http://kordugumhayaller.blogspot.com/2012/11/karanligin-elli-tonu-fifty-shades-of.html Dumanım tütüyor…. Keşke diğer kitabı da çıkmış olsaydı da elimin altında hemen devam etseydim. Birkaç gün nasıl bekleyeceğim şimdi. Evet, bu kitabı ilk kitaba göre daha sevilesi, güzel, romantik, komik ve daha keyif verici buldum. İlk kitapta saçımı başımı yolmuştum. Bunda yapmadım demiyorum ama daha azdı. Ana ile Christian arasında yaşananlar öyle güzeldi ki sinirlenecek ne vardı. Elena denen sokak faisesi kılıklı uyuz dışında :S Şimdi ayrıldıktan sonra neler oldu bir bakalım. Ama ondan önce ilk bölümü Christian’ın ağzından okuduğumuzu söyleyip bir güzel özendireyim okumayanları :) Neyse, kızımız ayrılınca işe gidip geliyor, normalce yaşıyor gibi görünse de içinde ne fırtınalar kopuyor. Depresyonda ve kilo veriyor –fifty’nin onu böyle gördüğü andaki tepkisini okusak yürek dayanmaz. Ama tabi bu fazla sürmüyor, çünkü yahşuhlumuz kızımızdan ayrı kalamıyor ve ikinci bir şans istiyor. Üstelik de Ana’nın istediği normal ilişki modunda ^.^ Daha ne olsun, di mi? Kızımızda fırsatı görüyor ve kabul ediyor. Ondan sonra her şey toz pembe geçmiyor ama ettikleri kavgalara göre gayet iyi bir ilişki yaşıyorlar. Gerçi o kavgalar daha çok birbirleriyle uzlaşma amaçlı ve benim oldukça hoşuma giden bir yön. Önceki kitapta çekingen olan kızımızın bu kitapta özgüveni yerine geliyor. Yani korktuğu fifty’sine kafa tutuyor ve ımm… daha seksi oluyor sanki. Tabi bunda, sevgili Christian’n da payı büyük. Ana’yı bir kez kaybetti ve ikincisine dayanamaz, bu yüzden bencilliği ve körlüğünü bir tarafa bırakıp kızımızı anlamaya, iyileşmeye başlıyor. Bunun en iyi kanıtı da bence “kalpler-çiçekler-tek diz üstü-hakim tarzı evlilik teklifi” Evet, doğru okudun. Evlenme teklif ediyor ama kızımızın cevabı dışında diğer ayrıntılar son kitaba kalıyor. Tabi kitabımız hep böyle lay-lay-lom hop-tiri-nay-nom havasında geçmiyor. Kitabın başlarından başlayıp büyük bölümüne yayılan bir sorunumuz var ki sormayın. Sevgili yakışıklı Hakim beyimizin kafayı sıyrık eski itaatkarı elinde silah sokaklarda ve kimse ne amacı var bilmiyor ama çiftimizi baya gerip korkutuyor. Sorun çözülüyor ama çözülme kısmı beni deli eden, kudurtan ve gözlerimden ateş saçtıran bir yer oldu. Konuya girip de tekrar sinirlenmeyeceğim. Tabi, tek sorun bu değil. Biz de sorun mu yok? Ana’n patronu Jack pisliğin teki çıkıyor. Kızımızın üvey babasına buradan selam çakıyorum, çünkü sayesinde Ana, Jack denen o pislikten kendini kurtarıyor. Bu kadarla kalsa gene iyi. Christian’n baş belası, yelloz pislik Elena cadısı kızımızı iki de bir “konuşmamız gerek, konuşalım” tarzı mesajlarla taciz ediyor. Ana hepsinde de reddediyor ve bunu Christian’a söylese de olayın çözülmesi skandal tarzda bir drama sahnesine kalıyor. Yani sonlara kadar bir çözüm beklemeyin. Gerekirse unutun kadını yoksa sinirden kanser olur çıkarsınız. Vakalar böyle ama asıl okunması gereken, okudukça okumanızı getiren bölümlere hiç girmiyorum. Orası sizin alıp okumanız ve kendi cennetinizi bulmanız gereken bir konu…öhömm. Kitapta çiftimiz dışında sürüsüyle