Okuduğum en zor kitaplardan biri; toplam 175 sayfa değil de mesela 375 sayfa olsaydı bitirebilir miydim? Sanmıyorum... Post modern edebiyatla aram iyi değil. Bu edebiyat türünün "ıvır zıvıra" boğulmuş detaycılığından ve insan aklına meydan okuyan "alaycılığından" hoşlanmıyorum. 49 Numaralı Parçanın Nidası da bu tip unsurlarla dolu. Aşırı detaylara boğulmuş aşırı uzun paragraflar yorucu ve kitaptan kopma riski doğuruyor. Kitabın kurgusunda çözülmeye çalışılan gizem, bu detaylar yüzünden cazibesini yitiriyor, okuyucunun (en azından benim) merak duygusunu öldürüyor. Kitapta şu veya bu önem sırasına göre zikredilen kahramanların tamamı aşırılıklara meyilli, hastalıklı, sevimsiz tipler. (Hayır, bu kadar dehşet verici bir dünyada yaşamıyoruz.) Belki de yazar yarattığı kahramanların hepsini böyle sevimsiz ve itici görmemizi istiyor. Sonra laf dönüyor dolanıyor "acaba bir matrisin içinde mi yaşıyoruz" paranoyasına geliyor - sonraki on yıllar boyunca bu paranoyadan bol malzeme çıkacak... Bu tip romanlar '60'larda ilginç idi. Sonraki yıllarda benzeri binlercesi yazıldı ve artık kabak tadı vermeye başladı. Eminim bu türden hoşlanan pek çok okuyucu vardır. Ben onlardan değilim.
İsmail Cem'in klasikleşmiş eseri. İlk baskısı 1970 yılında yapılan eserde İsmail Cem, Türkiye'nin geri kalmışlığını, henüz 30 yaşında olmasına rağmen büyük bir olgunlukla tahlil ediyor. Eserin henüz başlarında çok doğru bir şekilde Türkiye'nin geri kalmışlığının bir Afrika ya da Latin Amerika ülkesinin geri kalmışlığı ile aynı olmadığını tespit ediyor. Daha sonra Osmanlı'dan başlayarak 1970'lerin başına kadar geri kalmışlığın hangi aşamalardan geçtiğini inceliyor. Kitabın ilk bölümlerindeki "Osmanlı'nın ileri devlet düzeni" ve kitabın son bölümlerindeki İslam-Türk düşünce geleneğinin geri kalmışlıktan çıkışta itici güç olacağı görüşlerine katılmıyorum. Dahası, İsmail Cem'in geri kalmışlıktan çıkışta itici güç olacağını düşündüğü "işçi-köylüler" ve gelişmekte olan sermayenin doğru yönlendirilmesi düşüncelerini de hayalci buldum. İsmail Cem'in geri kalmışlığın aşılmasında tam olarak nasıl bir model önerdiği çok net değil: Devlet kapitalizmi mi? Sosyalizm mi? Kapitalizm ve sosyalizm dışında üçüncü yol mu? Kitapta bir başka eksiklik, geri kalmışlığın sosyolojisinin ve bireylere, topluluklara, kültüre sinmiş kodlarının yeterince irdelenmemiş olması. Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi önemli bir eser ve 1980'den sonrasını da kapsayacak şekilde genişletilmesi, sonraki tarihsel süreçlerle yeniden gözden geçirilmesi yeni nesil araştırmacıların görevi olmalı.
Genel olarak beğendim. Armağan ekonomisi, Çürüyen para, büyümenin kontrol altına alınması (kontrollü küçülme?) fikirlerine genel olarak yatkınım. Kitabın son bölümlerindeki tekrarlar okumayı güçleştiriyor.
Türkiye'de sermaye piyasalarının en önemli aktörlerinden biri olan Nasrullah Ayan'ın anıları(nın ilk bölümü; sanırım yakın zamanda finansal etkinliklerinin dışındaki anılarını da yazacak). Kitabı bir seyahatte, bir hafta sonu kahvaltısından öğlene kadar, bir tatilde kumsalda güneşlenirken bir kaç saat içinde okuyup bitirebilirsiniz; ancak bu şekilde okumayın. Özellikle de Ayan'ın anılarına konu olan 1970'leri, '80 ve '90'ları yaşamadıysanız... Daha uzun zaman ayırın; anılarda sözü edilen olayları, kişileri, kurumları ve finans enstrümanlarını araştırarak okuyun. Sermaye piyasalarının serbestleştiği 1980 ve 90'ların iki büyük krizini, 1982 banker krizini ve 1994 TL çöküşünü araştırarak okuyun. Türkiye'de, özellikle de finans dünyasının önemli aktörleri, anılarını yazmıyorlar. Bu nedenle aynı hatalar sık sık tekrarlanıyor, 2000'lerin elektronik dünyasında kariyer yapmış olanlar hangi aşamalardan geçilerek bugünlere gelindiğini bilmiyorlar. Kitabı okurken zaman zaman "taş devrinden" bahsediliyormuş gibi hissedebilirsiniz; normaldir... O yılların finansal olaylarını (kıyısından köşesinden) yaşamış olsam da ben bile böyle hissettim. Nasrullah Ayan anılarında, doğal olarak 1994 krizine ve Turkinvest'in iflasına giden sürece daha fazla ağırlık vermiş, ancak en az bu olay kadar, 1980'lerin finansal serbestleşmesine giden yoldaki olaylar da ilgi çekici. Kitabı okurken, 20 seneye yakın zamandır finans piyasalarıyla - şu veya bu şekilde- haşır neşir olan bir insan olarak ben *bile* zorlandım. Kitabın bazı bölümlerine dip notlar düşülmüş olsa da, özellikle genç okuyuculara daha yardımcı olacak kapsamlı dip notlar düşülebilirdi. Dönemin olaylarının kronolojisi verilebilir, ekonomik/finansal arka plan biraz daha ayrıntılı resmedilebilirdi. Nasrullah Ayan'ın anıları, hem eski tartışmaları alevlendirecek, hem de dönemin diğer önemli aktörlerini anılarını yazmaya teşvik edecektir.
Evrim konusunda yazılmış kitap değil. Kör Saatçi çok daha iyiydi. Kitabın son bölümünde sözü edilen mem kavramı ilginç.
Yaklaşık 20 sene arayla iki kez okudum. İkinci okumada, kitapta anlatılan hikayelerin çoğunu hatırlamadım. Muhtemelen üçüncü okumam da da hatırlamayacağım. Ama bu kitabı üçüncü kez okuyacağım kesin. Çünkü çok sıra dışı bir roman ve Türk edebiyatında bir köşe taşı; sizi gündelik hayatınızın sıradanlığından alıyor, bambaşka dünyalara götürüyor, bazen de derin derin düşündürüyor. Zaman zaman romanda kullanılan eski Türkçe dil yoruyor, ancak asla sıkıcı değil. Kelime dağarcığınıza yeni kelimeler ekliyor, yeni nesne isimleri ile tanışıyorsunuz. Sonuç: Türk edebiyatının muhakkak okunması gereken, önemli eserlerinden biri.