meursault samsa, 191 adet değerlendirme yapmış.  (12/28)
Kabil
Kabil

8

Jose Saramago' nun veda busesi. Saramago' yu övmeye anlatmaya gerek yok zaten. Kitap yaratılış mitine bambaşka bir bakış açısı getiriyor. Bunun benzeri şeyler yazılmış olabilir elbette ama böyle bir üslupla yazılmadı işte. Sanki polisiye bir roman okuyormuşsunuz gibi hissedebilirsiniz kendinizi. Nasıl olduğunu tam olarak açıklayamasam da kitap çok sürükleyici ve aynı zamanda da masal havasında. Lilith ile olan bölümler ise ayrıca bir değinmek gerek. Erotizm had safhada lakin yüksek sesle toplum içinde de okusanız kimse size ''ne yapıyorsun sen!'' demez sessizce durup dinlerler okuduklarınızı. Öyle güzel yazmış işte Saramago. Tabii siz yine de yüksek sesle okumayın oraları :)

Kara Buz (Harry Bosch, #2)
Kara Buz (Harry Bosch, #2)

6

Aynı beni anlatıyor :( Şaka şaka. Michael Connelly' nin Bosch serisinden okuduğum her kitap beni fazlasıyla heyecanlandırıyor ve mutlu ediyor. Hatta o kadar mutlu oluyorum ki dayanamayıp instagramda paylaşıyorum. Boru değil bu mutluluk sonuçta. Başkalarına gösteremedikten sonra mutlu olmanın nesi mutluluk ki değil mi gençler? Neyse... Michael Connelly' nin Harry Bosch serisinden herhangi bir kitabı sevmemde Connelly' nin o kitapta ne yazdığı, nasıl yazdığı pek önemli değil benim için. Çünkü daha önce de başka bir Harry Bosch serisinin altında belirttiğim üzere bne bu serinin kitaplarını bir polisiye romandan ziyade Harry Bosch' un biyografisini okur gibi okuyorum. Sizde aynı etkiyi yaratmayabilir o yüzden beklentinizi büyütmeyin boşuna. Harry Bosch benim fazlasıyla öykündüğüm hatta baya baya kıskandığım bir adam. Dolayısıyla o bana benziyor, yazar aynı beni anlatmış demiyorum demem de; ben ona benzemek istiyorum. Caz seven, saksafon sesini dünyanın en iyi sesi olarak tanımlayan, iyi biradan anlayan, bir polisiye roman karakterine kıyasla fazlaca derinliği olan bir karakter Bosch, bir kaybeden, bir tutunamayan; ama sistem safralarından olmayı reddeden, sistemin dışında kalabilen bir adam. Bana sorarsanız Bosch çok sağlam bir varoluşçu aslında. Hayvanları da seviyor, e daha ne olsun... Bir otel odasında cesedi bulunan bir polisle başlıyor kitabımız. Ölen polis Bosch' un eski bir tanıdığı. Olay intihar diyorlar, Bosch değil diyor. Lan sen karışma diyorlar, ama bizimki durur mu? Gidere gider atara atar yaparak dalıyor olayın içerisine. Ta Meksikalara kadar uzanıyor bizimkisi sonunda. Olay derin çünkü beyler, öyle intihar filan yok yani olayda. Uyuşturucu kaçakçılığı var, karteller var, polis de işin içerisinde hatta. Her neyse işte ve Bosch intihar denilen cinayeti araştırırken bir anda kendisini mafyanın hedefi olarak buluyor...

Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi
Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi

