Melis Arya, 34 adet değerlendirme yapmış.  (5/5)
  ileri »
Beni Seç (The Selection, #1)
Beni Seç (The Selection, #1)

10

http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/02/2-gun-beni-sec-selection-by-kiera-cass.html Kitap kesinlikle adını hakedercesine hem kapak tasarımı hem de konusuyla Beni Seç'likti. Çok beğendim ve okurken zevk aldım. Gerçi iki yerde sinirden başından kalktım ama onlar da olmazsa olmazlarıydı sanırım. Hele o son!!! Allah'm o son neydi öyle! Sevgili yazar, orada kesilir mi demek istiyorum. Hızımı alamayıp teşekkürü bile okudum -orayı da beğendim- Neyse, sonuç olarak: Nerde bunun devamı?? demek istiyorum... Hızımı keseyim de biraz da konusuna göz atalım. Sonrasında son gaz dedikoduya devam ;) Kitabımız kızımız America'nın, prensin eşi olabilmesi için ülkedeki genç kızların çağırılacağı yarışmaya davet eden o mektubu aldığı gün yaşadıklarını anlatması ile başlıyor. America o güne dair ailesiyle yaşadıklarını anlatırken bir yandan da bizi onlarla tanıştırıyor. Daha sonra ise ekrana Aspen giriyor. Kızımızın yarışmaya katılmasının nedeni. Sevgili Aspen'i de biraz tanıdıktan sonra yazar bize işkence gibi bir yavaşlıkla seçilen kızların açıklanacağı güne götürüyor. Tabi o arada çok şey oluyor, önce seviniyor sonra hüzne boğuluyorsunuz. Ama onları da açıklayıp da hayattan daha doğrusu kitaptan soğumanızı istemem ;) Seçimler açıklandıktan sonra ise saraya gidene kadar geçen süre hem hızlı hem de yoğun. Çünkü kızımız prosedürlerle ve hazırlıklarla ilgileniyor. Yazarımızın bunu uzatmamasını sevdim. Bir heyecan dalgasını daha çekemezdim :) Gerçi saraya gitmeden önce yaşanan bir olay var böyle heyecanlı -hatta ön okumada okudunuz- ama daha sonra yaşanacakların yanında pek bir şey de değil ha, ne dersiniz??? Saraya geldikten sonrası ise tam bir yarış hali ama bizim kızımız için değil. Çünkü o hem en baştan kazanmamak ve çok durmayıp eve gitmek istiyordu hem de zavallım benim, Aspen yüzünden oldukça kanadı kırık bir durumdaydı. Tabi bu hallerdeyken de sevgili Prens'siniz -evet sizin prensiniz, bu konuya yazının devamında değineceğim- ile gayet klasik ama devamında kesinlikle komik ve bir açıdan da belki romantik bir tanışma yaşıyorlar. Ama okurken yarıldığımı da söylemesem olmaz :D Belki de kader tam da bu zamanda ağlarını örmeye başlıyor. Çünkü ilerisi için bu tanışmanın bir önemi var. Sizce de ilk görüş, ilk an önemli midir? Kızımızın en baştan belirlediği düşüncelerini yıkıp kalmak istemesinde bu anın bir değeri var mı? Peki ya Prens, o ilk görüş için neler hissediyor? Bu garip tesadüf onun geleceğini belirleyecek mi? Peki ya Aspen, o ne olacak? Ne kadar çok soru var değil mi? Ve tüm cevaplar bir kitapta! Yani, öhhöööm, bir kısmı demek istedim. Eğer hala okumadıysanız, hemen alıp okumalısınız. Çünkü devam kitabı çeviride ;) Yeehuuu!!! :D Hadi biraz karakterlerden ve şu sizin Prens'siniz olayından bahsedelim: Önce Aspen; Kuruşluk ayrıntısı çok hoşuma gitti. Kendisini ilk başlarda çok sevdim. Hem düşünceli hem komik hem aşık hem de çok iyi biri olduğu için. Ama ne zamanki kızımızla kavga etti ve onu üzdü, işte o anda bende kayış koptu. Daha sonradan tekrar karşılaşsak da her yaptığı gözüme battı kendilerinin. Ki nasıl batmasın. Tamam her şeyi açıklarsın ama sen bu kızı seviyorsan nasıl onun hayatına mal olacak kuralları çiğnersin değil mi. Beni oldukça ve oldukça sinir eden bir karakter olup çıktı sonradan. Bu yüzden benim için Team Aspen macerası kapanmış oldu. Prens Maxon; ahh, prens sendromum yok ama çok tatlı ve üstelik sa-rı-şın *.