adnantopcu, 129 adet değerlendirme yapmış.  (18/19)
Sherlock Holmes - Şüphe Asla Uyumaz
Olasılıksız
Sherlock Holmes - Suç Detayda Saklıdır
Ferrari'sini Satan Bilge
Ferrari'sini Satan Bilge

5

"Yaşamınızın niteliği üzerinde çalışın, yaşamak için değil." - Og Mandino Kısır bir döngünün içe girip kaybolursunuz ya bazen, ya da kaybolduğunuzu hissedersiniz hani... Hiçbir şey gelmez içinizden. Ev-iş arasında akıp giden zamana teslim olursunuz. Bir arkadaştır belki aradığınız ya da bir sevgili..? Her neyse "o". Bilirsiniz o'nu bulduğunuzda karanlıklardan aydınlığa çıkacağınızı... Bilirsiniz mutsuzluğunuzu görüp, "nasılsın"lara, sık sık dudaklarınızdan dökülen, kendinizin bile inanmadığı o sahte "mücadeleye devam" tümcelerini artık muzaffer bir edayla söyleyeceğinizi... "Bir amaç için ölmek, bir hiç uğruna ölmekten iyidir." Düşünün... Kariyerinizde çok başarılı ve hayatta sahip olmak istediğiniz her şeye de sahip olduğunuzu... Yaşamınızı nasıl sürdürürdünüz? Ferrari'sini Satan Bilge'deki romanın baş kahramanı Jullian Mantle'in hayatı, bana, Og Mandino'nun sözünü hatırlattı. Julian, elli yaşlarında ve ülkenin en ünlü avukatlarından bir adam. Mesleğinde çok başarılı ve birçoğumuzun hayatta sahip olmak istediği (zaman hariç) her şeye de sahip. Julian sürekli çalışmakta ama sağlığına hiç dikkat etmediğinden, bir duruşma sırasında kalp krizi geçirir ve bu hastalık sonrası "yaşamın niteliği için çalışma" kararı verip, iyileştikten sonra ortadan kaybolup Hindistan'a gider. Hindistan’da Himalayalar’da yaşayan Sivana Bilgeleriyle tanışır. Bilgelerden Yogi Raman adındaki adama yaşadıklarını anlatır ve Julian’ın hayatının değişmesini sağlar. Yogi Raman, Julian’ı yaşadığı yere götürür ve diğer bilgelerle tanıştırır. Julian bu üç yıl boyunca bilgelerin yaşamına uyum sağlar ve onlar gibi yaşar. Üç yıllık Hindistan seyahatinin bitiminde yakın arkadaşı John’u ofisinde ziyaret eder. John, Julian'ın enerjisinden fazlasıyla etkilenip, neler yaşadığını, nasıl bu kadar değiştiğini sormasıyla hikâye (bana göre) bundan sonra başlar. Kitabı yıllar önce duymuş olmama rağmen bir türlü okuma fırsatım olmamıştı. Sıcak bir yaz gününde Silivri'de güneşlenirken, sevgili dostum Çağatay'ın kitaplığından alıp okumuştum. Buradan bir selam da ona göndereyim :)

Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna

10

"Biraz Sabahattin Ali'nin 'Kürk Mantolu Madonna'sıydın; biraz Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Huzur'da anlattığı Nuran, ve en çok da Nilgün Marmara'ydın. Ne yalan söylemeli, yine Tanpınar'ın 'Bir Yaz Yağmuru' romanındaki o büyülü, o uçarı kadında da senden çok izler vardı. Masum bir sevinç için ikbal yakankadınlardandın sen..." * * * Sevgili dostum Eren'in hediye ettiği, Cezmi Ersöz'ün "Kırk Yılda Bir Gibisin" kitabının arka kapağında yazıyordu yukarıdaki cümleler. Yazarın aşık olduğu kadını, Türk Edebiyatı'nın romanlarındaki kadınlarla özdeşleştirmesi o kadar hoşuma gitmişti ki, soluk soluğa Eren'e okuduğumda, "Kürk Mantolu Madonna'yı okumadın mı sen?" dedi, şaşkın bir tavırla... Hemen ertesi gün kitabı alıp, eve kapandığımı hatırlıyorum. Tatil günüm olmasına rağmen dışarı çıkmayışımı. Kitap genç bir memurun, yeni başladığı işinde kitabın baş kahramanı orta yaşlı memur Raif Bey ile tanışmasıyla başlayıp, daha sonra tedavisi mümkün olmayan hastalığa yakalanan, sıradan ve tekdüze bir aile hayatı olan Raif Bey'in, hiç kimseyi şikayet etmeden, sessizce, hani "yaşamak için yaşıyor" derler ya, bu halde sürdürdüğü hayatı, genç adamın dikkatini çekmesiyle başlıyor. Sonrasında genç memur günlüğünü okuyup, Raif Bey'in tutkulu aşkı Kürk Mantolu Madonna ve iç dünyası hakkında her şeyi öğrenmesiyle devam edip sonlanıyor... Sabahattin Ali, iki bin bir yılında gittiğim, Sinop Cezaevi'nin duvarına yazdığı ünlü Aldırma Gönül şiiri ve ilk gençlik yıllarım sonlandıktan sonra dinlediğim Volkan Konak'ın seslendirdiği Göklerde Kartal Gibiydim şarkısıyla hafızama kazınsada, enfes bir şekilde tasvir ettiği Kürk Mantolu Madonna'yla yüreğimin derinliklerinde bir yer edindi. Diğer eserlerini okuyup, sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum.

Çıplak Ayaklıydı Gece
Çıplak Ayaklıydı Gece

8

Ahmet Ümit'in okumadığım birkaç kitabından biri olduğunu düşünüp aldım kitabı. İlk öyküden sonra yıllar önce okuduğumu hatırladım. İyi ki de tekrar okumuşum. Sol'un hüznünü, kaybetmeyi, hele bir de 1977'de kaybettiği arkadaşına yazdığı mektupta öyle güzel anlatmış ki yazar, okurken hüzünlenmemek elde değil. "Bizi güzel kılan yanımız, muhalif olmamız. Kaybeden taraf olmamız. Bana kalırsa devrimciler hep muhalefette kalmalı, hep aykırı olmalı. İktidar, bize göre bir şey değil. Biz dünyanın dönüşümünü, iktidara gelmeden gerçekleştirmeliydik. Bunu yaptık da, 20. Yüzyılın başında grev istediği için işçiler öldürülürken, düşünce özgürlüğünden bahseden aydınlar hapse atılırken o günün belgileri, bugün insanlığın vazgeçemediği evrensel değerler oldular. ... Yani biz yenilmedik, yani sen boşa ölmedin. Hoşça kal benim hep genç kalacak yiğit arkadaşım."

İskemlede Beş Ceset