Bir kısa öykü, ya da en iyi ihtimalle uzun öykü olacak bir konuyu roman büyüklüğünde yazmak kolay iş değil. Buzzati de zoru seçmiş ve hikayeyi zenginleştirebilmek için pek çok karakter yaratmış. Bu karakterlerin bir kısmı anlatılan hikaye içinde iğreti duruyor. Konu ilginç, Buzzati'nin dili sade. Belki çok fazla beklentime karşılık biraz hayal kırıklığına uğradığım için On üzerinden değerlendirmem 6 oldu. 6 ile 7 arası daha insaflı olur.
Sinemaya uyarlamak üzere yazıldığı hissi bırakan, 2018'de televizyon dizisi olarak uyarlanan cyber punk roman... Zaman zaman şiddetin dozu çok fazla olsa da kolay okunuyor ve sıkmıyor. İlgili dönemin politik arka planı biraz daha iyi kurgulanabilirdi. Romanda yaratılan karakterler genellikle tutarlı, mekanlar gayet güzel tasvir edilmiş. Romanın ana konusu olan dedektiflik öyküsü biraz fazla detaylandırılmış.
Şerif Mardin'in makalelerinden derlenen kitabın ilk bölümü Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet modernleşmesinin temel sorunlarını ele alıyor. İkinci bölüm ise bağımsız makalelerden oluşuyor. Türk modernleşmesi ile ilgili uzun makalelerde savunulan düşünceler zaman zaman detaylar içinde kaybolsa da, 1950 ve 60'lar gibi oldukça eski tarihlerde yazılan makaleler çok ilginç. Mardin'in daha o yıllarda cumhuriyetin büyüyen (ve nihai olarak cumhuriyeti çöküşe götüren) sorunlar hakkındaki görüşlerini, özellikle de bugünlerde okumak gerekiyor. Kitaptaki görüşlerden çok yararlandım.
Çok emek verilmiş, tablolarla zenginleştirilmiş, Türkiye'nin birkaç yüzyıllık tarihinin, son birkaç on yıla yoğunlaşarak incelendiği Değişim Sürecinde Türkiye, temel tezleri bakımından bazı eleştirilere açık: 1) Kitabın hemen başında "insanların geçmişte toplumsal meselelere çok daha fazla ilgiliyken, bugün meselelere kendi çıkarları bakımından bakıyorlar" görüşü oldukça tartışmalı. İnsanlık tarihi, köylü isyanlarından, işçi sınıfı ayaklanmalarına ve çok sert sınıf savaşlarına uzanan bir mücadeleler tarihidir. Bütün bu isyan, ayaklanma, siyasal çatışmalarda toplulukların meselelere "kendi çıkarları" bakımından yaklaşmadıklarını söylemek oldukça güç. 2) "Osmanlı devleti bir ümmet devletiydi" tespiti de oldukça sorunlu. Osmanlı devleti üst yapıda bir İslam devleti olsa da, pek çok milletten oluşan, çok kültürlü, çok etnisiteli bir toplumu yönetiyordu ve yönetici elitinin çoğu da Hıristiyan toplumlarından devşirilen yöneticilerden oluşuyordu. Dolayısıyla hem toplum, hem de yönetici elit için ümmet tanımı tam yerli yerine oturmuyor. Hıristiyan toplulukların kendilerini hiçbir zaman Osmanlı görmemiş olduğu tezi de tartışmalı. Kaldı ki, Osmanlı'nın düşüş döneminde isyan edenler arasında sadece Avrupa "milletleri" değil, Arap yarımadasındaki müslüman Vahabi topluluklar da vardı. 3) Feodal sistemin bir tarım kapitalizmi olması ve sanayi devriminin esnafın ticaret ve sanayi burjuvasına dönüşmesiyle gerçekleşmesi de sorunlu. İlksel sermaye birikimi, çitleme, tarihte "zorun" rolü, kilise mallarının yağması gibi tarihsel süreçler, esnafın burjuvaya dönüşmesinden çok farklı süreçler. 4) Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın emperyalizm olgusu hiç zikredilmeden tarif edilmeye çalışılması, Osmanlı devletinin çöküşünün "padişahların öngörüsüzlüğü" ve "bilimsel eğitime önem verilmemesi" gibi nedenlere bağlanması, aynı dönemde çöken Habsburg imparatorluğu'nun, Çin imparatorluğu'nun ve Rus Çarlığının çöküşlerini izah etmiyor. 5) SSCB'nin çöküşünün elektronik devrimi ıskalamasıyla ilişkilendirilmesi, diğer tüm nedenleri önemsizleştiriyor ve teknolojik gelişmeye aşırı önem atfediyor. 6) "Ahbap çavuş kapitalizmi" son zamanda sıkça dile getirilen bir tanım. Bu yaklaşıma göre bir "iyi" kapitalizm var: kuralların işlediği, hukuk üstünlüğüne dayanan, demokrasinin önemsendiği kapitalizm, bir de kötü kapitalizm var; kurallar işlemiyor, hukuk ve demokrasi önemsenmiyor. Bu yaklaşıma göre kapitalizm içinde "kurallar", hukuk ve demokrasi şekilsel değil, "ideal" kapitalizme içsel olgular. Katılmıyorum. 7) "1961 anayasasının getirdiği özgürlükleri anlayabilecek kadar olgun bir yapı henüz oluşmamıştı." Tarihin olguları "anlama", "anlamama" sorunsalı ile değil, sınıf çatışmaları, uzlaşmaz çelişkiler ve sosyo-politik gelişmelere dayalı olarak devindiğini düşünüyorum. 8) 2002-2008 yılları arasında dünyadan pozitif ayrışarak orta gelir tuzağından çıkma yolunda ilerlemiş olan Türkiye, 2011 yılından başlayarak yaşadığı ivme kaybı sonucunda orta gelir tuzağına (yeniden) girmiş oldu." AKP (ve uygulanan neo-liberal ekonomi politikaları) başlarda iyiydi, sonra kötüleşti yaklaşımı. Daha sonra yaşanan otoriterleşme, güçler birliği, yasaklar ve tektipleşme, kamu stoğunun tasfiyesi, özelleştirmeler, denetimsizlik, finansallaşma ile alakalı diye düşünüyorum. İlki nedendi, ikincisi sonuç oldu. 9) Sosyal Güvenlik sistemi'nin çöküşünden kurtulabilmek için öneriler: 1)Üyelerden alınan primleri arttırmak, 2) Emekli maaşları ve sağlık sigortası ödemelerini düşürmek, 3) Emeklilik yaşını yükseltmek, 4) Borçlanmak ... Tümü neo-liberal öneriler. Başka yol yok mu? "Başka bir dünya mümkün" değil mi? Devrimci alternatifler fazla "devrimci" diyelim, sistemin içinde bile daha ılımlı çözümler yok mu? Sermaye ve sermayenin kar ve birikim güdüsü mutlak ve "saygı duyulması gereken olmazsa olmazlar" mı? (Üye sözü sadece çalışanı mı ifade ediyor bilmiyorum, mesela işveren primlerinin arttırılması toplumsal yarar açısından da düşünülmesi gereken bir alternatif olamaz mı?) 10) Teknolojiye, robotlara, endüstri 4.0'a aşırı önem atfetme ve çıkış yolunu bilimsel eğitimde, inovasyonda görmek. Teknolojiye, robotlara ve "telif haklarına" kimler sahip olacak? Sahip olmayanlar da, teknolojik gelişme, robotlar ve dördüncü sanayi devrimi gerçekleştiğinde, kendiliğinden ilerlemeden, buluşlardan pay mı alacaklar? Yoksa ülkenin genel kalkınması, herkesin standartlarını otomatik olarak yukarıya mı çekecek? Kitabın genel yaklaşımında, bir Türkiye var. Bu Türkiye bazı politikalar uyguluyor. Bu politikaları niye uyguladığı yeterince tartışılmıyor. Örneğin 24 Ocak kararları niçin ilan ediliyor? 