* İnsan ister istemez kapılıyor değil mi! Hele o romantik halleri, America ile konuşmaları beni benden aldı. Ahh, yavrucağızım. Uzun süre etrafında kimse yokmuş ve kızımız gibi birini bulunca nasıl sevindi derken tak! benim tüm dünyam -zilyonuncu defa- başıma yıkıldı. Kitapta bir şey yaptı ve ben sinirden kudurdum. Zaten kitabın başından kalkmamın tek nedeniydi. Bunun için rahatsız etmediğim kimse kalmadı. Daha sonra açıklama yapsa da yok arkadaş benim gözümde Team Maxon olayı da böylece kapandı :( Gelelim sevgili kızımız Team America'ya; bu kızı daha baştan sevdim. Sistemin olduğu bir yerde hele de annesi gibi bir kadına rağmen asla sınıf ayrımı yapmadı. Hele sevdiği için yemedi yedirdi. Kimin ne diyeceğini umursamadı. Kırk yılda bir işe yarayan Aspen olmasa prenseslik yarışına bile katılmazdı! Daha sevmek için neden mi olsun derken bu seferde yarışmada asla değişmemesi ve her daim kendi oması, kimin ne diyeceğini ya da kuralları umursamadan ve sınıf ayrımı yapmadan kendi hizmetçilerine davranışını, onları korumasını okudum ve bir kez daha sevdim. Şu aşk üçgeni olaylarını pek sevmem ama bu kıza da hak vermiyor değilim -ya da öyle sevdim ki gözüm görmüyor. Orayı karıştırmayın siz ;) Sonuç olarak Team Maxon mı Team Aspen mi diye çok düşündüm. Sonra dedim ikisini de boşver. En iyisi Team America. Çünkü o her daim kendi <3 Diğer karakterleri de siz okuyun ve tanıyın artık ;) Kitabımıza dönecek olursak. Öncelikle kapağı aynı olsa da orjinalden ufak tefek ayrımları var ve bu ayrımlar hoşuma gitti. Belki de fazla düzen hastasıyım diye orjinalindeki "The" yazısına takıldım bilinmez ama bizim kapağımız daha iyi. Bir iyi yanı daha var o da kesinlikle taç kısmı. Orjinalden daha hoş ve asil bir tarzı var. Yazar da aynı fikirde! Çünkü herkese tacın ne kadar güzel olduğunu ve sevdiğini duyurmuştu :) Çevirisini bilmem -orjinalini okumadım- ama imla kısmı iyiydi. Daha önceki bir kitapta sürekli rastgelince insan diğer kitaplarda buna takılıyor demek ki O.o Ama bu kitapta öyle bir sorun yaşamadım. Bu yüzden de yazıları küçük ve çok yoğun olsa da kitabı bir günde bitirdim. Bu konudaki dikkat için teşekkür ediyorum. Ve aynısını ikinci kitabında da bekliyorum sevgili DEX! ;) Kitaba dönersek yine ve nihayet, konusu ve işlenişi bakımından oldukça seveceğiniz, kolaylıkla okuyabilceğiniz bir kitaptı. Her yaştan kitleye hitap eden ve bir bakımdan küçükken okuduğumuz Cinderella masalının modern ve distopik bir versiyonuydu. Ama işte benim için sonu kötüydü. Çünkü yazar tam kitaba yeni bir yön ve bize de iyi bir gaz vermişken kesiyor. Hayır yani şöyle uyursun da değil tam gün ışıyor ve olayın ortasında Teşekkür yazısı başlıyor. Siz de farketmeden o hızla onu bile okuyorsunuz. Ama içime su serpen yanı ikinci kitabımızın çeviride olduğunu görmem oldu. Gerçi işi daha uzun ama olsun. Umut etmekten vazgeçmiyoruz :D Rahatsız olduğum yanı ise, yazarın zamanı çok yavaş ilerletmesi ve bunun telafisini olayların geçisini hızlandırararak ve seçimdeki 35 kız sayısını her seferinde hızlı bir şekilde şaşırtarak indirgemesi oldu. Bu kısımlarda okurken alışmak zor oldu. Çünkü tam bir sayıya ve duruma alıştığınızda yazar önce sizi yatıştırıyor sonrasında ise birden 6 kişilk bir Elite'e kalmış oluyorsunuz O.O Bu kısımları daha yumuşak bir şekilde yapsaydı daha mı iyi olurdu yoksa büyüsü mü burada onu bilemem. O konuda sizin okuyup karar vermeniz gerekecek :) Son olarak bir soru, neden dizisinde Prens Maxon esmer ve Aspen sarışın?? Günün sorusu olma niteliği taşıyor değil mi...