insanı da okuyoruz. Kate ve Elliot çiftini sonlara kadar görmüyoruz, tatildeler malum. Kitabın sanırım ortalarında Kate’in kardeşi olan, başka bir yakışıklı geliyor. Onu da biri kapıyor ama söylemem. Okuyup bulun. Jose’yi de görüyoruz, unutmadan ;) Sonra bir ara bir davet oluyor. Bay ve bayan Grey çifti hayır için düzenliyor. Orada da Dr.Flynn ve yaşlı Travelyan çiftiyle tanışıyoruz.Hatta davette Ana öyle bir şey yapıyor ki, bir ara katıksız bir "OHA!" diyorum. Her zaman ki Ana işte. Bir dakika, bir dakika! Nasıl unuturum. Sanırım bir ara yakışıklımız ölüyordu. Gözleriniz pörtledi di mi? Biliyorum okuduğumda ben de öyle oldum. Hatta en sonunda okurken “kimi okuyoruz dediğiniz” bir kısım olacak. Yoksa o katilimiz mi? Tanıyor olabiliriz? Ayrıntılar kitaba ;) İç tanrıça gene kitabı keyiflendiren bir karakterdi. Bana Hilary Duffy'n bir zamanlar oynadığı "Lizzi Mcguire"ın iç sesini anımsatıyor. O da bunun gibi deliydi :) Ahhh…. Daha çok şey yazarım ama okuma isteğiniz kaçmasın. Bence yeterince şey okudunuz. Şimdi düşündüm de ilk kitapta böyle değildim. Okudum, bitti ve “ortalama bir kitap işte” demiştim. Şimdi ise ışıklar saçıyor gözlerim, ellerim son kitabı arıyor. Yani olur ki benim gibi ilk kitabı normal bulan ya da beğenmeyen olur. Bence ikincisini de bir okuyun daha sonra karar verin.
http://kordugumhayaller.blogspot.com/2012/09/grinin-elli-tonu-fifty-shades-of-grey.html Kendileri bir çok yerde yorumunu gördüğüm ve çoook satsafası yapılan bir serinin birinci kitabı olurlar. Peki nasıldı bu kadar reklamı yapılan, herkesin maçtaymışçasına coşarak anlattığı kitap derseniz hemen yanıtlayayım: Bana göre bir kere abartıldığı veya reklam edildiği kadar yoktu ama çook da kötü değildi hani. Okurken yer yer fanfiction olmasının etkilerini baya görüyor ve hissediyorsunuz. Eğer Bella’ya sinir oluyorsanız üzülerek söylüyorum ki bu kızımıza da sinir olacaksınız. Hem de neredeyse kitabın %90’ında bu durum böyle. Gerçi arada ataklar yapıyor hani içinde bir şeyler var ama sanki yazar onu belli bir kalıpta, Bella halinde bırakmak için uğraşmış ve susturmuş. Ahh, pardon susturamamış ve bu potansiyeli gerek içindeki tanrıça haline gerek bilinçaltı haline gerekse e-mail konuşmalarındaki haline bölerek kızımızı tatmin etmeye, onunla bir anlaşma yapmaya çalışmış. Zaten kızı biraz bile seviyorsam bu üç hali içindir bilesiniz :) Erkek karakterimize gelince. Sevdim ben bu yakışıklıyı. Zaten sevilmeyecek bir yanı da yok. Herifin Charlie Tango’su var daha ne olsun. -Offf…bize de bunun çeyreği gelmez elin uyduruk kızında neler var- Bizim yakışıklı bir çok özelliğiyle bize Edward’ı hatırlatsa da -piyano gibi- bence ondan daha sevilesi, paylaşmayan ve kararlı bir karaktere sahip kendileri. Bazen afallıyor ama boşa değil. Hayatı ve küçüklüğü çok zorlu geçmiş bu yakışıklımızın. Bu nedenle kızımızla yaşadığı çoğu olay onu geçmişine, acılarına götürüyor ki bunu fazlaca kızımız yapıyor. Okurken kıyamıyor, Ana’ya kızıyorum ama doğru da yapıyor. (İleri ki kitaplara şöyle bir bakınca öyle bir kanıyı vardım da ;) ) Kitap İngilizce haline göre daha anlaşılır