meursault samsa, 191 adet değerlendirme yapmış.  (13/28)
Körlük
Körlük

9

Enfes bir liberalizm eleştirisi. Aynı zamanda da ahlak anlayışının duruma göre nasıl değişebileceğini genelgeçer bir ahlak anlayışının mümkün olmadığını dolayısıyla -bana göre- hayatı kendi ahlak anlayışımıza göre değerlendirmenin ne kadar aptalca olduğunu da anlatır bir bakıma. Yalnız bir yanlışı düzeltmek gerek. Bu kitap Nobel Ödüllü değildir, dahası hiçbir kitap Nobel Ödüllü değildir. Nobel Ödülü kitaba verilmez, yazara verilir.

Kör Baykuş
Kör Baykuş

9

Kitabı bulmak kolay, YKY' den var mesela yeni baskıları ama benim ilgilendiğim Varlık Yayınları' ndan olan baskısıydı. Şans işte varmış. Kısacık bir kitap zaten, bir novella kitap. Kitabı elime aldığımda ilk iş olarak son kısıma yer alan yazarın hikayesini, daha doğrusu yazarın bir arkadaşının yazar hakkındaki görüşlerini okudum. Ve daha o an, kitaba henüz başlamadan Semih' e içten bir teşekkür gönderdim içimden. İranlı yazar Sadık Hidayet tarafından 1937 yılında yazılmış. 1903 yılında doğan Sadık Hidayet, 1951 yılında intihar etmiş. Geriye de böyle manyak bir kitap bırakmış işte kendisi. Öncelikle kitabı okuyacaklara şunu söyleyeyim; benim yaptığımı sakın yapmayın ve kitabın sonundaki sonsözü, yani yazarın arkadaşının yazar hakkındaki görüşlerini kitabı bitirmeden okumayın. Ben, orada yazanlardan spoiler olanlarını attıktan sonra geriye kalanları kısaca özetliyorum işte size şu anda. Özel hayatında son derece naif ve hümanist bir insanmış Sadık Hidayet. Bir karıncayı bile incitemezmiş. (Kitabı okuduğunuzda bu bilginin neden verildiğini anlayacaksınız) Çok esprili bir kişiliği varmış dolayısıyla aslında ne kadar düşünceli, ne kadar hüzünlü bir adam olduğunu etrafındaki insanlar asla fark edemezmiş. Henüz kimse bilmezken onun keşfedip de okuduğu kitapların değeri seneler sonra anlaşılır, başyapıt sayılırmış. Bu derece edebiyata hakim, vizyon sahibi, geniş görüşlü bir adammış Sadık Hidayet. Çok nadiren de olsa afyon kullanırmış. Bana kalırsa bu kitabı yazarken fazlasıyla kullanmış, ayık kafayla olacak iş değil bu kitabı yazmak. Kitaba gelirsek, incecik ama çok yoğun bir kitap. Yer yer grotesk sayılabilecek betimlemeler, doğulu bir kalem tarafından yazıldığına inanılması çok güç, batı için bile ekstrem sayılabilecek pasajlar(ki kitap zaten yasaklanmış İran' da) hayal, gerçek ve rüya arasında gidip gelen, bir yerden sonra neyin hayal, neyin rüya, neyin gerçek olduğunu ayırt etmenin mümkün olmadığı bir hikaye ve her satırda, her cümlede doğrulu olduğunu açıkça ortaya koyan, Avrupa' da aldığı eğitimi rağmen kendi kültürden asla kopmadığını ispatlayan, oryantalizmden çok çok uzak duran yetenekli mi yetenekli bir yazar... Benim için bir başyapıt bu kitap. Kitabın şöyle de bir zararı oldu bana. Şimdi kitap okumayı seven pek çok kişi gibi ben de yazmak istiyorum, bunun hayalini kuruyorum, yazıyorum. Ama işte böyle bir yazar ve böyle bir kitapla karşılaşınca insanın tüm şevki kırılıyor. Ulan böyle adamlar varken benim neyime yazmak diyorsun. Günümüzde iyi bir kurgu, bir kitabı hayatının kitabı saymak ve yazarını da çok süper yazar olarak anmak için yeterli saylıyor çoğunlukla. Oysaki Hollywood yapımı her macera filminin senaristi 'çok süper' bir yazar kabul edilmeli bu mantıkla. Öyle kitapları yazmak kolay. Oturursun, çalışırsın, araştırırsın yazarsın; ama böyle bir kitabı yazamazsın. Bu kitabı yazmak için çalışmak yetmez, yetenek gerek. Dahası yetenek de yetmez, acı çekmek gerek. İntihar edecek bir psikolojiye sahip olmak gerek ki böyle bir kitap yazabilesin. Salvador Dali der ki(tam alarak böyle demez de bu minvalde bir sözdür);''tablolarımda ne anlattığımı sorduklarında benim de bilmediğimi söylüyorum. Ama bu, tablolarımın anlamsız olduğunu göstermez, aksine onların rasyonel ögelerle açıklanamayacak kadar derin anlamlar, duygusal patlamalar içerdiğinin bir kanıtıdır.'' İşte bu kitap Dali tablosu gibi bir kitaptır.

