Finaller bittikten sonra sahip olunan kafaya iyi gelen kitap. Arman Kal'ın Kutsal Penis ve İşe Yaramaz Kafatası'yla beraber hayal gücünüzü zorlayacak derecede betimlemelere, düşüncelere ve düşlere sahip. Kitabı fazla irdelemeden özetlemek gerekirse kaçık bir ihtiyarın kendisi gibi kaçık olan babasını araması diyebilirim. Ama bu kadarıyla es geçilemez; sürrealizmin güzel kıyılarından, evrenlerinden ve bir dakika düşünüp kafanızda canlandırmanız gereken cümlelerinden oluşan bir kitap. Maalesef herkese önerilebilecek bir kitap değil çünkü bir sınırsız bir düşünce yapısı var romanın. İşte Arman Kal'ın farklılığı en güzel bu noktada başlıyor. Eğer bu "saçmalık" yadırganmadan okunursa sayfalar, çok eğlenebilir insan. Yeraltı edebiyatını seviyorum.
Okuduğum ilk Virginia Woolf kitabı. Benim için iyi bir başlangıç oldu. Okuması zor bir kitap itiraf etmeliyim ki. Bu kitap okunmadan önce belirli bir bilgi birikimine sahip olmalı ve gerektiği yerlerde araştırmalar yapılmalı ki, daha iyi kavranabilsin. Kişisel gelişim kitaplarından haz etmem ama bu kitap benim istediğim türde bir kişisel gelişim kitabıdır. Kitapta en hoşuma giden kısımlar ise Shakespeare analojisi, "Kadınlar ve Kurmaca Yazın" başlığının kurmaca bir yazı adı altında irdelenmesi ve bütün nesnelliğinin yanı sıra söyleşi tadında ilerlemesi. Alıntılar alarak kitap hakkında bir kaç güzel noktaya değinmek istiyorum. Kitapta sanılanın aksine feminist bir akım değil, objektif bir yaklaşım vardır: "Ama heyhat, yapmamaya karar verdiğim bir şeyi yapmıştım; hiç düşünmeden kendi cinsimi övmeye dalmıştım. <<Son derece gelişmiş>> - <<olağanüstü karmaşık>> - bunların övgü sözcükleri olduğu yadsınamaz ve kişinin kendi cinsini övmesi her zaman kuşku uyandırır, çoğunlukla aptalca bir şeydir çünkü; dahası bu durumda kişi söylediklerini nasıl doğrulayabilir? Kişi haritaya bakıp Kristof Kolomb Amerika'yı keşfetti ve bir kadındı diyemez; ya da eline bir elma alıp Newton bir kadındı diyemez; ya da göğe bakıp yukarıda uçaklar gidiyor, uçakları kadınlar yaptı diyemez. Duvarda kadınların boyunu tam olarak ölçecek bir işaret yoktur. İyi bir annenin niteliklerini ya da bir kızkardeşin doğruluğunu ya da bir evdeki kahya kadının becerilerini ölçüye vurabileceği düzgünce santimlere bölünmüş bir mezura yoktur." Kadının bastırılmışlığının en çok olduğu alanlardaki cümleleri üzerinde düşünülesiydi: "Çünkü bekaret birtakım toplumlarca bilinmeyen nedenlerden icat edilmiş bir fetiş olabilir." "O son derece ilginç konu, erkeklerin kadınların eldeğmemişliğine verdikleri değer ve bunun kadınların eğitimi üzerindeki etkisi tartışılmak üzere kendini ortaya koyuyor." Şöyle güzel satırlar da var kitapta: "Ve böylece romanlar çokluk panzehir olmak yerine bir uyuşturucu olduklarından ve kızgın bir damgayla dağlayıp harekete geçirmek yerine kişiyi derin uykulara gönderdiklerinden..." Son olarak, bence kitabın asıl anlatmak istediği ise şu satırlardır: "Ve amatör bir anlayışla, ruhun, biri eril biri dişil iki gücün içinde bir arada var olacağı bir tasarım çizmeye koyuldum: erkeğin aklında, erkek kadına baskın çıkıyor; kadınınkinde ise kadın erkeğe baskın çıkıyor. Her ikisi bir arada uyum ve tinsel işbirliği içinde yaşarlarsa normal ve rahat bir ruh hali ortaya çıkar. Kişi erkekse, aklının kadın olan bölümü de etken olmalıdır ve bir kadın da aynı ölçüde içindeki erkekle ilişkide bulunmalıdır. Belki de Coleridge üstün bir aklın çifte cinsiyetli olduğunu söylerken bunu kastetmişti. Ancak bu iç içe geçme gerçekleştirilirse akıl tam anlamıyla verimli olabilir ve tüm gücünü kullanabilir. Belki de katışıksız eril olan bir zihin, yine katışıksız dişil olan bir zihin gibi, yaratıcı olamaz." Her kadının okuması gereken kitaptır.
