meursault samsa, 191 adet değerlendirme yapmış.  (16/28)
Ferrari'sini Satan Bilge
Ferrari'sini Satan Bilge

1

Gereksiz, saçma sapan bir kitap. Okuduğumu utandığım kitaplardan biridir. Mademki mutluluğun formülü belli şunları tek bir kitapta toplayın da insanlık kurtulsun. Bu kişisel gelişim kitapları, yazarlarına Ferrari aldırmaktan ya da sırlarını(The Secret) paylaşmayı vaat eden yazarları daha Güçlü(The Power) kılmaktan başka bir işe yaramıyor o kitaplar. Kaldı ki sizler zaten gerçekten doğru düzgün kitaplar okuyan insanlarsanız, böyle kitaplara ihtiyaç duymazsınız. Kendinizi çoktan keşfetmişsinizdir çünkü, kendinize göre bir yaşam gayesi mutlak belirlemişsinizdir. Daha uzununu daha önce yazmıştım, o yüzden tekrar yazmıyor ve linki bırakıyorum; http://www.fenayazarim.com/2013/05/28/yeni-hayat/

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde
Dr. Jekyll ve Mr. Hyde

7

1886 yılında yazılmış bir kitap. Bu perspektiften bakılıp değerlendirildiğinde övgüyü fazlasıyla hak ediyor. Bilim kurgu/fantastik türü romanların ilk örneklerinden biri diye biliyorum. Kitap için kişinin içerisinde hep var olan iyinin ve kötünün çatışmasını anlatmaktadır da denir. Hayır lan anlatmıyor gibi bir iddiada bulunmayacağım elbette ama ben öyle bir şey anlamadım şahsen. Bal gibi fantastik ve de basit bir kurgu var kitapta; ama önemli işte kitap yine de. Tolkien dede 1892 doğumlu(korkam lan ezbere bilmiyorum wikiden baktım şimdi) Bu roman o doğmadan yazılıyor işte. Tolkien' e fantastik kurgunun yaratıcısı derler ki ondan önce de yine bir dede var aslında yazan. Bu Tolkien, Lewis filan hep ona özeniyor aslında. Neyse işte önemli yani kitap. Türünün ilk örneklerinden dedik zaten daha en başta. Ama ben öyle sağda solda övüldüğü kadar yoğun bir içeriğe sahip olduğunu düşünmüyorum. Son bir şey daha; babacım gencecik yaşta ölmüşsün mekanın cennet olsun ama Define Adası nere, bu kitap nere. Nasıl bir kafa yapın var senin?

Dorian Gray'in Portresi
Dorian Gray'in Portresi

8

Oscar Wilde ki kendisi şu dünyada hayranlık duyduğum, tanışmak isteyeceğim ender adamlardan biridir, kişiliği bana her zaman gerçeküstü gelmiştir, gerçek bir karakterden ziyade bir film karakteridir sanki. Bu kadar alaycı, bu kadar küstah, bu kadar zeki... Feminen tavrını da düşünürsek evet; Jack Sparrow... Pardon, pardon... Kaptan Jack Sparrow! Cidden hoş bir kitap yalnız dil fazla ağdalı, gereksiz ağdalı(bunu da Cem Yılmaz' dan duymuştum, ağdalı dil) Okuduğum kitaplar içinde gördüğüm en sıkıcı karakterlerden biri bu kitapta; Basil Hallward. Yani neredeyse Sartre' nin Bulantı kitabında kütüphanede takılan gereksiz şahsiyet kadar ya da Kürk Mantolu Madonna' nın sünepesi Raif Bey kadar sıkıcı. Olsun; tüm zamanların en renkli karakterlerinden biri de yine bu kitapta çünkü; Lord Henry. Kendisi azılı bir hedonizm temsilcisi hatta hedonizmin ta kendisi. Adam size en ters gelecek kavramı bile o kadar güzel savunuyor ki sadece saygı duyabiliyorsunuz kendisine. Bu Lord Henry şeytanın sağ kolu gibi bir şey, ağaçtaki yılan, kadın olsa adı Lilith olurdu muhtemelen. Lilith demişken ne seksi hatundur o be, neyse. Dorian Grey de yakışıklı bir eleman. Bu şeytanla bir tanışıyor, sonra seyrele eğlenceyi. O günah senin bu günah benim diyerek altını üstüne getiriyor dünyanın. Gerçi kitapta tam olarak böyle demiyor ama siz bana güvenin, aslında böyle. Haz veren ne kadar günah varsa hepsini işliyor Dorian. Ne diyordu Woody Allen? ''Şu hayatta hoşuma giden ne varsa ya ahlak dışı, ya yasa dışı ya da şişmanlatır.'' Dorian da ahlak dışı her haltı yiyor ve Lord Henry' nin muhteşem bakış açıları sayesinde zerre pişmanlık duymuyor. Dahası zaten hiçbir olumsuzlukla da karşılaşmıyor. Portre kısmına gelince; ya şu sıkıcı bir karakter var dedim ya, işte o ressam. Bizim Dorian o kadar yakışıklı ki ressam etkileniyor ve onun bir tablosunu yapıyor daha kitabın başında. Dorian' a hediye ediyor tabloyu. Dorian' ın yediği her haltın bedelini bu tablo ödüyor işte kitap boyunca. Kitabın sonunda da Dorian ''I see death people'' diyor bir bakıma.