Kızıl Nehirler
Kızıl Nehirler

7

Grange' ın bir kitabının altına şunu yazdım: ''Eğer pek kitap okuyan biri değilseniz ve bir anda kendinizi Grange okurken bulursanız tüm zamanların en iyi polisiye yazarını keşfettiğiniz izlenimine kapılabilirsiniz.'' Ben kapıldım da oradan biliyorum. Evet, en iyi polisiye yazarı diyebilirsiniz Grange' a, ta ki 3. Grange kitabını okuyana kadar. Leyleklerin Uçuşu ile başlayan Grange sevdam, Kızıl Nehirler ile tavan yaptı. Sonrasında kendisi Kurtlar İmparatorluğu ile hayal kırıklığı yaşattı, Taş Meclisi ile Ulu Odin evine ateş salsın, yollarını kessin, kelamlarını kaleminin ucunda bıraksın dedirtti. Yine de Kızıl Nehirler ve Leyleklerin Uçuşu hatırına okudum Siyah Kan' ı. O da vasat işte. Kızıl Nehirlere gelelim. Bir polisiye gerilimden beklediğiniz her şey var kitapta. Merak, vahşet, heyecan, aksiyon, zekice bir kurgu ve detaylar. Detaylar belki de Grange' ı Grange yapan en önemli unsur. Kitabın bir yerinde bir şey yazıyor Grange, sonrasında o yazdığı şey, hikayenin temeline öyle bir oturuyor ki yüzünüze bir tebessüm yerleşiyor ve silemiyorsunuz. Adam zaten zamanında bilimsel yazılar ya da ona benzer bir şeyler yazmış bir gazete ya da dergi için. E haliyle insan anatomisine ve cesetlere çok hakim. Cinayet tasvirleri ve cesetler üzerine yazdığı hiçbir şey baştan savma değil. Hele ki bu kitabında tavan yapıyor bu özelliği. Grange için genel bir eleştiri vardır ki o da finallerde çuvallamasıdır. Bunun en güzel örneğini Taş Meclisi kitabında görebilirsiniz mesela. Sahi o nedir lan Grange? Hadi sen yazdın da yayıncın nasıl kabul etti? Ayrıca Leyleklerin Uçuşu dururken ilk olarak Taş Meclisini türkçeye çevirmek nasıl bir tercihtir o da ayrı soru. Kızıl Nehirler kitabı, okuduğum Grange kitapları içerisinde en iyisi. Sadece finali için demiyorum bunu, genel olarak hikaye, hikayenin akışı, aksiyonun dozu baz alındığında da en iyi bu iki kitap. Gerçi bu seçim pek zor değil zira Leyleklerin Uçuşu ve Kızıl Nehirler haricinde okuduğum diğer 3 Grange kitabının pek bir özelliği yok bence. Tamam hepsinde aksiyon var, hepsinde harika cinayet tasvirleri var, hepsinde merak var ama bir aksiyon/gerilim romanında bunlar olmayacaksa o kitap hiç yazılmasın daha iyi Spoilerın tillahı geliyor şimdi ona göre okuyun ya da okumayın ---Spoilerin tillahı mode on--- Mumya evi diye bir film vardı bildin mi? Heh işte. Şimdi 'bu kitap için çok sürprizli kitap woow' dersek ve bu kitabı okuduğumuz en iyi kitaplardan biri sayarsak o film de 'woow süper film, izlediğim en iyi filmlerden biri' olur ki ben o film için bunu diyen biriyle sinema konuşmam. Bu kitap da süper filan değil. Kendi kategorisinde okuduklarım içerisinde en iyilerinden biri o kesin ama sakın hayatımda okuduğum en iyi 10 kitaptan biri deme. Benim ne düşündüğüm umurunda değil ama ben zaten sana yazmıyorum delikanlı. Güzel bir kıza yazıyorum bunları. Olur da bu kitaba hayatımın en iyi 10 kitabından biri derse ben o kıza asılamam muhtemelen ki bu çok üzücü olur benim açımdan. ---Spoilerin tillahı mode off---

Kırmızı Pazartesi
Kırmızı Pazartesi

8

Marquez bu kitabı yazdıktan sonra ''her yazar son yazdığı kitabın en iyi kitabı olduğunu düşünür bu da benim en iyi kitabım'' demiştir. Marquez bu kitapta işleneceği herkes tarafından bilinen bir cinayeti anlatmaktadır. Harika kurgulanmış ve büyülü gerçekçilik olarak adlandırılan Marquez tarzını -yüz yıllık yalnızlık kadar olmasa da- iyi yansıtan bir kitaptır. Cinayetin nasıl işlendiğini, neden işlendiğini bilirsiniz daha kitabın başında, ona rağmen elinizden bırakamazsınız kitabı. Liberalizmin, bireyselciliğin kötü yönlerini gerçekçi bir üslupla hiç abartmadan anlatmıştır Marquez bu kitapta.

