yolunda sarf ediyorlarsa, o milletin istikbâli parlak demektir. Fakat bunun aksine gençlik, bütün enerjisini nefsâniyete, süflî arzulara ve kaba kuvvete râm ediyorsa, târihî misâllerle sâbit olduğu gibi, o milletin âkıbetı hezimettir.

Doğuştan sosyal bir varlık olan insanoğlu, hayatı boyunca çevresindeki bütün varlıkların ve hâdiselerin -müsbet veya menfî- tesir bombardımanı altındadır. Fakat -maalesef- günümüzde mânevî bir “fetret devri” yaşanmaktadır. Yani zamanımız, insanları kuşatan şartlar bakımından, onların temâyüllerini hakka, hayra ve takvâya yönlendirmek yerine; daha çok şerre, bâtıla ve nefsâniyete sürüklemektedir. Medya, internet, kötü arkadaşlar, kapitalist ve materyalist sistemlerin egoizmi körükleyen telkinleri ve benzeri nice menfîlikler, bilhassa şahsiyet ve karakterinin teşekkül devresinde bulunan gençliği derinden yaralamaktadır.

Nitekim RTÜK tarafından verilen bir beyânatta, çeşitli araştırmaların neticelerine temas edilerek, gençlerin bir yıl zarfında ortalama 900 saati okulda, 1200 saati ise TV başında geçirdiği ifâde edilmiştir.

Maalesef mânevî boşluk içinde bırakılan gençler, anne-babalarından ziyâde televizyonun menfî filmleri ve internetin zararlı sitelerinin çocuğu olmakta, onlara tesir noktasında âilelerin biyolojik bağının neredeyse hiçbir hükmü kalmamaktadır. Yine gençlik, çağın modalarının peşinde, âdeta kumandası başkasının elinde bulunan bir robot gibi, şuursuzca sürüklenmektedir. Bu ve benzeri tablolar karşısında anne-babaların feryatları da bir fayda vermemektedir.
Yine, yeterli ve doğru bir mânevî eğitim alamamış olan nice gençlerimiz, tıpkı selde sürüklenen âvâre kütükler misâli, tefekkürsüz, mâneviyatsız ve aslından habersiz şekilde ziyan olup gitmektedir. Diğer bir ifâdeyle bu hâl, pırıl pırıl menbâ sularının, aslî mecrâsı değiştirildiği için, çöllerde yok olması veya kirli sulara karışarak sâfiyetini kaybetmesine benzemektedir.

Ülkemizde 1839 Tanzimat Fermânı’nın îlânıyla başlayan İslâm’dan uzaklaşma hareketi, gitgide katmerleşerek zamanımıza kadar gelmiştir. Hattâ denilebilir ki, o günlerde -tâbiri câizse- çiseleyen bu hareket, günümüzde gençlerimizin üzerine âdeta bardaktan boşanırcasına, sağanak hâlinde yağmaktadır. Dolayısıyla günümüzde genç nesillerin mânevî erozyonlara karşı îkaz ve irşâd edilmesi, gençlerimizin de bu îkazlara ciddiyetle kulak vermeleri, her zamankinden daha büyük ve hayâtî bir ehemmiyet arz etmektedir. Nitekim yağmur altında yürüyen bir insanın ıslanmaması mümkün değildir. Yahut bir yere atılan zehirli gazdan, oradaki arılar veya kelebekler dahî az veya çok, fakat mutlakâ bir tesir alır.

Ülkemiz insanları ve bilhassa gençliği, böyle bir gerçekle karşı karşıya bulunduğundan, zehirli gaz mesâbesindeki menfî tesirlerden kendisine bir şey isabet etmeyen insan, neredeyse yok gibidir. Lâkin “her güçlükle beraber bir kolaylık bulunduğu” gerçeği ile bakıldığında, bu menfîliklere karşı da bir çare bulunabileceğini düşünmek pek tabiîdir. Yağmura karşı ıslanmamak için bir şemsiye veya yağmurluk kullanmak gerekirken; zehirli gaza karşı da gaz maskesi tedbiri vardır.
İşte kitabımız da, çağın getirdiği mânevî buhranların anaforuna sürüklenmek istenen gençlerimiz için, yağmurda bir şemsiye veyahut da zehirli gaz karşısında bir gaz maskesi vazifesi görebilmek için yazılmıştır.

