O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini bir birine yakın kılan…….. En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulandır…….. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran .........
Isimler büyülüdür. Sade büyülü mü, isimler hem de büyücüdür. Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam? Ben haramı helali karıştırmam : Seninle içtiğim ( içilen ) şarap helaldir Sensiz içtiğim su bile haram… Ömer Hayyam
Dertli ve yalnızdı ölüm. Sevilmemekten şikayetçiydi..... sadece yalnızlıktan kurtulmak istiyordu o kadar. Vurdumduymazlıktan gelse de, aslında insanların onu böylesine çirkin, böylesine korkunç tasvir edip kendilerinden uzaklaştırmaya çalışmaları ağırına gidiyordu. Ne yazık ki kendi varlığı başkalarının yokluğunu gerektiriyordu. Var olabilmek için yok etmee mahkumdu. Bu kısırdöngüden kurtulabilmek için belki de kendini ortadan kaldırması gerektiğini düşünüyor ama bir türlü cesaret edemiyordu. Her ne olursa olsun, hayatı seviyordu ölüm. Kadın inci gibidir. Bazen senelerce, bazen de bir ömür boyu bir istiridyenin içinde saklar kendini. Fakat bir kez gün ışığı gördümü çabucak unutur geçmişini. Geçmişte ne kadar saklanmışsa o kadar seyredilmek ister; ne kadar kapalı kalmışsa o kadar açığa çıkmak ister. Işte o an çıkıp geldiğinde, artık ona kimse mani olamaz. Kendi bile. Insan vücudu mütemadiyen dönen bir çemberdi. Zira dikkatlice bakıldığında, damarlarda dolaşan kan, mütevazi bir çember çizmekteydi. Çemberde bir son ya da başlangış tayin etmek ise mükün değildi. Kan çemberin yarısında peybeypey kirleniyor, öteki yarısında ise kademe kademe temizlenerek arınıyordu. Hal böyle olunca da, pislik ve temizlik, parça ve bütün, çirkinlik ve güzellik aynı çemberi tamamlıyordu. Cehalet kadar aşırı bilgi de yüktür insana. Bilmemek, kendi gölgenden korkmana sebep olur, bilmekse başkalarının gölgesinden. Biri içerden kuşatır seni, öteki dışarıdan....
... hayatın bir tekrar olduğuna,ama sonra her şeyin acımasızlıkla unutulduğuna... Eşyaların gücü, içlerinde birikmiş hatıralar kadar, bizim hayal ve hatırlama gücümüzün cilvelerine de bağlıdır elbette. -- *** Hayatta en büyük yanlış, daha fazlasını isteyip mutlu olmaya çalışmaktır **** --
-Büyük olayların hiç hesap edilmeyen neticeleri oluyor. -Tek gözlü insan bir körden daha eksiktir. Neyinin eksik olduğunu bilir... -Aşk, hem iki kişi hem de tek kişi olmaktır... ....anneler kendilerine en çok acı çektiren çocukları daha çok severler... -Kadınlar içgüdüsel olarak birbirlerini daha erkek zekasından daha iyi anlar ve birbirlerine daha çabuk cevap verirler. - Toplumun dışındaydı, hayatın dışındaydı, ama içeri girmenin belki de imkansız olmadığını seziyor gibiydi. Mezarının anahtarını yanında taşıyan bir ölü gibiydi... - *Çünku aşk bir ağaç gibidir, kendi kendine büyür, köklerini bütün varlığımızın en derinlerine kadar uzatır ve genellikle yıkıntıya dönmüş kalpte yeşermeye devam eder. İzahı zor olan şey bu tutkunun ne kadar körse o kadar da inatçı olmasıdır. Ne kadar mantıksızsa o kadar dayanıklı olmasıdır. *** -Aslan kuyruğu olmaktansa, sinek olmayı tercih ederim. -İşte hayat! Hep en iyi arkadaşlarımız düşürür bizi!
Tebeşirle çizilmiş bir seksek oyunu kadar uçucu bir çisgisi var hayatın. Farkında olmadan basıyorsun çizgiye. Kızıyorlar anında. “Yandın !” diye atılıyorsun oyun dışına.... Çizginin öbür yanı intihardır. Öyleyse yaşamak, intiharın kenarında kıyısınada, belki de tam eşiğinde zıplayıp durup, zaman zaman ayaklarını boşluğa sarkıtmak pahasına oynamak, oynamak, hic yanmayacakmış gibi oynamaktır....
---Eskiden sevdalar daha mı tutkuluydu, hasretler daha mı derin? Bir kez görmekle ne kadar çok sevilirdi insan...Kapı aralığından uzanan bir baş, perde arkasında bir kadın gölgesi, belli belirsiz bir tebessüm, gözbebeklerinde saklı ateş ve har. Uzaktan da sevilirdi yar… Hayatın bir parçasıydı dokunmadan sevmek. Yaklaşmadan ... ---Mevlana şu yaşadığımız hayatı , bir dağın eteğinde durup haykırmaya ve sonar kendi sesimizin yankısını duymaya benzetiyor. Ne söylüyorsak, ağzımızdan hangi kelimeler çıkıyorsa, dağ er ya da geç aynen iade ediyor. Nasıl bir enerji veriyorsak kainata, bize misliyle dönüyor. Telaş ettikçe telaşımız artıyor. Kızdıkça kızgınlığımız katmerleniyor. Dağ bizi bize yansıtıyor. Bu yüzdendir ki hayata hep komplolar, şüpheler, vesbeselerle bakan insanın evhamları dinmek bilmiyor. Bu yüzdendir ki ha bire birilerini ötekileştiren insan için aslında her kes potansiyel öteki olarak kalıyor. Husumet ve rekabetin diliyle konuşana kendi sesinin yankısı gene husumet ve rekabet olarak geri geliyor ... ***Zaten aşk dediğin, ardında ne olduğuna kimsenin akıl sır erdiremediği kadife bir esrar perdesidir ***