Anlatmak istediğini çok sade ve temiz bir şekilde anlatan, aradaki martı görselleriyle okuyucusunu yormamış olsa bile dinlendiren, tek seferde başlanıp bitirilebilen çok güzel bir kitap. Tüm martılar okumalı ve bilinçlenmeli.
Ağır ağır okumak lazım bu kitabı. Ağır ağır okumalı ki eğitim nasıl verilir anlamalı, akademisyen nasıl olunur öğrenmeli. Ruhu şad olsun Mustafa İnan hocamızın.
Herhangi bir insanın herhangi bir yerde geçirdiği herhangi bir gününün belli kesitlerine şahit oluyormuşum gibi bir hissiyat edindim bu kitaptaki öyküleri okurken. Yani ufak tefek ama gerçek detaylardan oluşuyor hepsi. Okumak lazım.
Çok fazla isim var. Kafa karıştırıyor. Sebebi de kimsenin doğru düzgün tanıtılmaması. Herhangi bir karakterle bağ kuramadığım gibi sayfalar da geçmek bilmedi. Uzun zamandır ilk kez bu kadar sıkıldım bir kitabı okurken. Neden böyle oldu, ben de anlamadım açıkçası.
Topluma yabancı bir adamla başlayıp unutulmuş bir sevgiliye dönüyoruz. Ardından korkuyu bekliyoruz ve göndermeyeceğimiz bir mektup yazıyoruz. İsyankar sevdamıza ne evet ne hayır bir cevap alınca (!) önce devleti, sonra da babamızı eleştiriyoruz. Ve en nihayetinde Oğuz Atay'la baş başa kalıyoruz. Buradayız diyoruz sevgili yazar, hep buradayız.
Çok güçlü hisleri çok başarılı ve yine çok güçlü anlatan bir kitap. Emily Bronte'nin çok genç denebilecek bir yaşta, daha otuzunda bu diyarlardan göçmüş olması gerçekten çok kötü.
Tipik bir Oğuz Atay kitabı. İki perdeden oluşan bir tiyatro eseri ortaya koymuş bu kez Atay. Trajikomik bir içeriğe sahip ve tabii ki baş karakterimiz yine bir tutunamayan (adayı).