9

Bu kitabı pahalıya aldım. Sağ olsun İbrahim abi yakaladı mı affetmeyen bir sahaftır 20 tl' den çaktı bana bunu. Neyse ki özel bir Yüzyıllık Yalnızlık baskısını değerinin altında bir fiyata kapatarak rövanşı aldım. Bukowski bildiğimiz Bukowski. Yedim, içtim, kaybettim, seviştim modunda takılmaya devam ediyor. Kitap, Bukowski' nin ölmeden önce yazdığı son kitabı bildiğim kadarıyla. Günlük şeklinde ve Bukowski ölmeden 1-2 yıl önce yazıyor bunu ve yine doğru biliyorsam, Bukowski hayattayken basılmıyor kitap. Bu kitabı okuyana kadar Bukowski' den hafif sıkılmaya başlamıştım. ''Yani tamam yedin, içtin, seviştin bunlar benim çok sevdiğim şeyler ama yeter be abi hep aynı şey'' diyesim gelmek üzereydi. Bukowski bu kitapla ''sakin ol genç'' diye ayarı verdi kısaca. Bu adamın çok sağlam bir üslubu var bana kalırsa ve elbette bunu bana iliklerime kadar hissettiren Avi Pardo' ya da bir teşekkür etmek gerek yeri gelmişken, sanırım ettim şu an. Yedim, içtim, seviştim derken bile aslında çok daha derin, çok daha yoğun bir şeyler anlatıyor Bukowski. Bu kitabı diğerlerinden ayıran en önemli farkalardan biri bu, diğeri de günlük şeklinde olması zaten. Normalde hiç sevmem günlük okumayı. Mıy mıy mıy da mıy mıy şeklinde zırvalar oluyor genelde günlükler. Bukowski olunca iş değişiyor haliyle. Sadece sıkıcı insanların canı sıkılır gibi iddialı bir laf eden adamdan, ömrünün sonlarını sıkıcı bir kitap yazarak geçirmesi beklenemezdi zaten. Uzattım bitiiyorum; Bukowski' nin en derli toplu kitaplarından biri bu okuduklarım arasında. En ince ama aynı zamanda en yoğun olanı da bu. Yaşlı bir bunağın pişmanlıklarını okuyacağımı umarak tedirgin bakmıştım kitaba, oysaki genç bir ruhun isyanı, yaşlı bir yazarın ustalığıyla sunulmakta kitapta.

Leyleklerin Uçuşu
Leyleklerin Uçuşu

7

Yorumlara şöyle bir baktım ve Hay Bin Kunduz! dedim. Grange' ın hangi kitabının altına yazdım hatırlamıyorum da birine yazdım işte; eğer pek itap okuyan biri değilseniz ve bir anda kendinizi Grange okurken bulursanız tüm zamanların en iyi polisiye yazarını keşfettiğiniz izlenimine kapılabilirsiniz. Ben kapıldım da oradan biliyorum. Arkadaşa deli oluyorduk birbirimize bu kitaptan bahsederken. Tekrar tekrar yaşıyorduk kitabı. Tabii o zamanlar Efes' i de en iyi bira sanıyorduk o yüzden çok ciddiye alınmaya değmez o zamanki düşüncelerimiz. Evet, en iyi polisiye yazarı diyebilirsiniz Grange' a ta ki 3. Grange kitabını okuyana kadar. Leyleklerin Uçuşu ile başlayan Grange sevdam, Kızıl Nehirler ile tavan yaptı. Sonrasında kendisi Kurtlar İmparatorluğu ile hayal kırıklığı yaşattı, Taş Meclisi ile Ulu Odin evine ateş salsın, yollarını kessin, kelamlarını kaleminin ucunda bıraksın dedirtti. Yine de Kızıl Nehirler ve Leyleklerin Uçuşu hatırına okudum Siyah Kan' ı. O da vasat işte. Leyleklerin Uçuşuna gelelim. Bir polisiye gerilimden beklediğiniz her şey var kitapta. Merak, vahşet, heyecan, aksiyon, zekice bir kurgu ve detaylar. Detaylar belki de Grange' ı Grange yapan en önemli unsur. Kitabın bir yerinde bir şey yazıyor Grange, sonrasında o yazdığı şey, hikayenin temeline öyle bir oturuyor ki yüzünüze bir tebessüm yerleşiyor ve silemiyorsunuz. Adam zaten zamanında bilimsel yazılar ya da ona benzer bir şeyler yazmış bir gazete ya da dergi için. E haliyle insan anatomisine ve cesetlere çok hakim. Cinayet tasvirleri ve cesetler üzerine yazdığı hiçbir şey baştan savma değil. Hele Kızıl Nehirler kitabında tavan yapıyor bu özelliği. Grange için genel bir eleştiri vardır ki o da finallerde çuvallamasıdır. Bunun en güzel örneğini Taş Meclisi kitabında görebilirsiniz mesela. Sahi o nedir lan Grange? Hadi sen yazdın da yayıncın nasıl kabul etti? Ayrıca Leyleklerin Uçuşu dururken ilk olarak Taş Meclisini türkçeye çevirmek nasıl bir tercihtir o da ayrı soru? Leyleklerin Uçuşu' nun sonu fena değil, hatta iyi. Tüm olaylar birbirine mükemmel bağlanıyor lakin, insan böyle manyak bir kurgu daha görkemli bir finalle bitsin istiyor. Taş Meclisi tam bir fiyasko ama Leyleklerin Uçuşu' nun finaldeki problemi bence finalin, hikayeye kıyasla yavan kalışı. Yoksa kurgu enfes. Tabii aksiyon/gerilim romanında kurgu enfes olmayacaksa zaten o kitap hiç yazılmasın daha iyi, orası da ayrı konu.

