Tıp ve psikiyatri kökenli bir ruh çözümlemecisi olan Carl Gustav Jungun, psikolojik tiplemeler, kompleksler teorisi ve sözcük çağrışım testi gibi özgün bilimsel katkıları günümüz psikolojisi ve psikiyatrisi içinde hâlâ yerini korumaktadır. Bunun ötesinde, bugün Jungu bir ekol olarak anmamızın nedeni, bütün insan bilimlerine yansıyan türev ve etkileriyle simge alanındaki çalışmaları, ve kişisel ya da kolektif bilinçdışının dinamiklerini ve görüngülerini irdeleyen yapıtlarıdır. Jung düşüncesinin antropolojiden teoloji ve felsefeye, etnolojiden sosyolojiye çok geniş bir alanda kalıcı izleri vardır.Anne arketipi, yeniden doğuş, masallarda ruhun fenomenolojisi ve hilebaz figürünün psikolojisi üzerine kaleme aldığı bu dört makale, Jungun simge alanındaki çalışmalarına ışık tutacak önemli bir toplam.
Tıp ve psikiyatri kökenli bir ruh çözümlemecisi olan Carl Gustav Jungun, psikolojik tiplemeler, kompleksler teorisi ve sözcük çağrışım testi gibi özgün bilimsel katkıları günümüz psikolojisi ve psikiyatrisi içinde hâlâ yerini korumaktadır. Bunun ötes... tümünü göster
Cesur yeni Dünya bizi Forddan sonra 632 yılına götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında Cemaat, Özdeşlik, İstikrar yazan Londra Merkez kuluçka ve Şartlandırma Merkezinde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, annelik ve babalık pornografik birer kavram olarak görülür. Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya uykuda eğitim ile sağlanır. Hipnopedya seyesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. Herkes herkes içindir.
Cesur yeni Dünya bizi Forddan sonra 632 yılına götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında Cemaat, Özdeşlik, İstikrar yazan Londra Merkez kuluçka ve Şartlandırma Merkezinde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, annelik ve b... tümünü göster
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!Şu durmadan kurulup dağılan evrendeBir nefestir alacağın, o da boştur boş!
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!Şu durmadan kurulup dağılan evrendeBir nefestir alacağın, o da boştur boş!
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!Şu durmadan kurulup dağılan evrendeBir nefestir alacağın, o da boştur boş!
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!Şu durmadan kurulup dağılan evrendeBir nefestir alacağın, o da boştur boş!
Michel Foucault, Magrittein tedirgin edici resimlerinden birkaçına aklını takmıştı. Hem bu resimlerle, hem de ressamla uzun uzun söyleşti, uzun uzun düşündü ve kısaca ama sıkıştırılmış barut gibi, okurun zihnini patlatmaya aday bir kitapla çıkageldi. ...Çeviren :Selahattin Hilav TADIMLIKÖnsöz*Gerçeküstücülüğe en uzun süre bağlı kalmış ressam olan René Magritte (1898-1967), Belçikada Lessinesde doğdu. Bir küçük burjuva ailesinin üç erkek çocuğunun en büyüğüydü. Ailesi, sürekli yer değiştirerek önce Lessinesden Gillye, daha sonra Gillyden Châteletye ve annesinin intiharından sonra Charleroiya taşındı ve Magritte burada, ilkokulda okudu ve daha sonra, eski Yunan ve Latin edebiyatı öğrenimi için Athénéye girdi. Dersleri sürekli olarak izlemedi ve Pierre Bourgeois, Pierre Flouquet ve E.L.T. Mesensle, yaşamına yön verecek dostluklar kurdu.Magritte, on iki yaşında resim yapmaya başladı. Çocukluğunun dünyası, daha sonra yetişkinlik dönemindeki sanatının hammaddesinin büyük bölümünü oluşturacaktı. Bunlar arasında garip balonları, güneş şemsiyesi ayaklarını, parmaklıkları, arkadaşlarıyla oynadığı harap mezarlıklarda gördüğü kırılmış sütunları sayabiliriz.Bir yeni yetme olarak Magritte, Kübizm, Fütürizm