1980'lerde başlayan devletin ekonomik tasfiyesinin nedeni ne? Bu tasfiyenin günümüzdeki topyekun çöküşle ilgisi nedir? Sınıfsal kompozisyon zaman içinde nasıl ve hangi çatışma dinamikleri ile değişiyor? Kitaptaki iki yaklaşıma da katılmıyorum: 1) Türkiye (örneğin) 1970'lerde daha yoksul bir ülkeydi, çünkü kişi başı milli geliri daha düşüktü. Daha sonra zenginleşti, şimdi yeniden yoksullaşıyor. (Gerçekten öyle miydi? Çalışan sınıflar, tarım üreticisi köylüler acaba daha mı yoksuldu, yoksa daha mı varlıklıydı?) Bu "zenginleşmenin" borçlanma ve sermaye birikimi ile ilgisi tartışılmıyor. Dolayısıyla toplumun bazı kesimlerinin zenginleştiği doğru. Tümünün zenginleşmediği de doğru. En azından işçi sendikalarının araştırmaları bunu söylüyor. 2) "Esnaf iktidarı" yaklaşımı. Esnafın bir sınıf olarak analitik çalışmaya baz alınmasını sorunlu görüyorum. Esnaf kim? İthalatçı tüccar mı? Eczane sahibi eczacı mı? Franchising yoluyla fast food, cafe işletenler mi? Perakendeci küçük esnaf mı? Toptancı orta büyüklükteki esnaf mı? Eğer bunlarsa, bu kesimlerin iktidarını yaşamadığımız kesin. 15 yıldır bilançolarında (Türkiye tarihinde istisnai olarak) hiç zarar göstermeyen büyük sermayenin, olağanüstü portföy kazançları elde eden yabancı spekülatif sermayenin, hazine garantili ihale zenginlerinin ve özelleştirme ve kent rantı zenginlerinin koalisyonundan oluşan bir iktidardan söz etmek daha doğru görünüyor. Bunun adı esnaf iktidarı olmasa gerek. Yukarıdaki eleştiriler elbette kitabı değersizleştirmiyor. Tam tersine, çok emek verilmiş, tabolarla ve geniş bir kaynak taramasıyla yazılmış bir eser. Ben genel yaklaşımım ve dünya görüşüm çerçevesinde kitabı bu şekilde değerlendirdim.
Drama boyutu zaman zaman çok abartılmış hissi verse de, ahlak, iç hesaplaşma ve vicdan üzerine çarpıcı bir uzun öykü. Zweig'ın diğer uzun öyküleri gibi bunu da, hiç sıkılmadan iki saat içinde okuyup bitirdim. İş Kültür Yayınları baskısına neden bu kadar acemice ve kötü bir kapak seçildiği ise anlaşılır gibi değil.
Tarihin en bilinen "fitne" ve kıskançlık öyküsü. Aşırı sexist ve modern öncesi toplumun değerlerini öğrenmek açısından ilginç. Diğer bütün İş Kültür çevirilerinde olduğu gibi, bu çeviri de olağanüstü başarılı
Kitabı orijinal dilinde okumaya başladım ve üçte birini bitirdiğimde okuduklarımın en az yarısını anlamadan geçtiğimi fark ettim. Veblen çok karmaşık bir dil kullanıyor ve düşüncelerini çok uzun cümleler halinde yazıyor. Bunun üzerine kitabın Türkçe basımına geçtim. Önceleri Türkçe çevirisini de anlamakta çok zorlandım. Kitabı yavaş okumaya karar verdim ve böylece 350 sayfalık kitabı ancak 2 ayda bitirebildim. Kitabın Türkçe çevirisi (ufak tefek hatalar olmakla beraber) çok iyi. Zorluk, Veblen'in çetrefil dilinden kaynaklanıyor. Buna karşılık Veblen'in görüşleri kesinlikle öğrenilmeye değer. Mülkiyetin başlangıcı, aylak sınıfın ortaya çıkışı, aylak sınıf kültürü, gösterişçi tüketim, vekil aylak, modanın geçiciliği, aylak sınıf giyiminin rahatsızlığı ve kullanışsızlığı, dinsel edim, şans, yüksek eğitim gibi konularda oldukça zengin bir bakış açısı edinmek bakımından yararlı bir kitap. Kitabın yazıldığı çağa ait ırk teorileri günümüzde geçerli kabul edilmiyor. Ancak bu teorilere dayanarak yazılmış bölümler de kitabın değerini düşürmüyor. Okuyup bitirmek iki ayımı aldı, ancak kesinlikle değdi.