İtalyanca Aşk Başkadır
İtalyanca Aşk Başkadır

6

Spoiler içerir: Bu kadının geçmişinin araştırırsanız türk kanı taşıdığına ilişkin bir bilgiye rastlayabilirsiniz, zira ben okuduğum tek kitabına rağmen bundan ziyadesiyle eminim. İyi kadın sarılır kötü kadın sevişir mottosuyla kitabı bitireceğinini düşündüm bir ara neyse ki bizim über iyi kalpli, insanlık vasıfları üst düzey, merhametli, vicdanlı, naif ana karakterimizin büyük kızı çatır çatır sevişti de rahatladım. Ölünün arkasından konuşulmaz, kendisine pek laf etmek istemiyorum lakin ablacım; evlilik birliği devam ederken eşlerin başkalarıyla ilişki kurmaları sana göre bu kadar yanlış madem, o zaman kitabında neden böyle bir şeye yer veriyorsun da sonrasında kitap boyunca iyi karakteri aklamak için yırtınıp duruyorsun ve kitabın bütün inandırıcılığını yitirmesine neden oluyorsun? Allah' tan şu an adını hatırlayamasam da öğretmenin büyük kızıyla takılan o öğretmen gibi bir karakter yaratmışsın da bu benim kitaba sımsıkı sarılmamı sağladı. Adamın yaşam tarzı muazzam, tam benlik. Şarap, puro, iyi müzik ve ahhh kadınlar. Ne diyordum? ya ablacım sen iki ana karakterin ilişkilerini meşrulaştırmak için tüm yan karakterleri öldürmüşsün. Bak bunu yapmasan bu kitabın bu kadar sevilmeyecekti ve senin gibi tecrübeli bir yazar bunu iyi bilir bence. Dolayısıyla okuyucuyu böyle eline alıp istediği yöne kuzu kuzu çeken yazarların kurnazlıklarını eleştirsem de istediklerini elde etmelerindeki başarıyı görmezden gelemiyorum ne yazık ki. Helal olsun. Okurken bir ara ben bile pembe kalpler gördüm odamda. Neyse ki iyi bir müzik zevkim var da gerçeklere döndürdü beni. Özetle ablacım sabun köpüğü gibi kitap yazmışsın. E bak sen de öldün ama? Bu kitabı, barlarda yeni moda olan, el yıkamak için kullanılan köpük şeklinde yazmak yerine arap sabunu misali halı yıkarken kullanılan yoğun bir sabun kıvamına niye sokmadın da adına metafor demekten bile utanacağım şu iğrenç cümleyi bana yazdırdın? Ama o zaman 91.000 adet satmazdı. Huzurla uyu niahahhaha!!! Ayrıca bu kitabı bu isimle(orjinal adı Evening Class) türkçeye çevirmek de cidden büyük bir ticari kabiliyetin varlığına delalettir.

İstanbul'da Bir Zürafa
İstanbul'da Bir Zürafa

6

Sunay Akın ya sadece şiir yazsın ya da bu şekilde sürekli otların arasından kaplan çıkartıp bizi şaşırtmak istiyorsa yazdığı hikayelerin gerçekliğini iyi araştırsın. G. Bell' in sevgilisisnin adı A. Lolita. Osvaldoymuş da ALO sözcüğü orada geliyormuş... Kendisini bu hikayeye kim inandırdı acaba?

İnci
İnci

6

Martı kitabı için yazdıklarım aynen bu kitap için de geçerlidir. Hikaye güzel, kitap güzel, anlatım güzel ama o kadar. Bu kadar övülecek, herkese tavsiye edilecek, ders diye okutulacak bir tarafını göremedim ben ve tıpkı Martı gibi bu kitap da bana bilmediğim yeni bir şey öğretmedi. Tüm bunlar Kürk Mantolu Madonna üzerinden yaptığım bir tespiti destekliyor bir bakıma. İnsanlar o kadar acınası ve mutsuz bir haldeler ki kendilerini değerli hissettiren, kendilerine birazcık ilham veren, kendilerine mutluluk vaat eden bir şey gördükleri an ona hayranlık duyuyorlar.