Peki, bir gencin, bugün her zamankinden daha fazla mâruz kaldığı menfî telkinlere karşı lâyıkıyla korunabilmek için kazanması gereken vasıflar sizce nelerdir?

Mâlum olduğu üzere, satın alınan her elektronik cihazın yanında bir de kullanma kılavuzu verilir. Bu kılavuz, cihazın herhangi bir arıza yapmadan düzgünce kullanılabilmesi için gerekli olan bütün bilgileri ihtivâ eder. Tıpkı bunun gibi, insanoğlunu yaratan Cenâb-ı Hak da, onun yaratılış gayesine uygun yaşayabilmesi için uyması gereken kâideleri, ilâhî kitaplarla beyan etmiştir.

Bu sebeple en başta sağlam bir Kurʼân kültürü kazanmak ve ilâhî beyanlara gönülden tâbî olma dirâyetini gösterebilmek şarttır. Nasıl ki bir binanın sağlamlığı, onun temelindeki sağlamlığa bağlıysa, daha gençlik devresinde ilâhî beyanlara bağlılıkla bu temelin atılması lâzımdır.

Ayrıca gençlerimizin, Peygamber Efendimiz r ve Ashâbı başta olmak üzere tarihteki hak ve hakikat kahramanlarına dâir bilgi sahibi olmaları da elzemdir. Zira günümüz insanı, sırf eşyâ ve makinedeki terakkîyi medeniyet zannediyor. Hâlbuki medeniyetleri inşâ eden kalptir. Tek başına akıl, irfan verici değildir. İnsanı ârif yapan, kalptir. Asr-ı saâdet, kalpleri ulaştırdığı fazîlet zirveleri itibârıyla, insanlığın ulaşabildiği en zirve medeniyettir.

Bu sebeple gençlerimiz, sadece maddede takılıp kalmayarak onu mânâ ile yoğurabilmiş olan kendi medeniyetimizin aslî prensiplerini öğrenmeli, millî ve dînî benliklerini, yani “kültür” değerlerimizi yeniden keşfetmeye çalışmalıdırlar.

Zira tarihe baktığımız zaman bütün milletlerin, ancak kendi bünyelerine has “kültür” değerleriyle hayâtiyetlerini devam ettirdiklerini görürüz.

Esas kültür ise, din, dil ve tarih şuuruna sahip olabilmektir.

Din, kâinâtın ve insanın yaratılış gâyesini kavramayı sağlar. İnsanı, dünyada vicdan huzuruna, âhirette ise ebedî saâdete hazırlayan kânun ve kâideler manzûmesidir.

Dil, dînin ortaya koyduğu hakîkatlerin ifâdesine vesîledir. Din, dilde yaşar ve yaşanan dile gelir. İnsan, kelimelerle düşünür, lisân ile tefekkür ufkunu genişletir.

Tarih de bir milletin hâfızası ve millî tecrübeler mecmûasıdır. Milletlerin kaderlerindeki iniş ve çıkış tecrübeleri, onların istikbâlini aydınlatacak en mühim ışık kaynağıdır. Bu bakımdan, maddî ve mânevî değerlerin bittiği yerde tarih biter, millet biter, insan biter, iz’an biter, her şey son bulur.

Bu vasıfları kazanan bir genç, nasıl bir şahsiyet sergilemelidir?

Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, insan, yalnızca beden vâkıasından ibâret değildir. İnsan, rûhuyla beraber insandır. Bedenin ihtiyaçları olduğu gibi rûhun da ihtiyaçları vardır. Bu sebeple insan, maddî hastalıklardan korunmaya çalıştığı gibi, mânevî hastalıklardan da korunmaya çalışmalı, bedenini beslediği gibi rûhunu da aşk, vecd ve heyecan içinde îfâ edilen ibâdetlerle ihyâ etmelidir.