olsa da bazı kelimeler keşke İngilizce kalsaydı diyorsunuz. Çünkü onların tüm havası İngilizce olarak var. Ama kitabın bu tip şeylerine bakmadan ve reklamlarını düşünmeden okursanız ortalama bir kitap olduğunu, boş zamanda okunup eğlenecek bir şey olduğunu anlıyorsunuz. (boş zaman derken mesela Anita’mın bir kitabını bitirip bir diğerinin çeviriden gelmesini beklemek gibi) Ben okurken en çok o mesajlardan keyif aldım birçoklarının da sevdiği gibi. Onun dışında da söylenecek pek fazla şey yok. Alıp almamak tamamen size kalmış hani.
http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/03/cam-sato-throne-of-glass-by-sarah-j-maas.html Kitap gerçekten keyif alınası ve çok güzeldi. Yazar sonlarda bir yerde -olamazsa amanın olmaz- keşke öyle yazmasaydın dedirtse de ayırdığınız vakte kesinlikle değecek bir şekilde yazmıştı. Kitap sonuna kadar iki erkek arasından biri favorim olur desem de sanırım seçimim diğer kitaba kaldı. Çünkü ben ikisini de aldım gitti valla! :D Kitabımızın anlattıklarına da bakalım biraz: Kitabımız, kızımız Celaena'nın mahkum tutulduğu cehennemden kralın yaveri için yapılacak yarışmada yahşi prensimiz Dorian'ı temsil etmeyi kabul etmesiyle başlar. Çünkü hapis tutulduğu yer berbattır ve anlaşma ona pürüzler çıkarsa da özgürlüğü için umut da vadetmektedir. Böylece kızımız düşman olduğu, hapse düşmesine neden olan ve daha birçok kötülüğüne maruz kaldığı kralın yaveri olmak için saraya gider. Saraya gider ama aslında hiçbir şey düşündüğü kadar kolay olmayacaktır. Zira o cehennem gibi hapisten sonra saray hayatı, Yüzbaşı Chaol'dan alacağı eğitim ve bir nebze özgürlük onu hapishanede geçirdiği zamanda kaybettiği forma kazandıracak olsa da gerçek de görünenden fazlası ve daha zorlu şeyler vardır. Ve bazı şeyler de dikkatli olmazsa ölümüne neden olabilir. Tabi tüm bunların yanında bir de iki dünya yakışıklısı erkeğimiz var ki seç beğen allık değil, direk ikisini de aliyımlık :D Biri prens -Dorian- diğeri tüm muhafızların başı -Chaol-! Ehh, Celaena da bir suikastçı ;) Ki bunlar daha buzdağının görünen kısmı. Daha sürüsüyle eğlenceli, gizemli ve öldürücü karakter barındırıyor kitabımız. Yani canın mı sıkılıyordu? Oku da gör cümbüşü sonra ne sıkıntısı. Zira kızımız kimi seçer, bu yarışmada hayatta kalır mı, yoksa her şeyden kurtulsa bile aslında olaylar yeni mi başlar bilinmez??? Ya da bilinir de ben mi söylemem?? :) Sorular, sorular, sorular... Cevaplar içinse bu güzel kitabı alıp okumanız gerek. Kitap türünün sınırları içerisinde gerçekten çok gerçekçi bir kitaptı. Okurken keşke yetişkinler için yazılsa da o dövüş sahnelerini bir de öyle okusam demedim değil. Gizem konusunda da yazarımız başarılıydı. Yazar sonunu tahmin ettirecek ipucular verse de bazı olaylarda hiç beklenmeyen şekillerde sizleri şaşırtabiliyor. Bu da okurken hem keyif almanızı hem de oldukça heyecanlanmanızı sağlıyor :) Beni en tatmin etmeyen kısmı ise çevre tasvirleri oldu. Hele şato! Keşke yazar anlatırken üstü kapalı ya da kısmen değilde tamamen hayalimizde canlanacak şekilde anlatsaydı. Tamam vakitlerin çoğu orada geçmiyor ama sonuçta