Günah Pazarı ( Anita Blake Vampir Avcısı, #17)
Günah Pazarı ( Anita Blake Vampir Avcısı, #17)

8

http://kordugumhayaller.blogspot.com/2012/12/gunah-pazari-skin-trade-by-laurell-k.html Şu an birçok duyguyu bir arada yaşıyorum ve kitap her zamanki gibi muhteşemdi. Laurell’i kesinlikle seviyorum. Anita’M çok özlemiştim ve öyle bir okudum ki elimin altında devamı olsa hız kesmeden devam ederdim. Olaylar sevgili avcımıza gelen kesik bir insan başıyla başlıyor.Anita daha sonra bunun Vegas’ın vampir avcısının başı olduğunu ve Vittorio’nın onu oraya çağırdığını öğreniyor. Böylece apar topar akşam olmadan Vegas’a uçuyor. Soruşmasında yalnız değil. Daha önce Karacamdan Kelebek kitabında toplanan sevgili takımımız bu sefer Vegas’ta buluşuyorlar. Öyle özlemişim ki hepsini Olaf bile gözüme bir ara iyi gözüktü. Ama bizim kızın hayatında hiç huzur olur mu? Birlikte çalışacağı SWAT takımıyla tanıştıktan sonra yerel yetkililerin yanına geliyor ve hemen sorguya çekiliyor. Malum fedareller ve vampir avcıları sevilmez, kızımızın her ikisinin üstüne bir de şehrinin efendisinin sevgili olunca tepkiyi siz düşünün. Bu da yetmezmiş gibi kızımız kaplanadamlarla, katillerle, yerel polislerle, ardeurla, Karanlık Anne ve daha saymaya ömrümün yetmeyeceği bir sürü sorunla uğraşıyor. Oysa ki onun asıl derdi Vittorio denen o hastalıklı seri katili ortadan kaldırmak! Evet, olay odaklı kitapları ayrı bir seviyorum hani hareketin hiç durmadığı. Laurell bu yönden beni hayal kırıklığına uğratmadı. Sonuna kadar hep olay vardı. Ayrıca tasvirlerini özlemişim. Bazen silah detaylarında boğulsam da genel olarak okurken zevk aldım. Edward, Olaf ve Bernardo’yu en son Karacamdan Kelebek de görmüştüm ve o zaman iyilerdi. Açıkçası bu sefer o kadar da sevemedim çünkü Bernardo genelde mızırdandı, Olaf arada beni şaşırtıp hayran bıraksa da ne olduğu belli ama en çok Edward konusunda sinir oldum. Anita konusunda hala iyi ikililer ama eski tutumu yumuşamış ve sanki gözümdeki o tarifsiz halini kaybetmiş gibiydi. İlk kitaplardaki Edward’ı özlediğimi fark ettim okurken. Polislerin sürekli mızırdanması da beni kanser etti. Anita’nın ardeur utangaçlığı konusunda biraz bile yol alması iyiydi. Sürekli sızlanmasından bıkmıştım. Bir de şu özel isimi çevirmedeki amacı biri bana söylesin lütfen, "Benekli At" nedir arkadaş ya! Tüm olaylar 2 gün içinde olması beni yoran ama heyecanın dozunu arttırıp sıkmayan bir durumdu. Ayrıca kitapta beni çok zorlayan iki sahne vardı ki okurken resmen ömrümden ömür gitti. Anita ne kadar korkup üzüldüyse ben burada iki katını yaşadım. İlkinin duyumunu almıştım zaten ama bu kitapta beklemiyordum. Dolasıyla Requiem’un gideceğini öğrendimde resmen ağladım. Betin benzim attı. Biliyorum herif sürekli ilgi istiyor, alınıyor, kıskanıyor ve çoğunlukla sıkıyor. Ama hani bir dize okuyor, bir bakış atıyor, bir konuşuyor, bir çobanyıldızım diyor ya, hah ben işte orada bir eriyorum bir bitiyorum. Bu karakteri kızımızın diğer erkeklerinden daha çok sevmiyorum ama bir şey var onda. Dolasıyla gitmesi beni bitirdi. İkinci etkilendiğim olaysa Requiem’un bir ara Vittorio denen o cani tarafından esir alınması ve kutsal suya maruz kalması. Bayılıyordum okuyunca O.O Kitabın içi o kadar dolu ve aksiyon hiç durmuyor ki, anlatmak değil okumak gerek. Kendimi tutmasam daha çok şey yazarım ama zaten yeterince spoiler verdim o nedenle size şimdilik veda ediyorum. Kitabı henüz okumayanlara ise “sakın kaçırmayın, beklemeyin” diyorum. İyi okumalar şimdiden ;)