Gençlerimiz, evvelâ Fahr-i Kâinât Efendimizʼi kendilerine en büyük rehber edinmeli, daha sonra da Hak dostları ve kâmil mü’minlerle zihnî ve rûhî bir beraberlik içinde olmaya gayret etmelidirler. Zira zihnî beraberlik, zamanla kalbî beraberliği de temin eder.

Nitekim âyet-i kerîmede de şöyle buyrulur:

“Ey îmân edenler, Allahʼtan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119)

Buna muvaffak olabilen bir genç, diğer taraftan da, fazîlet dolu bir medeniyetin tâkipçisi, şan ve şerefle dolu bir mâzinin bugünkü temsilcisi olduğunun şuur ve vakârıyla rûhunu yoğurmalıdır!

Yaşadığı hayatın, dîn, îman, âile, millet ve vatanı için bir mânâ ifâde etmesi gerektiğinin idrâkine varmalıdır.

“Mü’min mü’mine zimmetlidir” gerçeğinden hareketle, kendisini toplum­dan mesʼûl görüp, her zaman ve mekânda hak ve hakikatin sözcüsü olmalıdır.

Taşıdığı değerlerin gerektirdiği mes’ûliyetleri düşünmelidir. Bu dünyada başıboş bırakılmadığımızı, Cenâb-ı Hakk’ın bizi ulvî bir gâye ile yarattığını hiçbir zaman unutmamalıdır.

Zira âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“Nihâyet o gün (dünyada faydalandığınız) nîmetlerden mutlakâ hesaba çekileceksiniz.” (et-Tekâsür, 8)

Velhâsıl bu eser, gençlerimizi hayatın girift ve çıkmaz sokaklarında kaybolmaktan korumak ve onlara rehberlik etmek gâyesiyle kaleme alınmıştır. Nâçizâne eserimizin, bu hususta hayırlara vesîle olabilmesi için, Cenâb-ı Hakkʼın lûtfunu, ihsânını ve tevfîkini niyâz ederim.

İnsanoğlu, ilâhî imtihana tâbî bir varlık olduğu için, hayra da şerre de istîdatlı olarak yaratılmıştır. Yani hepimizin fıtratında, “fücûr”a da “takvâ”ya (iyiliğe de kötülüğe) meyil vardır. Hazret-i Mevlânâ bunu şu teşbihle îzah eder:

“Ey Hak yolc... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 12 yıl
thinkitwell bir gruba katıldı.
Genç Kitaplığı

Genç Kitaplığı'nı burada bulabilirsiniz..

Genç Kitaplığı'nı burada bulabilirsiniz..