havası orada! Bunun dışında beni pek rahatsız eden bir tarafı yoktu. Sadece sonlarda bir yerde -söylersem olmaz- klişe tarzı bir olay oldu ve bu olmasa kitabı daha çok seveceğimi düşünüyorum. Beni bu kitapta rahatsız etmese de belki sizi bazı yerlerdeki hızlı geçişleri yorabilir. Onun dışında da bir şey yok zaten. Karakterlerimize gelirsek, Chaol-Celaene-Dorian kendilerine özgü ve birbirinden farklı, okumaktan zevk alacağınız karakterlerdi. Kızımızın uyuz etme tavırları, kişiliği ve hareketleri benim oldukça hoşuma gitti. Öyle okuyup sinir eden türden biri değildi. Sonuna kadar tereddütsüz sevdiğim bir karakter oldu. Prensimize daha en baştan vurulmuştum zaten. Hele kızımızla ilk mektuplaşmaları süperdi! Chaol'a gelirsek, onu uzunca bir süre çok da sevemedim. Bana göre sıradan biriydi. Aman dikkat, çünkü kitabı bitirdiğimde aslında onu da sevdiğimi ve ikisi arasında karar veremediğimi gördüm. Yani beyefendi hissettirmeden kendini sevdirenlerden ;) Kitabımızın içinde birçok karakter ve çoklu bakış açısı var. Bu da size hem zevk veriyor hem de bıraktığınız karaktere ne oldu sorusuyla merakta bırakıyor. Daha fazla konuşup kendimi kaybetmeden kesmem en iyisi olacak :D Ama şunu demesem de olmaz, hani The Avengers filminin başlarında Kara Dul yani Scarlett ablamızın bir sahnesi var. Önce yakalanmış biri gibi rol keserken, birden pat! telefon çalar ve bir konuşma geçer. Daha sonra Kara Dul herkese ağzının payını verir ya. Hah! Kızımızdan da bir çoğu yerde öyle bir performans bekledim ama ne yazık ki gelmedi. Neyse artık kısmetse bir dahaki kitaba diyorum ;)
http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/01/bekledigim-sendin-rules-of-civility-by_23.html Başlarken istekliydim ama bu tereddütlerim yok demek değildi. Bir kere kitabı bu kadar kalın beklemiyordum. Gelince bir an gözüm korktu. Üstelik kitap hakkında tanıtım, alıntılar ve ön okuma olsa da içeriğini hala çözememiştim. Bu sebeplerle zorlanarak başladım ama önsözü -ki aslında kitabın girişi diyelim buna- okuduktan sonra yazarın verdiği ipuçlarıyla konusunu hemen çaktım. Yazar kitapta bizi bazen detaya boğsa da ben oldukça sevdim. Ama kitabın en sevdiğim tarafı, bir tahminim hariç tüm tahminlerim ve tam "şu şöyle, belliydi böyle olacağı, anlamıştım bunu ben" dediğim kısımların hepsinde yazarın işin aslını açıklaması ve bana ters köşe yapıp şaşırtması oldu. Hoş bazen öyle demesem de hiç beklemediğim bir şekilde beni şaşırtabiliyordu. Kitabın daha önsözünden bir merak belirdi bende. Kitap boyunca evlendiği adamı merek edip durdum. Yazar önsözde öyle bir saklamış ve bilmeyelim diye de adını kısaltmış ki haliyle insan merak etmeden duramıyor. Üstelik beyefendinin kendisi de ilginç gelince benim için bir amaç oldu onu bulmak. Zaten post-itler de bunun içindi :D Peki tahminlerim tuttu mu ya da umduğumu buldum mu? Yazıda göreceksiniz. Kitap bizi 1937 yılının son gecesi, olayların olacağı ve hayatların değişeceği 1938 yılına merhaba derken karşılıyor. Kızımız Kate ve arkadaşı Eva yeni yılı kutlamak için dışarıda bir mekanda caz dinliyorlardır. Kapıdan da olayların