22 Britanya Yolu
22 Britanya Yolu

3

http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/02/22-britanya-yolu-22-britanya-road-by_26.html Ahh, kitabım bitti ama ben de bittim. Hatta birkaç yıl yıprandım. Janusz beni daha en baştan okurken sinir etti. Silvana ise sevdiğim bir karakter oldu. Yani kitabı okurken hem lanetlendim gibi hissettim hem de Silvana ile okurken aktı gitti. Bir dakika en iyisi önce kitaptan biraz bahsetmek ve sonrada bu konuya geri dönmek ;) Kitabımız, Silvana ve oğlu Aurek'in İngiltere için gemiye binmeleri ile başlıyor. Bu bölümde Silvana ve Aurek'i, neden yolculuk yaptıklarını kısa bir şekilde görüyoruz. Daha sonra ise Britanya Yolu'na yani Janusz'un ailesi için aldığı yeni eve bakıyor biraz da onu tanıyor, gelecekle ilgili hayallerini okuyoruz. Yazar kitap boyunca üzerlerinden savaş geçmiş ve türlü zorluklar yaşayıp sınanmış ailemizi 3 gözden ve iki karakterimizin daha tanışma zamanlarından alarak günümüze gelecek şekilde geçmişlerinden bahsederek anlatıyor. Kitabı böyle okumak keyif veriyor. Çünkü karakterlerimizin şimdiki hali size garip geliyor ve bazı hareketleri ben de olduğu gibi sizi oldukça sinirlendirebiliyor ama geçmişlerini ve yaşadıklarını okumak size neden böyle olduklarını anlamanızı sağlıyor. Benim içinse Janusz karakteri ne yaparsa yapsın asla sevemeyeceğim ve gözüme hoş görünecek bir karakter değil. Çünkü o savaş döneminde ne kadar sorun yaşarsa yaşasın asla Silvana kadar çekmedi. Silvana ise bir garip ve savaşta yaşadıkları ile çok çekmiş bir kadın. Özellikle de 6 yıl boyunca süren savaşta bebeklikten bir çocuğu yetiştirmek, normal dünyaya dönse bile onu kaybetme duygusu yaşamak zor olmalı. Ah, bir de senin şıp diye düzelmeni bekleyen ve kendi yaşadıklarını üstün tutan bir kocan varsa... Ve daha neler neler! Sizce tüm bu olumsuzluklara -başta o kocası olacak Janusz'a- rağmen karı koca ortak bir amaç, ortak bir yol bulup bir araya gelebilecek ve Aurek'e bir aile verebilecek mi?? Yoksa savaş ve 6 yıllık ayrılığın üstelerine yıktığı gizemler, sırlar ve daha fazlasının altında ezilip yol olmaya mahkum mu olacaklar? Okuyup görmeniz gerekecek ;) Kitabımızın sevdiğim tarafları geçmişe giderken yazı stilini farklı yapmaları ve birden çok kişi tarafından anlatılıp herkesin gözünden okumamızı ve herkes hakkında kendi yargılarımıza varmamızı sağlamaları oldu. Bir diğer yan ise, Silvana'nın birçoklarına ağır gelebilecek ama onun durumunda belki de normal olan anne sevgisiydi. Zaten Silvana'yı sevdiğim için olsa gerek onun olduğu kısımları okurken kitap aktı gitti, hiç Janusz'un sırası gelmesin hep Silvana'yı okuyum istedim :) Beni yiyip bitiren tarafı ise başta kesinlikle Janusz denen karakterdi. Yemediği nane, pislik ve uyuzluk kalmamış ama kendisinin de yaptığı bir olayda hemen Silvana'ya çöküyor. Bir de onun yaşadıklarını sormadan, dinlemeden kendinin yaşadıklarını zorluk derecesinde görmesi ve daha sürüsüyle beni sinir eden hareketi var. Zaten kitabı okurken çıldırmamın ve lanetlenmiş gibi hissetmemin tek nedeni kendisi -.- Bir başka olumsuz yön ise yaşadığım bir hayal kırıklığı. Yazarın bana bir kişide önce ümit vermesi daha sonra ise onun hiç ummayacağım bir yüzünü göstererek beni üzmesi oldu :( Kitap herkesin okuyacağı tarzda bir kitap değildi. Çünkü içinde fazlaca dram ve hüzün barındırıyor. Tabi bazı yerleri de oldukça sert ve acımasız. Ama siz sonu mutlu olsun da ne olursa olsun diyenerdenseniz ve de hayatta her şeye rağmen diyen karakterleri seviyorsanız bu kitabı da seveceğinizi umuyorum.

