Zaven Biberyan, odağına birbirine dokunmaktan bile imtina eden iki komşu aileyi alarak, yalnızları, cemaatleşen, cemaatleştikçe birbirine yabancılaşan iki halkı anlatıyordu ''Yalnızlar'''da. ''Babam Aşkale'ye Gitmedi'''de ise bireysel bir yalnızlaşmayı, kabuğuna çekilmeyi taşıyor sayfalara. http://oklapkutuphanesi.blogspot.de/2013/03/zaven-biberyan-babam-askaleye-gitmedi_29.html
12 Mart... Hem sanık hem de tanık Sevgi Soysal, böyle dillendiriyor yaşadıklarını... ''Şafak'''ta, sanıklıkla kol kola giden bu tanıklığı, 12 Mart olgusunu, bu olgunun toplum ve birey üzerindeki derin etkilerini yetkin bir biçimde yazıya döküyor. http://oklapkutuphanesi.blogspot.de/2013/03/sevgi-soysal-safak.html
''Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur'''un hastalık nedeniyle öğrenimini yarıda bırakmış, askerliğini yaptıktan sonra annesinin ormanın kıyısına yerleşmiş evine dönen isimsiz kahramanı da uzun uzun yürüyor yanıbaşındaki ormanın içlerine dalarak. Çocukluğunda işittiği tüm tekinsiz hikayelere, ormanda dolanan, her şeyi bilen, her şeye tanık olan 'göz'e aldırmadan, doğanın sesine kulak vererek, ona sığınarak geçiriyor günlerini. Irmak boyunca yürüyor, ağaçların, yaprakların arasına dalıyor. Ormanın içindeki her varlıkla yoldaşlık, yarenlik ederek... Doğayla, onun insanı şaşkına çeviren karmaşık dinginliğiyle bütünleşerek... Sonunda da ormanda dolanan 'göz'le ve çocukluk aşkı Ceren'le göz göze geliyor. Ve düşle gerçeğin çoğu kez iç içe geçtiği bu masalsı roman, sadece kötü bir düş, bir karabasan olmasını dileyeceğiniz bir sonla nihayetleniyor. Ardında derin bir hüzün bırakarak... http://oklapkutuphanesi.blogspot.de/2013/03/faruk-duman-ve-bir-pars-huzunle-kaybolur.html
Farklı kurgusu ve diliyle, görsellikle yoğrulmuş biçimiyle, kendini kolay ele vermeyen, yoğun imgeleriyle anlaşılması, takip etmesi zor bir kitap oldu benim için ''Yanık Saraylar''. Hatta zaman zaman beni öfkelendiren, anlayamamanın faturasını yazara yükleten cinsten... Nasıl olsa geleneksel biçimlere başkaldıran, beni deliler anlar, diyen; dünyasını yalnız aklını yitirmişlerle paylaşan, aşktan aklını oynatanlara, şizofrenlere, aşırı romantiklere ve aşırı sadistlere, delilere yazan bir yazar vardı karşımda değil mi? Topu ona atmak, 'bu ne biçim edebiyat?' diye çemkirmek ne kadar kolay! http://oklapkutuphanesi.blogspot.de/2013/03/sevim-burak-yank-saraylar.html
Elimden tutup çocukluğunun Diyarbakır'ına, Hançapek'e yani "Gâvur Mahallesi"'ne götürdü beni Margosyan. Diyarbakır Ermeni cemaatinin son göç dalgasıyla sessiz bıraktığı Surp Grigos Kilisesi'ne, 4 dilin (Ermenice, Kürtçe, Zazaca ve Türkçe) birden konuşulduğu, artık yerinde belki de yeller esen bir eve ve bugün yok olmuş bir kültürel çeşitliliğin nefes alıp verebildiği zamanlara... http://oklapkutuphanesi.blogspot.de/2013/02/gavuru-gitti-mahellesi-kald.html