odağı olan üçlüden sonuncusu Tinker'ın da girmesiyle çember kapanır ve her şey daha o geceden başlar. Bu geceden sonra üçlü birkaç kez daha buluşsa da bir kaza aralarındaki dostluğu bozar ve kızımızın kendi kaderini çizmesi için başlangıç olur. Çünkü kazada çok kötü yaralar alan Eva'ya Tinker bakmak zorunda kalır. Bundan sonra da Eve, Tinker ile her şeye rağmen hayatını yaşar. Kızımız için hayat ise eskisi gibi değildir. Çünkü arada Eve ile Tinker'ı görse de kazadan bir süre sonra bu da Eva'nın isteğiyle kesilir. Bundan sonra kızımızın hayatı birinci dönüm noktasına girer bizim için. Artık yaşadığı pansiyondan kendi evine taşınmıştır ve yeni kişiler ve insanlarla tanıştıkça hayatı değişir. Hatta öyle bir değişir ki, çalıştığı işinden tam da terfi almışken istifa eder. Bir keresinde Haziran'ı dolasıyla yazı çok sevdiğini söyler. Gerçekten de yaz ona iyi gelir. Çünkü hayatındaki ikinci değişiklik yaz ayında yaşanır ve kitap okumayı seven kızımız çok tanınmış bir yazarın asistanı olur. Ama bununla kalmaz, çok geçmeden Manhattan'ı yerinden oynatacak bir dergiye asistan olur. Tabi tek değişiklik bu değildir. Yeni insanlar, yeni arkadaşlar edinir ve bu da onu hem işinde hem de sosyal statüsünde yukarılara taşır. Ama en önemlisi, eşiyle tanışması için fırsat olur... Kitap, kızımızın yaşadıklarını odak noktası yapsa da dönemin gangsterlerinden tut da mekanlarına ve olaylarına kadar birçok şeye değinir. Okurken o dönemi merak edenler için bunlar hoş bir ayrıntı oluyor :) Peki eksileri neler derseniz; kitapta eğer baştaki ipucuyu yakalayamazsanız okurken sizi nereye varacağını ve ne anlatacağını bilmediğiniz için sıkabilir. Ama eğer siz yazarın verdiği ipucuyu yakalamışsanız, işte o zaman kitap sizin için akıp gider. Çünkü neler olacağını merak ederek sonu bulmanız mümkün. Kitabı okurken iyi bir hafıza ve dikkat gerekiyor. Zira yazar bir olayı anlatırken size ipucuyu veriyor ve daha önce okuduklarınıdan anladığınızı kabul ediyor. Eğer gerçekten dikkat etmişseniz bunları anlayabiliyorsunuz. Ama dikkat etmemişseniz, işte o zaman yazarın o olayı neden yazdığını anlayamıyor hatta gereksiz olduğunu düşünüyorsunuz. Bu bağlamda zolayıcı bir kitaptı. Bir de okurken dili ve anlatımı kulağa hoş geliyor ama anlamak için uğraşmak gerekenler de oluyor. Çünkü bazen detaya boğuyor bazen de fazla düşünsellerine yer veriyor. Bu kısımlar bazen okuduğu kitaplardan da bölümler içerdiği için hoş olsa da benim çokça başımı ağrıttı. Bazı kısımları ise boğdu beni. Şimdi de tahminlerim kısmına gelelim. Val'ı okurken ilginç buldum çünkü hayat hakkında gözüme saf görünmüştü. Yani hayatta zorluk yaşamamış biri gibi. Önsöz de merak ettim ama kitabı okurken daha da merak ettim. Çünkü kızımız onunla pek uyuşacak gibi gelmedi. Özellikle yaşadıklarını düşününce. Bu yüzden her Val diye kısaltılacak kişiyi ve önsözdeki kızımızın kocası hakkındaki bir ipucusunu düşünerek adaylar belirledim. Ama daha adını ve yüzünü bilmeden sadece kızımızın görüşüyle kim olduğunu tahmin ettim. Hani olur ya, pek çok kişi iyidir tamamdır ama onu görürsün ve "diğerleri de yaşıyor