Gölge ve Kemik (The Grisha, #1)
Gölge ve Kemik (The Grisha, #1)

10

http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/02/golge-ve-kemik-shadow-and-bone-by-leigh.html Kitap okunması zevkli ve çok akıcıydı. Sabah başladım ve akşama bitti. Hem de öyle bir yerde bitti ki! Umarım Martı Yayınları ikinci kitap için fazla bekletmeden çıkarırlar. Çünkü aşkıma neler olduğunu ve şu uyuz Alina'nın başka hangi saçmalıklar yapacağını merak ediyorum. Hoş, bazıları için tam tersi ama neyse siz benim gibi düşünün :) Gizemli kitabımıza gelirsek: Kitap bizi yazarın yarattığı Ravka adlı krallığın küçük bir yerinde karşılıyor. Alina ve Malyen, küçük yaştan yetim kalmış ve kendileri gibilerin kaldığı, yurda benzer bir yerdedirler. Bir de Grisha denen çok özel kişiler vardır. Her çocuğu küçüklüklerinden çok özel bir teste tabi tutarlar. İlk bölümde de kahramanlarımızın durumuna ve sınanmalarına yer veriliyor. Ama bölüm sonunda o gün yaşananlar bir sır kalıyor. Daha sonra yazar bize o gün neler olduğunu söylemeden yıllar sonrasına, Aline'nın kartograf ve Malyen'nin de bir izci olarak orduya katıldıkları ve ülkelerine yardım için Karanlıklar Diyarı'ndan geçmek zorunda oldukları yolculuk anına götürüyor. Alina ve Malyen'in eskisi kadar yakın olmadıklarını daha hemen, konuşmalarından ve tartışmalarından anlıyoruz. Alina daha durgunken Malyen daha rahat biri olmuştur. Ki geçmeleri gereken yer ve Malyen'in tavırları düşünüldüğünde tartışmaları da garip gelmiyor. Ama yine de birbirlerinden kopamadıklarını Malyen'in Alina'yı üstüne gelen arabadan anında kurtarmasıyla anlıyoruz. Bu olayla da Karanlıklar Efendisi ile tanışıyoruz. Daha doğrusu arabası ve onun askerleriyle :D Bu da ikilimiz arasında kavgayı unutturuyor. Böylece Alina günlük hayatına dönerken bize de yolculuk ve başka şeyler hakkında bilgi vermeye başlıyor. Kitapta her şeyi başlatan olay ise çok geçmeden, Alina ve Malyen'in Karanlık Diyarı'na girmelerinden kısa bir süre sonra yaşanıyor. Diyarda bulunan volcra denen canavarlarlar kahramanlarımızın bulunduğu araca saldırıyorlar. Birçok kayıp veriliyor. Kızımızın arkadaşı ölüyor ve kendisi de saldırıya uğrayacakken Malyen tarafından kurtarılıyor. Ama bu da Malyen'e ağır patlıyor. Tam her şey bitti derken de kimsenin bilmediği bir ışık onları kurtarıyor. Daha sonra gelişen olaylarla kızımız tehlikeli bir madde gibi Karanlıklar Efendisi'nin karşına çıkarılıyor. Gerçekler anlaşılınca da Girisha'lar arasına katılıp Malyen'e veda ediyor -ya da kızımız öyle mi sanıyor??