Uzun yıllar önce artık roman yazmayacağını duyuran İhsan Oktay Anar'ın, derinliklerinde kalan bir hikâyenin izini sürdüğünün romanıdır bu. Bir nevi batan geminin romanı da diyebiliriz. Tiamat, Babil mitolojisinde bir canavar olarak tasvir edilen tuzlu su tanrıçası. Bir Osmanlı denizaltısının böyle bir canavarla karşılaşmasını ve bu karşılaşmayı Anar'ın yazdığını düşünün. Düşünmesi bile heyecan uyandıran bu karşılaşmayı az önce okuyup bitirdim. Biraz gemici tabirlerine aşinaysanız benim aldığım keyfi alacağınıza eminim.
Yıllardır Afili Filintalar'da takip ettiğim BCY lokumları bir araya geldi. Artık hepsi birer okunmuş lokum.
Hareket eden, yürüyen, arayan romanları seviyorum. Adamımızın, bir akşam tam da çay keyfine başlayacakken kapısı çalınıyor. Komşusu yaşlı hanımefendi eşinin kaybolduğunu söyleyip yardımcı olmasını istiyor ve o andan sonra gecenin içinde, -ya da daha açık olalım- bir belleğin içinde, kaybolan adamın gençliğinden kalma yırtık pırtık kimliğiyle birlikte uzun bir yürüyüşe çıkıyor. Ve Ateş Bizi Tüketiyor'un ilk çeyreğinden itibaren sonunu tahmin edebiliyorsunuz. Genellikle bu okurun merakını öldürür ama Gülsoy'un kurgusu/anlatımı, o tahmin edilir sona "acaba nasıl ulaşacak, daha neler olacak kim bilir" merakını tetikliyor. Bunda polisiye tınısının etkisi de büyük. Bu yıl okuduğum en iyi romanlardan biri olduğunu iddia edebilirdim ama bununla yetinmeyeceğim, Murat Gülsoy'un beni en çok etkileyen romanı diye abartacağım. Bilirsiniz, doya doya abartmak da okurluğun şanındandır.
Tristram Shandy'yi çok çok kısa özetlersek; birçoğumuz gibi ne kadar çabalasa da şekle sokulamayan bir hayat yaşayan Tristram kendi hayat hikâyesini yazmaya çalışıyor. Ama elinden kaçıyor, çünkü hayat çok zengin, dopdolu. Sanatla bütününü sarmalamak kolay değil. Hikâyesini doğumu ve öncesiyle anlatmaya başlıyor, babasının kendisi üzerine kurduğu ama bir türlü tutmayan planlarla devam ediyor. Konu hikâyeden hikayeye atlıyor. Arada durup yazmaya çalıştığı metinden bahsedip sonra “o değil de şu” misali başka bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Sürüsüne bereket karakter ve hikâye var. Adı Tristram Shandy ama daha çok babası, Toby amcası ve Toby'nin adamı Onbaşı Trim etrafında dönüyor anlatı. Bir de Yorik var mesela. Oğuz Atay'ın Olric'inin ilham kaynağı olduğu söyleniyor. Sterne bir din adamıymış. Din adamlarından belli bir ciddiyetin üzerinde olması beklenir ama Shandy mizahi ve enerjik bir üslupla yazılmış. Arada metne boşluklar, renkli sayfalar, noktalar moktalar koyup okura nefes aldırıyor. Tam anlamıyla kopuk kopuk ama bir o kadar da keyifle okunan bir eser. Orhan Pamuk çok haklı, harika kitaplar onlardan bir şeyler öğrenmek için değil, onlardan zevk alıp mutlu olmak için okunmalı. Kitabı bitirdikten sonra kitaptan esinlenerek çekilen Tristram Shandy: A Cock and Bull Story'yi seyrettim. Sinemaya uyarlanamayacak kadar geniş bir kitap olduğundan filmde çok zekice bir oyun var: “Tristram Shandy'inin sinemaya uyarlanmasının filmi”. Film oyuncuların makyajıyla başlayıp hızlandırılmış bir şekilde kitaba giriyor. Tıpkı kitapta yazarın hikâye anlatmayı kesip hikâyesini yazmasına değinmesi gibi filmde de bir anda hikâye duruyor set ekibi ve yönetmen ortaya çıkıyor ve filmde neler yapabileceklerini konuşuyorlar. Çok iyiydi; kitap da film de.
Bir roman düşünün ki, hikâyesi 500 küsür sayfada ancak açılmaya başlıyor. O zamana kadar da sırf cinsellik. Kitabın yarısını iki ayda, "dur bir yere bağlanacak" telkinleriyle zorla okudum, kalan yarısını ise dört günde bitirdim. Hikâye açılana kadar dilimde tek bir cümle vardı: "O Nobel'i göremeyesin Murakami!" Neyse ki bitti, şükür. Öyle ahım şahım bir hikâye, kurgu yok. Araya gerçeklik temalı bolca afili söz ve hikâyeyi saramayan, havada kalmış fantastik öğeler filan. Murakami'yi yere göğe sığdıramayan dünya okurları Sezgin Kaymaz'la, Ali Teoman'la filan tanışsa geçmişlerine dönüp "biz bu adamı nasıl bu kadar yüceltmişiz, yazıklar olsun bize!" der diye düşünüyorum. Bu vesileyle kendime aşırı kararlı bir not düşeyim: Murakamici değilim, hiç olmayacağım.
Everest'in son bir iki yıldır yayımladığı öykü kitapları çok iyi değil mi sizce de?! Tekme Tokatlı Şehir Rehberi de bunlardan biri. İlk kitap demeye bin şahit ister bir üslup ve dil hakimiyeti karşılıyor okuru, hayattan sivrilmiş zekice kurgular da cabası. Yenice, ikinci kitabında nelerle karşılaşabileceğimiz hususunda, sabırsızlıkla bekletir cins yazarlardan. Göz/kulak kesilelim.