Lanetli Talih (Writers, #4)
Lanetli Talih (Writers, #4)

5

İtiraf ediyorum; okudum bu kitabı! Pişman mısınız derseniz değilim açıkçası. Kocaeli' den Ankara' ya giderken mola verdiğimiz yerde bir gazete bayiinden 5 tl' ye almıştım. Romantik komedi tarzı basit ama eğlenceli bir filmi izlemek gibiydi bu kitabı okumak. Piyasada bu ayarda sayısız kitap bulursunuz ki en meşhuru Gossip Girl serisiydi bir aralar. Şu an Grinin Elli Tonu' na bıraktı yerini malum. Grinin Elli Tonu erotik bir kitap. Hatta kitap demek büyük bir övgüdür erotizm üzerinden para kazandıran o şey için. Yine de insanların erotik bir şeye ilgi göstermelerini anlarım, normaldir bu ve tüm dünyada ilgi çeker. Yalnız o kitabı okumanın internetten erotik bir hikaye okumaktan zerre farkı yok, ama nedense insanlar bunu kabul etmek istemiyor ya da kabul etmek onlara çok utanç verici bir şeymiş gibi geliyor ve kendilerini ''romantik kitap, aşkı anlatıyor aslında'' gibi cümlelerle avutuyorlar. Bunları şu yüzden yazıyorum: Eğer Grinin Elli Tonu bir aşk kitabıysa, ben Lanetli Talih isimli bu eğlenceliği okuduğumu her yerde gururla söyleyebilirim çünkü bu, ona kıyasla çok daha derli toplu bir kurguya, çok daha romantik karakterlere ve çok daha gerçek bir aşk hikayesine sahip. Diğer kitaplarla kıyaslamadan bağımsız düşünecek olursam sadece şunu söyleyebilirim: Ben bu kitabı okumadım, siz de bir şey görmediniz. Şşşt!! :)

Kumarbaz
Kumarbaz

8

Yorumlardan birinde şunu gördüm: Dostoyevski kendisi de kumar oynadığı için bir kumarbazın ruh halini çok iyi anlatmış. (Tam bu değildir cümle şu an o yoruma bakamadan yazıyorum) Bu aslında bir övgü ama ben övgüyü bir adım daha ileri götürmek istiyorum; Dostoyevski ömründe hiç kumar oynamasaydı da bir kumarbazın ruh halini yine bu kadar ustalıkla anlatabilirdi, çünkü o Dostoyevski. Bildiğim kadarıyla hiç cinayet işlemedi kendisi yine de Raskolnikov' un ruh halini anlatırken insan ister istemez 'Dostoyevski hayatından gerçekten birini öldürdü mü yoksa' diye düşünmeden edemiyor. Onun için en güzel yorumu Tosltoy yapmış belki de: ''Onun(Dostoyevski' nin) kalemini tanrı kullanır.'' Bu yorumla Tolstoy basit bir övgüde bulunmuyor, o çok iyi bir yazardır minvalinde bir şey söylemiyor. Bana kalırsa Tolstoy, ''sadece tanrı bir insanın ruh halini, pişmanlıklarını, aklından geçenleri Dostoyevski kadar iyi bilebilir'' demek istiyor. Bu kitapla ilgili şöyle bir hikaye anlatılır. Dostoyevski' nin çok borcu varmış, dolayısıyla çok kısa bir süre içerisinde bir kitap yazması gerekiyormuş ve bunu yazmış hemen. Bu hikayeyi anlatan kişi kitabı küçümsemek için, Dostoyevski' nin hissederek değil de para karşılığı yazı yazdığını ifade etmek için anlatmıştı hikayeyi. Dostoyevski' nin dönem dönem para karşılığı sipariş üzerine yazdığı hatta rivayete göre kitapları daha çabuk tamamlayabilmek için katip tuttuğu bilinir. Yine de bu benim gözümde Dostoyevski' yi küçültmez aksine yüceltir. Düşünün şimdi; bu adam sipariş üzerine, belirli bir zaman diliminde, herhangi bir ön hazırlık yapmadan bunları yazabiliyorsa bir de üzerine düşünüp yazdığında ortaya neler koyabilirdi acaba? Nitekim Suç Ve Ceza çıkıyor ortaya bahsettiğim şekilde yazdığında.