- Grisha olmak için eğitileceği bu yeni yere alışırken aynı zamanda aşkı da buluyor mu yoksa her şey göründüğünün aksinde ve daha büyük bir tehlike altında mı?? Peki ya Malyen?? Ona ne oldu ve kızımızın ona olan duyguları ne olacak?? Bu ve daha fazlası için kesinlikle kitabı alıp okumanızı öneririm ;) Kitap tam da kapağı gibi masal tadındaydı. "Önce" ve "Sonra" bölümleri olsun, bölüm başlıklarının tarzı ve kitabın içindeki çizimler bana bunu oldukça hissettirdi. Kitabın kapağı orjinalinden biraz daha farklı olsa da yaptıkları düzenleme benim hoşuma gitti. Kapak kesinlikle böyle daha güzel olmuş diye düşünüyorum :) Kitaba gelirsek, yazarın başta olayın pimini çekmesi ama sonrasında bilgilendirme ve durağanlığı ile bir süre bekleyişten harap olduğumu itiraf ediyorum. Ama bunun telafisini de bize Karanlıklar Efendisi ile yapıyor merak etmeyin. Bu kısımlar yani Karanlıklar Efendisi'nin olduğu kısımları oldukça sevdim. Her ortadan kaybolduğunda, kızımızın içindeki ışığı bulup bulamayacağından çok Karanlıkların Efendisi'ni görmeyi umarak çevirdim sayfaları. Ne yapayım, kendisine kapılmamak elde değil. O isim bile başlı başına yetiyor: Karanlıklar Efendisi! Grisha kısımlarında ise gruplara ayrılmaları ve birbirleriyle konuşmamaları... bunlar bana Harry Potter'ı hatırlattı. Ki bu çok hoştu, okuren yüzümde bir sırıtış belirdi sayesinde. Ayrıca kitabı okurken sıkıldığınız, daha doğrusu "nereye gidiyor kitap, neler olacak ki" diye bilinmezlikle boğulduğunuz yerlerde yazar size bir ima, beklenti ve tahminler veriyor. Ama ne yaparsanız yapın ya da ne kadar tahmin ederseniz edin kitabın iki kısmı sizi şaşkınlıktan ağzınızı açık bıraktıracak yerlerdi. Çünkü yazar size hiç bir ipucu vermeden -ya da verdi de ben görmedim- tak! diye iki şaşırtıcı olayı önünüze koyuyor ve alıştığınız, üzerine tahminler yaptığınız seyri kökünden değiştiriyor. Bu iki olay da zaten benim için kitabı ikiye ayıran kısımlardır. Yazarın böyle bir şey yapmasına sinirlendiğim kısımlar da oldu ama şaşırtma öğesini kesinlikle sevdim. Dilerim en kısa zamanda ikinci kitaba kavuşuruz yoksa ben burada aşkımın ne hallerde olduğunu ya da istediğim gelişmelerin ikinci kitapta olup olmadığını öğrenemeden sinirden kendimi yerim. Eğer siz hala alıp okumadıysanız alıp okumalısınız kesinlikle!