Hakan Günday'ın Piç'ten sonra okuduğum kitabı. Günday'ın ilk kitabı ve lise zamanlarında başlamış yazmaya. Bazı kitapları, altını çizmeden okuduğum zaman yeterince sindiremediğimi düşünürüm. Kinyas ve Kayra da sindirilecek o kadar çok satıra sahip ki. Tespitler ve kelime oyunları ile kendini okutturabiliyor. Hakan Günday'ın kitapları, insanın kendisini basit hissedecek bir megalomanlığa, marjinalliğe ve nihilistliğe sahip oluyor. Gene de Kinyas'ı da Kayra'yı da seviyor insan. Günday'ın ilk romanı olduğundan herhalde bazı konulardaki eğretiliği hissediyor insan. Aksiyonun yer yer mantık çerçevesinden çıkması, fazla sadizm ve mazoşizm gibi. Ama en önemlisi de Piç'de olduğu gibi ana karakterlerin birbirine çok fazla benzemesi ve hatta karıştırılması. -Azıcık spoiler olabilir.- Karakterlerin sonlarının tahmin edilebilir kurgulanması, Hakan Günday'ın olay örgüsü içinde rakısıyla beraber olması, Anita ve Melis'in aslında aynı olması ve yardımcı karakterlerin de en az ana karakterler kadar ilgi çekici olması da kitaptaki diğer hoş ayrıntılar. -Azıcık spoiler olabilir.- Diğer bir yandan da bu kitaptan çıkarılacak en önemli düşünce benim için, insanın seçimleriyle var kalabilmesi/olabilrmesidir. Kitap, hayatımın gençlik döneminde Kayra'nın güzelliğiyle hatırlanacak bende. "Varlığıma nedensizlikten delirdim ben."
Hasta, psikopat ve komik bir kitap. Büyüklere masallar. Güldürüyor. Ama İstiridye Çocuğun Hüzünlü Ölümü'nden sonra tatmin etmiyor ki. Bi' de zaten sekiz dakika sürüyor kitap. Rosie'nin Kaçık Annesi ve dick&muffy en hoş çizimlere sahipti. Kitabı okuması beş dakika ve resimleri incelemesi de üç dakika diyerek sekiz dakikalık farklı bi' kafanız olsun. Ayrıca Angus Oblong'un palyaço makyajıyla gezen biri olması da "benim olayım bu, kardeş" der gibi.
Ravenloft'un dünyasına giriş yaptığım kitap. Fazla kasvetli, karanlık ve iç bunaltıcı. Okurken çoğu zaman sadece ne olacağını merak ettiğim için devam ettim kitaba. Gene de kendini okutturdu. Fantastik eserler seviyorsanız okunabilecek bir seçenek. Ama diğer Ravenloft romanlarından başlamanızı öneririm. Daha iyi bir başlangıç olur belki de. Ayrıca kitapta geçen Morgoth'un Yüzüklerin Efendisi'ndenki Melkor'u anımsattı, güzeldi. Maeve ise en sevdiğim karakterdi kitaptaki.