12 yıl
thinkitwell okumak istiyor.
Diplomasi

Henry Kissinger, bu tartışmalar yaratan anıtsal kitabında -belki de en önemli eserinde diplomasinin ne olduğu konusuna ışık tutuyor. Tarihi kendi açısından yorumlayarak işe koyulan Kissinger, dünya liderleriyle olan kişisel görüşmelerine de ağırlık vererek, kitabında, diplomasi sanatının inceliklerini ve güç dengesinin, yaşadığımız dünyayı nasıl yarattığını açıklamakta ve kendi idealleri ve eski dünyaya güvensizliklerinin yanısıra ülkelerinin büyüklüğü ve diğer ülkelerden soyutlanmış olmasıyla da korunan Amerikalılara dünyanın uymasını istediği, fakat uymadıkları kendine özgü dış politikalarını göstermeye çalışmaktadır. Modern devlet sisteminin babası sayılan Kardinal Richelieuden, içinde yaşadığımız Yeni Dünya Düzenine kadar geçen üç yüz yılı aşan tarihi dilimi içinde Kissinger, modern diplomasinin, nasıl savaş ve barış güçleri arasındaki güç dengesinde yaşanan deneyim ve çabalardan doğduğunu ve Amerikanın, bazen kendi zararına olsa da bu oluşumdan ders almayı nasıl reddettiğini ortaya koymaktadır. Henry Kissingerın da bu olayların merkezinde olduğu onlarca yıl içinde, bundan önce ve sonra, bizim yaşamımızı biçimlendiren gizli görüşmeler, büyük olaylar ve devlet adamlığı sanatı üzerine ayrıntılı ve orjinal bir gözlem bolluğuyla birlikte De Gaulle, Nixon, Chou En-Lai, Mao Tse-Tung, Reagen ve Gorbaçovu da içine alan ve Kissingerin kişisel deneyim ve bilgilerine dayanan dünya liderlerinin özel portreleri, okuyucuya zirvedeki diplomaside neler olup bittiğini gözlemleyebilmek için nadir bir pencere açmaktadır. Ulusal diplomasi üslûpları arasındaki farkları çözümleyen Kissinger, değişik toplumların dış politikalarını yürütmede nasıl özel yollar ürettiklerini ve Amerikalıların, ta başlangıçtan beri nasıl idealizme dayanan farklı bir dış politika peşinde olduğunu göstermektedir. Kissinger, görüşlerini, kanaat ve yaşadığı olayları, Nixonın dış politika ortağı olarak yaptığı delici diplomatik girişimlerini, gerçek hikâyelerle süsleyerek kitabında anlatmaktadır. Derin tarih bilgisi, zekâsı ve ulusları birbirine bağlayan ve birbirinden ayıran güçleri çok iyi kavraması ile tanınan Kissengerin Diplomasi kitabı, Amerikanın dünyadaki durumu ile ilgilenen herkes için okunması gereken bir kitaptır. Henry Alfred Kissinger, Amerikanın 56. Dışişleri Bakanı olarak 22 Eylül 1973 tarihinde yemin ederek görev başlamış ve bu görevini 20 Ocak 1977 tarihine kadar korumuştur. Aynı zamanda, Başkanın Ulusal Güvenlik İşleri Yardımcılığı görevini de 20 Ocak 1969dan 3 Kasım 1975e kadar sürdürmüştür. (3. Basım: Arka Kapak) Henry Kissinger, tartışmalar yaratan bu anıtsal kitabında diplomasinin ne olduğu konusuna ışık tutuyor. Tarihi kendi açısından yorumlayarak işe koyulan Kissinger, dünya liderleriyle olan kişisel görüşmelerine ağırlık vererek, diplomasi sanatının inceliklerini ve güç dengesinin, yaşadığımız dünyayı nasıl yarattığını açıklıyor, kendi idealleri ve eski dünyaya güvensizliklerinin yanı sıra ülkelerinin büyüklüğü ve diğer ülkelerden soyutlanmış olmasıyla da korunan Amerikalılara, kendilerine özgü dış politikalarını göstermeye çalışıyor. Modern devlet sisteminin babası sayılan Kardinal Richelieuden, içinde yaşadığımız Yeni Dünya Düzenine kadar geçen üç yüzyılı aşan tarih dilimi içinde Kissinger, modern diplomasinin, savaş ve barış güçleri arasındaki güç dengesinde yaşanan deneyim ve çabalardan doğduğunu ve Amerikanın, bazen kendi zararına olsa da, bu oluşumdan ders almayı reddettiğini ortaya koyuyor. De Gaulle, Nixon, Chou En-Lai, Mao Tse-Tung, Reagan ve Gorbaçov gibi dünya liderlerinin özel portrelerini sunarak okuyucuya zirvedeki diplomaside neler olup bittiğini anlatıyor; görüşlerini, yaşadığı olayları, Nixonın dış politika ortağı olarak yaptığı diplomatik girişimleri, gerçek hikâyelerle süsleyerek aktarıyor. Derin tarihi bilgisi, zekâsı ve ulusları birbirine bağlayan ve birbirinden ayıran güçleri çok iyi kavraması ile tanınan Kissingerın Diplomasi kitabı, Amerikanın dünyadaki durumu ile ilgilenen herkes için okunması gereken bir yapıt.