Bir Yumak Aşk
Bir Yumak Aşk

4

http://kordugumhayaller.blogspot.com/2012/12/bir-yumak-ask-knock-me-for-loop-by.html Kitap kötü değildi ama beklediğim kadar da iyi değildi. Hep iç sesler ve geriye dönüşler vardı. Bir ara The Penalty Box'a gittiler de rahat bir nefes aldım, ferahladım. Onun dışında kitap fos geldi bana :( Kitabımız alışageldiği üzere Charlotte'ın anlatımı ile başlıyor. Yazar bize Charlotte üzerinden önce kısa bir özet geçiyor. Daha sonra ise sevimli Charlotte'muz sihirli çıkrıkla çok sevdiği 3 kızdan biri olan Grace üzerinde sihrini konuşturmak için ona kendi eğirdiği pembe ipi hediye ediyor. Yazar ikinci bölüme geçince bizi önce bir afallatıyor. Çünkü biz günümüzden devam ettiğini düşünürken o aslında bizi ihanet anına geri götürüyor ama bu sefer olayları ve olay sonrasını bir de Zack'in gözünden okuyoruz. Yazarın bir de diğer taraftan yazması iyi olmuş, merak etttiğimiz yerleri tüm ayrıntıları ile gördük. Benim için kötü oldu çünkü iyi giden bir çifti böyle bir olayla ayırınca soğumaya yüz tutmuş közüm tekrar canlandı ve alevlendi. Yazarın başından beri bu çifte karışmasını istemediğimden mi ne ihanet olayı ve sonrasında Grace'in yaptıklarına hep sinir olmuştum. Yazar bu küçük süprizden sonra günümüze dönüyor ve uzun bir aradan sonra ilk kez Jenna ve Gage'in düğününde yüzyüze gelecek olan ayrılmış çiftimizi anlatmaya kaldığı yerden devam ediyor. Kitap boyunca Zack'e hep üzüldüm durdum. Çünkü başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmiyor. Önce sevdiği kadın onu aldatmadığı halde aldattın diye suçlayarak terk ediyor ve bununla kalmayıp onu herkese rezil ediyor. Sonra kötü giden performaslarının ardından tam içini döküp rahatlamış ve daha iyi oynamaya odaklanmışken hoooop sakatlanıyor. Bir de tam Grace ile işi ayarlayacak derken sakatlığı yüzünden en sevdiği tatlısından tadını almışken mahrum kalıyor. Yine de bu sakatlığın iyi yanı Grace'in ona bakmak için yanına taşınması oluyor. Bu iyi çünkü Zack aralarını düzelteceklerine inanmaya ve gelecek için umutlanmaya başlıyor.Zaten bu taşınmadan sonra olaylar başlıyor. Kitabın sıkan yanı yazarın iç düşüncelere çok fazla yer vermesiydi. Bu yüzden olaya odaklanılamıyor. Zaten Grace baştan sona çıldırma nedenim oldu benim. Bazı hareketleri anlamsızca, nedensiz ve beklenmedik. Akışa kapıldığım anda yaptıkları yüzünden kitaptan soğukttu resmen. Ama en sinir olduğum şey; tamam en baştaki hareketlerini anlayabilirim ama sonrasında herkesin ona açıklama çabalarına kulak tıkaması, dik kafasıyla "biliyorum işte yaptı" havalarına grip gerçeği araştırmadan triplere girmesi ve Zack'i rezil etmesi beni okurken sinir etti. Tüm çıkmaları boyunca aldatmamış adam hadi geçtim otel odasına çapkınlık yapmış olsa seni o şekilde alır mı o odaya? Ama yok bir açığı gördü ve hemen Zack'in adı çıktı! Saçma... Zack'e gelirsek; diğer kitaplarda aslında okurken pek takmadığım bir tipti ama onun bakış açısından okuyunca haksızlık yaptığımı düşündüm. Çünkü çok komik. Gerek esprileri olsun gerekse benzetmeleri beni kitabı okumaktan zevk aldırdı. Hele Dylan, Gege ve Zack'in The Penalty Box'da toplandığı bölümleri okurken aralıksız kahkahalar attım. Onları okumak öyle eğlenceliydi ki birkaç bölüm devam etseler keşke demedim değil :) Zack ve Grace olayının sonuna gelirsek. Tamam evlilik teklifi güzeldi ama sonu bana yine de yetersiz geldi. Grace'in davranışları sonrası daha çok acı çekmesini ve ders almasını isterdim. Çünkü Zack onun yüzünden bayağı çekmişti. Kitabın asıl sonu ise Charlotte'un söylemi ile oluyor. Adamdan bir an korksam da kendi gibi uçuk kaçık birini bulduğu için çok sevindim. Bu sebeple serinin sonu güzel bitti. Daha iyi olabilir miydi? Evet, yazar bize keşke daha ilerileri gösterseydi. Bir serinin daha sonuna geldik. Artı ve eksileri bana göre eşit değerdi. Her şeye rağmen kesinlikle okunmasını tavsiye ettiğim bir seri :)