ve başka üsluplarla ilgilendi, ama onu sarsan olay, Giorgio de Chiriconun yapıtlarını keşfetmesidir. De Chirico, bir ön-gerçeküstücüydü. Haşin ve hayli soğuk olan resimleri, Lautréamontun(1) bir ameliyat masasının üstünde bir dikiş makinesi ile bir şemsiyenin rastlantısal olarak bir araya gelmesi kadar güzel diye övdüğü bir tür görsel tutarsızlığın ürünleriydi. Magritte, Chiriconun Aşk Şarkısı gibi resimlerde, şiirin, resim üzerindeki üstünlüğünü kavradığını ileri sürüyordu ve bu kavrayış Suzi Gablike göre, Magrittein gözlerinin dolmasına yol açacak kadar etkiliydi.(2)Şiirin resim üzerindeki üstünlüğü, Magrittein daha genç yaşlarda, amacı kendi içinde bir çaba olarak resimden bezmiş olduğu için çok önemliydi. Magritte, bir üslubu uyguladığı zaman, ressamların estetik düşkünlüğüne tam anlamıyla karşıt kaygılarla çalışıyordu. Önemli sayılamayacak birkaç ara dönemden (özellikle 1948in Fovist inek dönemi gibi) sonra Magrittein yöntemi, 1925ten başlayarak iyice yerine oturdu. Bazı eleştirmenlerin sitem etmelerine rağmen, formel ve maddesel sorunlar, onun ilgi alanının tamamen dışındaydı. Kendine sanatçı denmesinden hoşlanmıyor ve resim aracılığıyla iletişimde bulunan bir düşünür olarak görülmesini tercih ediyordu. Yapıtları felsefi içerikler taşıyan birçok ressamın fikirlerle bilinçli olarak uğraşmamalarına karşın Magritte, felsefe metinlerini bol bol okuyor ve Hegele, Martin Heideggere, Jean-Paul Sartrea ve Michel Foucaultya hayranlık duyuyordu.1960ların ortalarında Magritte, Foucaultnun şimdi çok ünlü olan ve İngilizceye The Order of Things diye çevrilen Les Mots et les Chosesunu (Sözcükler ve Şeylerini) okumuştu. Ressamın bu kitaba ilgi duymasına şaşmamak gerekir. Magritte, New York Cityde açtığı bir sergiye aynı adı vermişti ve sözcükler ile şeyler arasındaki ilişki, birçok tablosunda şaşırtıcı bir etki doğuracak biçimde irdelenmiş bir temaydı.Foucaultnun daha önce yazdığı yapıtları, Magrittein ne ölçüde bildiğini kestiremiyoruz. Pariste, daha o zaman bir düşünür olarak ün kazanmış olan Foucault, Histoire de la Folie (Deliliğin Tarihi) (Birleşik Devletlerde Madness and Civilization diye çevrilmiştir) ve Naissance de la Clinique (Kliniğin Doğuşu) [Birth of the Clinic] adlı kitaplarıyla hayranlık kazanmıştı. Gerçeküstücü yazar Raymond Roussel konusunda derinlemesine bir eleştiri de yazmıştı. Magritte, Roussele büyük bir yakınlık duyuyor gibi görünmektedir. Gerçeküstücülere büyük ilgi duyan Foucault, tüm yapıtlarını yayımladığı Georges Bataille gibi yazarlar üzerine çok özgün denemeler de kaleme almıştı. Foucault ve Magritte arasında mektuplaşmalar da olmuştur. Magrittein yazdığı mektuplardan ikisini, bu kitapta bulacaksınız.
Michel Foucault, Magrittein tedirgin edici resimlerinden birkaçına aklını takmıştı. Hem bu resimlerle, hem de ressamla uzun uzun söyleşti, uzun uzun düşündü ve kısaca ama sıkıştırılmış barut gibi, okurun zihnini patlatmaya aday bir kitapla çıkageldi.... tümünü göster
Michel Foucault, Magrittein tedirgin edici resimlerinden birkaçına aklını takmıştı. Hem bu resimlerle, hem de ressamla uzun uzun söyleşti, uzun uzun düşündü ve kısaca ama sıkıştırılmış barut gibi, okurun zihnini patlatmaya aday bir kitapla çıkageldi. ...