muydu, onlar da insan mı" tarzında bir farkındalık yaşarsın ya. Hah! İşte benim için de öyle bir farkındalık oldu. O an göz koydum ve kocası bu olmak zorunda dedim. Kitabın sonuna resmen uçtum bundan sonra. Çünkü kitabı okuyan diğer blogger arkadaşlardan tahmin eden olmamıştı pek. Sonuna gelip de tahminim doğru olduğunu öğrenmem ise bir patlamaydı resmen. Tahminlerimde yanıltan yazarın bunda benimle aynı fikirde olup bana umduğumu vermesi dolasıyla kendisine teşekkür ediyorum. Heyecanıma gölge düşüren ise, kocasıyla nasıl tanıştıklarını söylese de ayrıntıya inmemesi ve günümüzdeki yaşantıya çok değinmemesi oldu. Bunun için bir devam kitabı çıkarıp acilen işlese de benim de bu merakım bitse gerçekten güzel olur ;) Kitap o kadar dolu ki yazacak çok şey var ama zaten yazının kendisi uzun oldu o yüzden burada bırakacağım. Eğer merak ederseniz alıp okumanızı öneririm. Karakterlere değinmeme sebebim, ters köşelerin ve süprizlerin onlarda olması. Yazıp da sizin için büyüyü bozmak istemiyorum ;)
http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/01/2gun-gece-isiriklari-friday-night-bites.html Kitabın ortasına gelince niye böyle, sıkıldım diyordum. Ne zaman ki yarıyı geçtim ve biraz ilerledim. İşte o zaman aradığımı buldum. Hem de ne bulmak. Sonu gerçekten iyiydi. Çünkü sonlara doğru aksiyon bitip tam her şey normale dönüyor, artık biter derken yazardan beklenmedik bir atak geldi. Yazar bizi hiç beklemediğimiz bir şekilde şaşırtıyor ve kitabı öyle bir yerde kesiyor ki "bir dakika, bunun devamı nerde??" demekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Tamam, başa saralım ve Merit'in başına neler geldiğine bir bakalım: Kitap kızımız ve en iyi arkadaşı Mallory arasında geçen komik dialoglar ile bizi güzel bir şekilde karşılıyor. Okurken gülmemek elde değil. Bu ikiliye bayılıyorum! Kitabın komik bölümleri kızımızın bazı sebeplerden Cadagon Evi'ne taşınması ile bölünse de bir süre daha böyle mutlu mesut devam ediyoruz. Bir ara çok güldüğüm hatta kahkaha attığım yer, kızımızın yeni evine taşınması ile Morgan'dan gelen ilginç hoşgeldin hediyesi idi -Merit'i kıskanmadım değil- Bu çocuğu gerçekten seviyorum. Belki ona ilk anda vurulmadım ama yine de sevmem uzun sürmedi. Mutlu ve mesut halim ne yazık ki çok uzun sürmüyor. Çünkü ortaya hem eskiden kalan hem de yeni oluşan bir tehdit çıkıyor. Bunu araştırmak ve neler olduğunu bulmaksa gene kızımız Merit'e kalıyor. Ama bu sefer ki gerçekten çok ağır yükleri beraberinde getiriyor. Zira kızımız bu araştırma için önce ailesine katlanmak ve çevresine dönmek zorunda kalıyor. Hem de Ethan ile! Bu da yetmezmiş gibi bu iş yüzünden önce Mallory ile kavga ediyor sonra da Morgan'la -yakışıklı vampirim benim- sorunlar yaşıyor. Hem de kim için?? Ethan! Hıhh... Kitabın çok büyük çoğunluğu kızımızın yeni evine alışması, bu yeni hayatı tanıması, günlük eğitimleri, koruyuculuk işi ve Ethan ile bu gizemi çözmek adına yaşadıkları ile geçiyor. Aksiyona geçmesi -bana göre- oldukça uzun bir zaman alsa da geçti mi de gerçekten doyurdu. Dediğim gibi sonu hele ki sonu beni en çok tatmin eden ve doyuran