Henry Kissinger, bu tartışmalar yaratan anıtsal kitabında -belki de en önemli eserinde diplomasinin ne olduğu konusuna ışık tutuyor. Tarihi kendi açısından yorumlayarak işe koyulan Kissinger, dünya liderleriyle olan kişisel görüşmelerine de ağırlık v... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 12 yıl
thinkitwell yarım bırakmış.
Metal Fırtına (Metal Fırtına, #1)

ABD-TÜRKİYE SAVAŞI...

Tarih, 23 Mayıs 2007, Yer, Kerkük’ün kuzeydoğusu...

Kuzey Irak’taki kargaşa devam ederken, bölgede bulunan Türk birlikleri ani bir Amerikan saldırısına uğrar. Türk birlikleri 'müttefik'lerinden hiç de beklemedikleri bir darbe almıştır.

CNN International hemen haber geçmeye başlar: ''Kuzey Irak’ta çatışma'' 13 ABD askeri öldü, 30 yaralı var. Ordu yetkilileri, Amerikan güçlerine saldıran 35 Türk askerinin öldürüldüğünü açıkladı.

Amerikalıların niyeti Türkiye’deki zengin bor minerallerini ele geçirmektir. Bunun için her şeyi göze almışlardır. İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere tüm Türkiye’yi savaş alanına çevirmeyi bile... Ve Metal Fırtına Operasyonu başlar...

İşte o heyecanlı satırlardan birkaç bölüm

''Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Başkan’ın odasından içeri girdi. Telaşlıydı ve Başkan ile konuşması gerekiyordu. Derken kapıda Genelkurmay Başkanı Howard Strike göründü, yüzünde karanlık bir ifade vardı. Başıyla sert bir selam vererek hemen duvardaki ekranın başına geçti. Makineyi kendisi çalıştırdı. ‘Sayın Başkan,’ dedi ‘şu an itibariyle Metal Fırtına harekâtı başlamış bulunuyor.’

Türk Deniz Piyade Tugay Komutanlığı Karargâhı tam karartmadaydı. Uç noktadaki siperlerde bulunan askerler kızılötesi kameralarıyla ufku gözlemliyor ve kısa aralıklarla karargâhı bilgilendiriyorlardı. Bu bilgiler hemen Genelkurmay Başkanlığı’na iletiliyordu. Yine sesler duyuldu ama bu sefer bir şey farklıydı...

‘Merkez, sesler duyuluyor.’
‘Nasıl sesler?’
‘Metalik sesler Komutanım.’
‘Gözlemede kalın.’
‘Bir şey görülüyor mu?’
‘Hayır Komutanım.’
Asteğmen ve askerler koşarak sipere girdiler, baraj ateşi açmak istediklerini söylediler. Askerlerin isteği Tümgeneral İhsan Paşaya iletildi ve olumlu yanıt alındı.
‘Ateş!!!’

***

''Genelkurmay Başkanı, Harekât Komuta Merkezi’ndeki telsizin başından ayrılmıyordu. Deniz Piyade Tugayı Karargâhı’ndan sürekli olarak bölgedeki çatışma ile ilgili haberler aktarılıyordu. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Ankara’da bulunan kabine üyeleri Harekât Merkezi’ne geliyorlardı. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, altı kişilik bir heyetle Washington’a doğru yola çıkmıştı bile''...

''İstanbul’a büyük hava saldırısı başladı. Henüz resmî açıklama yapılmadı ancak İstanbul, tarihinin en ağır hava saldırısı ile mücadele etmeye çalışıyor. Operasyonun ne kadar süreceği belli değil. Dört saattir aralıksız süren bombardıman nedeniyle şehirde su kesildi, trafik tamamen durdu. Köprüler ve yollar hasarlı, çok sayıda sivil kayıp olduğu belirtiliyor.''

ABD-TÜRKİYE SAVAŞI...

Tarih, 23 Mayıs 2007, Yer, Kerkük’ün kuzeydoğusu...

Kuzey Irak’taki kargaşa devam ederken, bölgede bulunan Türk birlikleri ani bir Amerikan saldırısına uğrar. Türk birlikleri 'müttefik'lerinden hiç de beklemedikl... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 12 yıl
thinkitwell kütüphanesine ekledi.
Metal Fırtına (Metal Fırtına, #1)

ABD-TÜRKİYE SAVAŞI...