Çeviren :Selahattin Hilav TADIMLIKÖnsöz*Gerçeküstücülüğe en uzun süre bağlı kalmış ressam olan René Magritte (1898-1967), Belçikada Lessinesde doğdu. Bir küçük burjuva ailesinin üç erkek çocuğunun en büyüğüydü. Ailesi, sürekli yer değiştirerek önce Lessinesden Gillye, daha sonra Gillyden Châteletye ve annesinin intiharından sonra Charleroiya taşındı ve Magritte burada, ilkokulda okudu ve daha sonra, eski Yunan ve Latin edebiyatı öğrenimi için Athénéye girdi. Dersleri sürekli olarak izlemedi ve Pierre Bourgeois, Pierre Flouquet ve E.L.T. Mesensle, yaşamına yön verecek dostluklar kurdu.Magritte, on iki yaşında resim yapmaya başladı. Çocukluğunun dünyası, daha sonra yetişkinlik dönemindeki sanatının hammaddesinin büyük bölümünü oluşturacaktı. Bunlar arasında garip balonları, güneş şemsiyesi ayaklarını, parmaklıkları, arkadaşlarıyla oynadığı harap mezarlıklarda gördüğü kırılmış sütunları sayabiliriz.Bir yeni yetme olarak Magritte, Kübizm, Fütürizm ve başka üsluplarla ilgilendi, ama onu sarsan olay, Giorgio de Chiriconun yapıtlarını keşfetmesidir. De Chirico, bir ön-gerçeküstücüydü. Haşin ve hayli soğuk olan resimleri, Lautréamontun(1) bir ameliyat masasının üstünde bir dikiş makinesi ile bir şemsiyenin rastlantısal olarak bir araya gelmesi kadar güzel diye övdüğü bir tür görsel tutarsızlığın ürünleriydi. Magritte, Chiriconun Aşk Şarkısı gibi resimlerde, şiirin, resim üzerindeki üstünlüğünü kavradığını ileri sürüyordu ve bu kavrayış Suzi Gablike göre, Magrittein gözlerinin dolmasına yol açacak kadar etkiliydi.(2)Şiirin resim üzerindeki üstünlüğü, Magrittein daha genç yaşlarda, amacı kendi içinde bir çaba olarak resimden bezmiş olduğu için çok önemliydi. Magritte, bir üslubu uyguladığı zaman, ressamların estetik düşkünlüğüne tam anlamıyla karşıt kaygılarla çalışıyordu. Önemli sayılamayacak birkaç ara dönemden (özellikle 1948in Fovist inek dönemi gibi) sonra Magrittein yöntemi, 1925ten başlayarak iyice yerine oturdu. Bazı eleştirmenlerin sitem etmelerine rağmen, formel ve maddesel sorunlar, onun ilgi alanının tamamen dışındaydı. Kendine sanatçı denmesinden hoşlanmıyor ve resim aracılığıyla iletişimde bulunan bir düşünür olarak görülmesini tercih ediyordu. Yapıtları felsefi içerikler taşıyan birçok ressamın fikirlerle bilinçli olarak uğraşmamalarına karşın Magritte, felsefe metinlerini bol bol okuyor ve Hegele, Martin Heideggere, Jean-Paul Sartrea ve Michel Foucaultya hayranlık duyuyordu.1960ların ortalarında Magritte, Foucaultnun şimdi çok ünlü olan ve İngilizceye The Order of Things diye çevrilen Les Mots et les Chosesunu (Sözcükler ve Şeylerini) okumuştu. Ressamın bu kitaba ilgi duymasına şaşmamak gerekir. Magritte, New York Cityde açtığı bir sergiye aynı adı vermişti ve sözcükler ile şeyler arasındaki ilişki, birçok tablosunda şaşırtıcı bir etki doğuracak biçimde irdelenmiş bir temaydı.Foucaultnun daha önce yazdığı yapıtları, Magrittein ne ölçüde bildiğini kestiremiyoruz. Pariste, daha o zaman bir düşünür olarak ün kazanmış olan Foucault, Histoire de la Folie (Deliliğin Tarihi) (Birleşik Devletlerde Madness and Civilization diye çevrilmiştir) ve Naissance de la Clinique (Kliniğin Doğuşu) [Birth of the Clinic] adlı kitaplarıyla hayranlık kazanmıştı. Gerçeküstücü yazar Raymond Roussel konusunda derinlemesine bir eleştiri de yazmıştı. Magritte, Roussele büyük bir yakınlık duyuyor gibi görünmektedir. Gerçeküstücülere büyük ilgi duyan Foucault, tüm yapıtlarını yayımladığı Georges Bataille gibi yazarlar üzerine çok özgün denemeler de kaleme almıştı. Foucault ve Magritte arasında mektuplaşmalar da olmuştur. Magrittein yazdığı mektuplardan ikisini, bu kitapta bulacaksınız.
Michel Foucault, Magrittein tedirgin edici resimlerinden birkaçına aklını takmıştı. Hem bu resimlerle, hem de ressamla uzun uzun söyleşti, uzun uzun düşündü ve kısaca ama sıkıştırılmış barut gibi, okurun zihnini patlatmaya aday bir kitapla çıkageldi.... tümünü göster