Küçük Prens
Küçük Prens

9

Beğendiğim ancak tıpkı Kürk Mantolu Madonna gibi fazlasıyla abartıldığını düşündüğüm kitaplardan biridir. Elimde özel bir baskısı var üstelik. (Cem Yay. Çev: Cemal Süreya) yani tamam biri çıkar Küçük Prens hayatımın kitabı der anlarım, bir başkası çıkar Kürk Mantolu Madonna hayatımın kitabı der anlarım ama herkes mi yahu? Şimdi bana sakın çünkü güzel kitap bir okuyup da gel demeyin. Kitaplarla aram baya baya iyidir ve ikisi de benim için overrated kitaptır. Başka bir örnekle açıklayayım: Pek Çok kişi de Tutunamayanlar' a hayatının kitabı der. Tutunamayanlar kitabı ilk çıktığında büyük eleştiriler almıştır. Sonrasında değeri anlaşılan bir eser olmuştur lakin dönemin eleştirmenleri bile bu kitabı anlamazken sen ilk okuyuşta mı anlayıp hayatının kitabı yaptın Tutunamayanları? Altı çizilen ve twitterda paylaşılan cümle sayısının fazlalığı bir kitabı iyi yapmaz. Ben kimin ne beğeneceğine karışamam. İsterse bu ülkedeki tüm kızlar Küçük Prens, tüm erkekler Tutunamayanlar fetişisti olsun ilgilenmem hatta mutlu olurum bu kadar okuyan insan var diye, ama ben çıkıp Küçük Prens kitabını eleştirdiğimde yani abartıldığını söylediğimde bana kitaptan anlamıyormuşum muamelesi yapılırsa şalterlerim atar. istisnaları vardır, gerçekten edebiyatla ilgilenen, iyi kitaptan anlayan biri de Küçük Prens hayranı olabilir. O kitapta kendinden bir şeyler bulmuştur, herkes için sıradan olan detay onun için çok özeldir filan dolayısıyla anlarım bunu ama her kız Küçük Prens diyor, Kürk Mantolu Madonna diyor, her erkek Tutunamayanlar diyor. Abartıyorsunuz dediğimde de ben kitabı anlamamış ilan ediliyorum. Kimse kusura bakmasın da Tutunamayanlar' ı anlayabilecek bu kadar insan olsa bu ülkede şu an çok başka yerlerde olurduk. O fetişizm boyutlarında sevdiğiniz Küçük Prens' i kaç farklı çeviriden okudunuz bunu bir sorun kendinize? İçinde geçen ve çok tartışılan ''astığı astık kestiği kestik türk lider'', ''atatürk'', ''otoriter bir lider'', ''bir diktatör'', ''devrimci bir lider'' tanımlamalarından hangisine denk geldiniz mesela siz? Yani bir kitabın hayranı öyle kolay olunmuyor sevgili kitap severler. Okuduğunuz kitapları hele ki Küçük Prens gibi, Kürk Mantolu Madonna gibi, Tutunamayanlar gibi, Yeni Hayat gibi kitapları okuduktan sonra da bir araştırın önce, sonra anlayıp anlamadığınızda karar verin, hayran olun. Yok siz 'ben bir kitaptan ne anlıyorsam odur, kim ne karışır?'' diyenlerdenseniz o zaman Dostoyevski, Suç ve Ceza' da herkesin anlamasını istediği neleri anlatmış ki bu kitap hukuk fakültelerinde ders kitaplarından önce okutulur? diye sorarım size.