kısmıydı. O bilmeceli konuşmalardan ve şaşırtma öğesinden çok, gelen kişiden etkilendim. Açıkçası onunla bu kadar çabuk tanışmayı Merit gibi ben de beklemiyordum. Kitabımız hakkında bu kadar spoiler yeter bence. Tüm meraklandıklarınız ve daha fazlası için kitabı alıp okumanızı öneririm. Şimdi bir de şu 3 karakterimize bir göz atalım: Merit; kendisi daha vampirlikte yeni ve hala eğitiliyor. Ama kaydettiği ilerlemeler de hafife alınmamalı. Bu kitapta çok fazla şey yaşıyor, belki de o yüzden dağıtıyor ve sinirlerimi fazlaca bozuyor. Ama yakında toplanır diye umuyorum. Biraz aklını başına alması lazım en kısa zamanda. Bir de keşke her öğrendiğini daha kurumadan Ethan'a yetiştirmese de kendi başına bir şeyler yapabilseydi. Ethan; Cadagon Evi'nin lideri olabilir, çok yakışıklı bir sarışın olabilir -ki hiçbir zaman onu sarışın olarak düşünemedim- ve herkes ona hayran olabilir ama ben onu asla sevemedim. Nedenleri sıralasam bitmez. Bir kere çok çıkarcı bir pislik, işine yarıyorsan seni sonuna kadar kullanır, dediği her şey sorgusuz yapılsın ve olsun ister, ve ve ve.... Daha saymama gerek yok. Baştan sinir benim için. Ve Merit bu uyuz için Morgan'mı kırıyor hep :'( Morgan; tamam bencil olabilir, acemi bir lider de olabilir ve uyuz Neverra içinde birtakım işler yapıyor olabilir ama seviyorum bu serseriyi. Giyiş tarzı olsun, komik ve muzip yanı, iyi bir aşık olması ve oldukça yakışıklı bir esmer -hemen hemen- olması bende tam not oluyor ona :) Beni üzen kısım bu kitapta başına hak etmediği şeylerin gelmesi. Sen o kadar şey yap ama Merit ne yapsın. Seni zaten istemiyordum desin! Ahh... yazarın bu muhteşem ve kitaptaki bittiğim tek erkek karakterle ne sorunu var ki sanki??? Bakalım, belki derdinin ne olduğunu ileride anlarız ;) Aslında kitapta bittiğim tek karakter demek yalan olur. Zira sonunda tanıştığım yeni yakışıklıya ilk görüşte vuruldum. Ama ortada bir sorun var. Bir dakika! Aslında iki... Ama olsun, bir dahaki kitap için sabırsızlanma nedenim o :) Kitabın sonlarında kızımızın kendini kaybedip olayın akışına bırakarak bulanık bir şekilde olayları yaşaması bir ara heyecanı tavan yaptırdı. Üstelik kendini tüm Cadagon vampirlerinin önünde ve yapmaması gereken bir hareket yaparak kaybetti. Neyse ki mavi saçlı en iyi arkadaş Mallory günü kurtardı. Bu olaydan sonra iki arkadaş arasında yaşanan gerginlik aklıma şu soruyu getirdi. "Niye hep böyle olur. Artık insan değilsindir ve bazen arkadaşın da insan çıkmaz bir süre sonra ya da aynı kalır. Ama hep bir şeyler olur ve pufff... başta olan o anlayış, kuvvetli ilişki ve arkadaşlık sarsılır ve eskisi gibi olmaz." Bu tip durumlar beni üzüyor. Yazarımız umarım diğer kitapta bu soğukluğu yok eder. Kitapta bana yetersiz gelen, geçiştirme gibi duran kısım "Merit neden böyle, sorunu ne?" sorusunun cevabıydı. Yazar orda aslında biraz uzun bir açklama yapıyor ama ya ben anlamadım ya da yazar da ne yazsa bilememiş. Son olarak kitapta kesinlikle dikkat etmeniz gereken bir şey: Okurken kızımız düşünceleri ya da olay arasına gelecekle ilgili birkaç ipucu saklamış. Okurken dikkatli okuyun yani ;)