Adını uzunca süre duyup almaya üşendiğim ancak evdeki eski kitapların arasında bulunca okuduğum kitap. Yakın aralıklarla okuduğum için mi bilmiyorum ama Hakan Günday'ın Piç'inin bu kitaptan esinlenmiş olduğuna inanmak istiyorum. 30. sayfadan sonra kitabı bırakmayı düşündüm çünkü hiçbir şey anlamamıştım. Tekrar başlayınca daha iyi kavradım. Aylak Adam'ın her bir düşüncesi sizi de düşünmeye itiyor. -Spoiler- Piç ile benzer yanı ise bu toplumsal aykırılığın gene babaya bağlanıyor oluşu. Neden evlatları buna iten hep babaları oluyor? Aylak, neden O'nu bulmuşken vazgeçiyor peki? Bay C. her şeydeki umutsuzluğuna rağmen saf sevgiye olan inancını hiç kaybetmiyordu. Yazarın bunu engellemesi acımasızlık. Benim için en güzel diyalog ise; "Plajda uzanmış konuşuyorduk. Ona en sevdiği ressamı sordum. -Van Gogh, dedi. -Neden? -Kulağını kesebilmiş, sol kulağını. Bunu yapan ilk adam o. Sustu. Az sonra değişik bir sesle, -Ama o bile eksik adamdı. Tımarhanedeyken yaptığı kendi portresinde insanlara yüzünün kulaksız yönünü gösteremedi. Tam adam yok!" -Spoiler- İçindeki her bir psikolojik çözümlemenin üzerinde düşünmeli. Ve Piç gibi, bu kitabı yalnızca anlayabileceğinizi düşündüğünüz insanlara önerin. "Bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum. Belki kendi kendimden." "Biri çıkıp yazsa... ben? yapamam; yaşamak varken. Ben ya ararım ya da yaşarım." "Karıncalar çıktı mı acaba? Karıncalar bilmeden severler." Biz de paralı olsak, biz de aylak olurduk be.
Dan Brown'ın ters köşe yapmasına alıştıysanız eğer şaşırtıcıdan çok sürükleyici ve öğretici olan bi solukta okunması gereken kitap. Kitap Floransa'da başlayıp, Venedik gondollarında devam ederek nihayet İstanbul'un semalarında çözülüyor. İlk iki şehrin cahilliğini İstanbul'da atlatabiliyoruz neyse ki. Elinizin altında internet varsa okuması gayet güzel. -Spoiler içerir.- Kitabın konusu güzeldi. Çılgın bilim adamı Dünya'nın nüfusunu üçte birine indirmek için bir virüs hazırlıyor ve Robert Langdon da engellemek için peşinden koşuyor. Bolca tarih, biraz biyoloji falan filan. Kitabın benim için en itici kısmı yapılan hiçbir şey sonuca varmıyor. O kadar peşinden koşuyorsunuz ve çok geç kaldığınızı öğreniyorsunuz. E napalım yapacak bir şey yok ya tarzı bitiyor sonra da. Hayır, çılgın bilim adamı zaten en mantıklı şeyi yapmış en baştan itibaren. Hak verdim adama. Ha birde İstanbul'a gelmeden olayın Yerebatan Sarnıcı'nda çözüleceği çok belliydi. Bu sefer ters köşe yapamadın Dan reyiz. Nedense kitapta en hoşuma giden ayrıntı Elizabeth Sinskey'in kısırlığı ve virüsün insanları kısır yapabilmesi oldu. Ayrıca Robert Langdon'a gene genç bi hatunun eşlik etmesi de artık Dan Brown'ın tek düzeliği olmalı. -Spoiler içerir.- Son olarak, filmi çekilirse güzel olur. Tom Hanks oynasın, biz de seyredelim.