Yerkara
Yerkara

8

http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/02/yerkara-everneath-by-brodi-ashton.html Kabul ediyorum, yazar iyi yazmış ve duyguları çok iyi vermiş. Ama arkadaş o kadar melankolikti ki! Okurken çok kötü oldum, etrafımdaki esprilere bile gülemedim sırf Nikki'ye üzülmekten. Yani duygusal bir günde okunması gereken bir kitaptı. Emin olun, Nikki öyle bir zamanda size çok güzel eşlik edecektir :) Kitap hakkında dedikodu yapmadan önce gelin bir neler oluyor göz atalım: Kitabımız Nikki'nin Yerkara denilen yerde Beslenme'nin bitişi ve Cole ile uyanmasıyla başlıyor. Cole, Nikki'nin diğerleri gibi olmadığını daha o zamandan anlıyor. Ve yıllardır aradığı kişinin Nikki olduğuna sevinemeden kızımız tekrar kendi dünyasına dönüyor. Böylece de kitabımız başlamış oluyor. Kızımızın yeryüzüne çıkmasının bedeli 6 ay sonra tüneller denen kötü yere dönecek olması. Kızımız da zamanı tükenmeden, önceki gidişinde veda edemediği kişilerle vedalaşmak ya da pişman olduğu şeyleri düzeltmek istiyor. Kitabın ilk başlarında anılarını yavaş yavaş kazanmasını ve yaşadığı zorlukları görüyoruz. Kitap ilerledikçe de neden Yarkara'ya gitmeyi seçtiğine ve hayatını düzeltme çabalarına tanık oluyoruz. Sonlara doğru ise kaderini değiştirmek için yaptıklarını okuyoruz. Peki sizce Nikki, yeryüzeyde hayatını eski yoluna koyup kaybettiklerini kazanabilecek mi yoksa buraya gelerek aslında hakkını boşa harcamış ve tünellere haketmediği şekilde gitmiş mi olacak?? Ya da hiç beklemediği bir şekilde tünellerin o kötülüğünden kurtulup normal yaşantısına dönebilecek mi??? Tüm sorularınızın yanıtları için kitabı okumalısınız ;) Karakterlere bir bakış atarsak: Nikki; annesinin ölümüyle babası ve kardeşiyle kalan acılar içindeki bir kızdır. Çok sevdiği ve sonunda sevgisinin karşılığını bulduğuna inandığı sevgilisi Jack yüzünden Yerkara'ya gitmeye karar vermiştir -yani her şeyin sebebi bu pislik!- Ve yine onun için dönmüştür. Ama döndüğünde aradan uzun bir zaman geçmiş ve çok şey değişmiştir. İşte bu değişen şeyler canını çok yakmaktadır. Okurken beni çileden çıkaran ve sayesinde depresyonun köşelerinde gezindiğim bir karakterdir kendileri :D Sonlara doğru aklı başına daha çok geldi ama olan bana oldu -.- Yeryüzüne tekrar dönme sebebi, beni delirten ve sinir eden, gereksiz varlık olan Jack var bir de. Kitapta yazar, onun kızımızı üzmesinin elinde olmadığını söylese de ben sevemedim bu karakteri. Zira daha güçlü ve kararlı bir yapıda olsa bunların hiçbiri olmazdı. Gerçi kızımız Yerkara'ya gidince çok çabalamış onu bulmak için ama tren kaçtıktan sonra kopan yaygara neye yarar! Kitap boyunca her hareketiyle gözüme battı, sonunda yaptığı şey olmasa kesinlikle nefret ettiğim bir karakter olurdu. Jack'den daha iyi değil, gitar olayı da berbat ama Cole'ü sevdim. Yine de şımarmasın hemen, sadece Jack'e kıyasla sevdiğim bir karakter. Onun hakkında çıkarıcılığı dışında emin olduğum bir şey yok. Kızımıza olan ilgisi ve sevgisi gerçek mi bilemem ama ben gerçek olduğunu düşünmeyi yeğliyorum :D İkinci kitapta acaba nasıl bir yeri olacak ya da yazar onun hakkındaki soru işaretlerini kaldıracak mı?? Bu sorularımın cevabı ve sonu için 2. kitabı sabırsızlıkla bekliyorum zaten ;) Belki de kitaba bu kadar kararsız olma nedenim önceden aldığım duyumlar ve tanıtım yazısı sebebiyle mitolojik bir aşk belki de bir başka Hades ve Persephone -özellikle böyle olur diye çok duymuştum :( - hikayesi beklememdi. Onun yerine oldukça melankolik, duygusal ve beni çileden çıkarıp delirten bir kitap buldum. Yazarın bir geçmiş bir gelecek yapmasını sevdim. Hem melankoliden kurtulup rahat bir nefes aldım o zamanlar hem de kitabın ilerisi için bir merak oluştu okurken. Ama keşke geçişleri daha hafif tutsaydı. Zira bazı yerlerde öyle hızlı yapmış ki, hiç beklemediğim anlarda geçmişe gitmesi beni tepetaklak etti. Bir de kitapta en çileden çıktığım yer, Jack'in en kötü ve tehlikeli zamanda onu değil de Jules'u seçtiğini gördüğü halde ağzı açık ayran delisi gibi ilk fırsatta Jack'e koşması! Sen tüm bunları gör, Jack'in tüm pisliklerini bil, Jules'ün kazığını da öğren ama yine de hepsine eskiden gördüğün gözle bak ve yaptıklarına tepkisiz kal! Yazarken bile ağzımdan alevler çıkaracak gibi oluyorum. Bir de insanların sürekli Jack Nikki'yi affetmeli mantığı da ayrı bir köpürme ve sinirlenme nedenim. Son olarak kitap için bir grafik çizmem gerekirse; başı iyi, ortalara doğru melankoliyle boğması sebebiyle bıktırıcı ama sonlara doğru kesinlikle başarılı bir şekilde yükselişe geçiyor diyebilirim.

  ileri »