adnantopcu, 129 adet değerlendirme yapmış.  (14/19)
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

10

Kan, gözyaşı, ölümler... Erich Maria Remarque, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok romanında on sekiz yaşında bir çocuğun, henüz lise öğrencisiyken arkadaşlarıyla birlikte Birinci Dünya Savaşı'na -öğretmenlerin savaş çığırtkanlıklarının etkisiyle- gönüllü olarak katılan ve yaşadıklarından sonra şavaşın acımazsızlığı, yok ettiği hayatları anlatıyor. Romanın başında ''Bu kitap ne bir şikayet ne de bir itiraftır. Sadece savaşla yok edilmiş bir nesilden söz etmek istemektedir... O insanlar bombalardan ve mermilerden kurtulmuş olsalar da!'' cümlelerini okurken Tahir Elçi'nin barış çağrısı yaparken katledilmesi, canımı fazlasıyla acıttı!

Çocukluğum
Çocukluğum

7

İlkgençlik yıllarımda okuduğum Suç Ve Ceza'yı saymazsam, Maksim Gorki'nin Ana romanı okuduğum ilk Rus klasiğiydi. Öylesine etkilenmiştim ki, çok sonra öğrendiğim ünlü otobiyografi üçlüsünü geç de olsa okudum. Serinin ilk kitabı Çocukluğum'da Gorki, beş yaşındayken babasını kaybeden, annesi tarafından dedesinin evine bırakılan ve oldukça zor şartlarda sürdürdüğü "O günleri bugün iyiliksever bir perinin ustaca anlattığı acımasız bir masalmış gibi anımsıyorum." diyerek, "hayat okulunu" anlatıyor...

Acı Kahve
Acı Kahve

7

Hercule Poirot, Sir Claud Amory adlı bir bilim adamının uzunca bir zamandır atom partiküllerinin hareketleri üzerinde incelemeler yaptığı ve sonucunda bulduğu maddi değeri yüksek olan formülün çalınacağından endişe eden Sir Claud Amory'nin formülün güvenli bir şekilde teslim edilmesi için evine davet edilir. Poirot formülü almaya gelene kadar Sir Claud Amory öldürülmüştür... Dünyanın en zeki dedektifi iş başındadır!

Erken Kaybedenler
Erken Kaybedenler

6

Emrah Serbes'ten erkek çocukların hikayelerini okurken, yaptıklarım aklıma geldikçe gülmekten kendimi alamadım.

Agatha'nın Anahtarı
Agatha'nın Anahtarı

8

Ahmet Ümit, Agatha Christie'ye olan hayranlığını birçok kitabında okuyucuya hissettirmiştir. 15 öyküden oluşan bu kitabında da Agatha'nın Anahtarı hikayesiyle yazara selamını göndermiştir.

İstanbul Hatırası
İstanbul Hatırası

10

İstanbul'un tarihi yerlerine bırakılan 7 ceset ve yanlarına bırakılan sikkelerden yola çıkarak İstanbul'un tarihini, şehrin kültürel yıkımını Başkomiser Nevzat'ın anlatımıyla çok keyifli olduğu kadar hüzünlüydü de. Başkomiser Nevzat'ın şair arkadaşı Yekta'nın şiiri, kültürel yıkımın kabullenişine olan ısyanı mıydı? Kim bilir... "Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet'in minareleriydi görülen, Ayasofya'nın kubbesi, Topkapı Sarayı'nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi... Genç, umutlu, güzel... İstanbul'a bakıyorduk denizden. Ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk... Onların gözlerindeki kendi kederimize. Çaresizliğimize bakıyorduk, avuçlarımızda büyüyen zavallılığa, kanımızda filizlenen korkaklığa... Elimizden alman hayata bakıyorduk... Güneşli günlerimize, umut dolu sabahlara, eğlenceli bahar akşamlarına... Sönen anılarımıza bakıyorduk, ölen hayallerimize, yıkılan düşlerimize... Sönen anılarımızı, ölen hayallerimizi, yıkılan düşlerimizi yüklenip yorgun bir şilep gibi bizden uzaklaşan şehrimize... Şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize bakıyorduk..."

Kırk Yılda Bir Gibisin
Kırk Yılda Bir Gibisin

7

Okuduğum kitapları paylaşma fikrini hayata geçirdikten sonra, her kitabın bıraktığı izler gözlerimde canlanıyor. İkibin üç yılıydı... Diyarbakır-Ergani'de askerdim. O yaşa gelinceye kadar hiç kitap okumamış olsam da, şiir ve denemelere ilgim fazlaydı. Gece santralde boş vaktim çok olduğundan, melankolik bir arkadaşımın deneme tadındaki yazılarını okur, "neden ben böyle güzel yazılar yazamıyorumki," der dururdum. Tabi o dönem, iyi yazmanın koşulu, iyi bir okuyucu olmaktan geçtiğini düşünmemiştim -zaten düşünmediğimiz içindir ya, her şeyi şansa bağlayışımız! Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sındaki Raif Bey gibi sessiz, okuyan, benden yaşca büyük İsmail ağbi, okuduğum yazıları görüp, "Bu tarz yazıları seviyorsan Cezmi Ersöz'ü oku" demesiyle kalmayıp, çarşı iznine çıktığında elinde Leman dergisiyle döner, santralde birlikte okur sıcağı sıcağına yorumlardı bana, geceleri... Bir gün İsmail ağbi koğuşa gelip, başucuma kart koymasıyla uyandığımı anımsıyorum. Cezmi Ersöz’dendi gelen kart: "Adnan'a sevgilerimle"... Yaşadığım mutluluğun ardından açıkladı İsmail ağbi; "Diyarbakır Kültür Merkezi'ne imza gününe geleceğini duydum, ona senden bahsettim. Yazılarını çok sevdiğini. Eğer ayarlayabilirsek, imza gününe de gideriz." Sekiz yıldan fazla olmuş... Askerden sonra Leman dergisinden yazılarını bir süre daha okumaya devam ettim. Sonrasında üşengeçliğimden mi bilinmez bir daha okumamıştım, ta ki bir ay kadar önce sevgili dostum Eren’in "Kırk Yılda Bir Gibisin" kitabını hediye edinceye kadar. Bir solukta okudum, buram buram melankoli kokan Cezmi Ersöz'ün enfes denemelerini. Benim gibi aşk'ın kendisini seviyorsanız, şiddetle tavsiye etmek yerine, kitabın arka kapağındaki bir denemenin son bölümünü yazıp, okuma kararını size bırakacağım! "Biraz Sabahattin Ali'nin 'Kürk Mantolu Madonnası'ydın; biraz Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Huzur'da anlattığı Nuran, ve en çok da Nilgün Marmara'ydın. Ne yalan söylemeli, yine Tanpınar'ın 'Bir Yaz Yağmuru' romanındaki o büyülü, o uçarı kadında da senden çok izler vardı. Masum bir sevinç için ikbal yakan kadınlardandın sen... Bir cinnetin, bir karabasanın yaşandığı bu hayatta artık yoksun. İyiki de yoksun diyorum; çünkü çok acı çekerdin. Beynindeki esrar da yetmezdi seni avutmaya. Ölümüne kadar, sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp, bu aşka o derin merhametinle bağlandığın için sana minnettarım. Çok yalnızım ve seni çok özlüyorum... Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça..."