Tarih, 23 Mayıs 2007, Yer, Kerkük’ün kuzeydoğusu...

Kuzey Irak’taki kargaşa devam ederken, bölgede bulunan Türk birlikleri ani bir Amerikan saldırısına uğrar. Türk birlikleri 'müttefik'lerinden hiç de beklemedikleri bir darbe almıştır.

CNN International hemen haber geçmeye başlar: ''Kuzey Irak’ta çatışma'' 13 ABD askeri öldü, 30 yaralı var. Ordu yetkilileri, Amerikan güçlerine saldıran 35 Türk askerinin öldürüldüğünü açıkladı.

Amerikalıların niyeti Türkiye’deki zengin bor minerallerini ele geçirmektir. Bunun için her şeyi göze almışlardır. İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere tüm Türkiye’yi savaş alanına çevirmeyi bile... Ve Metal Fırtına Operasyonu başlar...

İşte o heyecanlı satırlardan birkaç bölüm

''Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Başkan’ın odasından içeri girdi. Telaşlıydı ve Başkan ile konuşması gerekiyordu. Derken kapıda Genelkurmay Başkanı Howard Strike göründü, yüzünde karanlık bir ifade vardı. Başıyla sert bir selam vererek hemen duvardaki ekranın başına geçti. Makineyi kendisi çalıştırdı. ‘Sayın Başkan,’ dedi ‘şu an itibariyle Metal Fırtına harekâtı başlamış bulunuyor.’

Türk Deniz Piyade Tugay Komutanlığı Karargâhı tam karartmadaydı. Uç noktadaki siperlerde bulunan askerler kızılötesi kameralarıyla ufku gözlemliyor ve kısa aralıklarla karargâhı bilgilendiriyorlardı. Bu bilgiler hemen Genelkurmay Başkanlığı’na iletiliyordu. Yine sesler duyuldu ama bu sefer bir şey farklıydı...

‘Merkez, sesler duyuluyor.’
‘Nasıl sesler?’
‘Metalik sesler Komutanım.’
‘Gözlemede kalın.’
‘Bir şey görülüyor mu?’
‘Hayır Komutanım.’
Asteğmen ve askerler koşarak sipere girdiler, baraj ateşi açmak istediklerini söylediler. Askerlerin isteği Tümgeneral İhsan Paşaya iletildi ve olumlu yanıt alındı.
‘Ateş!!!’

***

''Genelkurmay Başkanı, Harekât Komuta Merkezi’ndeki telsizin başından ayrılmıyordu. Deniz Piyade Tugayı Karargâhı’ndan sürekli olarak bölgedeki çatışma ile ilgili haberler aktarılıyordu. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Ankara’da bulunan kabine üyeleri Harekât Merkezi’ne geliyorlardı. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, altı kişilik bir heyetle Washington’a doğru yola çıkmıştı bile''...

''İstanbul’a büyük hava saldırısı başladı. Henüz resmî açıklama yapılmadı ancak İstanbul, tarihinin en ağır hava saldırısı ile mücadele etmeye çalışıyor. Operasyonun ne kadar süreceği belli değil. Dört saattir aralıksız süren bombardıman nedeniyle şehirde su kesildi, trafik tamamen durdu. Köprüler ve yollar hasarlı, çok sayıda sivil kayıp olduğu belirtiliyor.''

ABD-TÜRKİYE SAVAŞI...

Tarih, 23 Mayıs 2007, Yer, Kerkük’ün kuzeydoğusu...

Kuzey Irak’taki kargaşa devam ederken, bölgede bulunan Türk birlikleri ani bir Amerikan saldırısına uğrar. Türk birlikleri 'müttefik'lerinden hiç de beklemedikl... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 12 yıl
thinkitwell kütüphanesine ekledi.
İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 12 yıl
Daha Fazla Göster

thinkitwell şu an ne okuyor?

thinkitwell şu anda kitap okumuyor.

Favori Yazarları (0 yazar)

Favori yazarı yok.