Dönüşüm
Dönüşüm

9

Ben, bu kitapta daha çok bireyin kendine yabancılaşmasının anlatıldığını düşünüyorum. Sonra zaman geçip düşündükçe Kafka' nın sağlam bir kapitalizm eleştirisi yaptığı fikrine vardım. Elbette bir yabancılaşmanın anlatıldığı çok açık kitapta ancak bu, sistemin bir yansıması sadece yoksa kendi kendine ortaya çıkan bir durum değil. Samsa' nın ilk endişelendiği şey işe gidememek oluyor. O durumdayken bile patronu ile yaptığı konuşmada her şey normalmiş gibi davranıyor. Benim anladığım kadarıyla Samsa toplumun kendisine yüklediği misyonun altında eziliyor. Toplum onu öyle bir hale getiriyor, kendisine o kadar yabancılaştırıyor ki bir böceğe dönüştüğü için değil de işe gidemeyip para kazanamayacağı ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılayamayacağı için endişeleniyor. Bir birey olarak kendi isteklerini, ihtiyaçlarını, hazlarını unutuyor. Kendisine o kadar yabancılaşıyor ki böceğe dönüşmesi onun işe gitmesine engel olmayacak olsa, bu dönüşümü fazla sorun etmeden -belki de hiç- yaşamına devam edecek neredeyse Samsa. Dönüşüm sonucu Samsa bazı fonksiyonlarını yerine getirememeye başlıyor. Dolayısıyla ailesinden aldığı tepki görüntüsündeki iğrençlik değil, sadece ama sadece ailesi için artık bir kazanç değil aksine bir külfet nedeni olması. Yani Samsa böcek olmamış olsa, sadece işsiz bir genç olsa ailesi yine onu sevmeyecek hatta neredeyse yine onun ölmesini isteyecek, ama genel ahlak anlayışı buna el vermeyeceğinden buradaki dönüşüm yani fiziksel görünüm sadece ailenin düşüncesini ahlaki açıdan da destekleyen bir neden oluyor hepsi bu. Dönüşüm filan olmuyor da aslında. Samsa bir sabah uyandığında kendisi olmadığını fark ediyor bir bakıma ve bu farkındalık etrafındakileri endişelendiriyor, kızdırıyor. Düzenin kendisini dönüştürdüğü ''şey'' i fark edince Samsa, düzene karşı çıkıyor. Bunu bilinçli bir şekilde yapmıyor elbette, üzerindeki baskı o kadar fazla ki bu baskıyı fark ettiği anda artık onu taşıyacak gücü kendisinde bulamıyor. Bırakın işe gitmeyi, odasından bile çıkamıyor, insanlığını yitiriyor ve artık topluma(aile) faydası olmadığından, toplum(aile) için bir külfet olduğundan yok edilmesi gereken bir şey oluyor Samsa, bir böcek oluyor. Bu kitabı Bordo Siyah Yayınlarından Evrim Tevfik Güney çevirisiyle okumuştum. Facebook sayesinde de kendisiyle tanışma şansım oldu. Sorduğum her soruya da uzun uzun cevaplar verdi sağolsun. Tekrardan teşekkürler abi.

Don Kişot
Don Kişot

7

Uzun süre önce okuduğum, okurken hikayenin çok uzamasından sıkıldığım ama finalini okuduğumda bir anda kendimi garip düşünceler içinde bulup duygulandığım dünya edebiyat tarihinde çok önemli yer tutan bir kitaptır.1600' lü yılların başlarında yazılıyor kitap. Puşkin, Yüzbaşının Kızını 1800' lerde yazıyor ve kendisi Rus edebiyatının kurucularından kabul ediliyorsa Cervantes' in bundan 200 yıl önce böyle bir kitap yazmasının ne kadar değerli olduğunu takdir edersiniz sanırım. Spoiler olacak ama kitaptaki hikaye hakkında bilgisi olmayan yok denecek kadar azdır diye düşünüyorum. Kitabı şu an tam olarak anımsayamasam da kahramanımız, kitabın sonunda bitkin bir halde yatağında yatarken etrafındakilere, yani tüm serüven boyunca ondan vazgeçmesini isteyenlere hatta onu vazgeçirmek için türlü yollar deneyenlere, yaptıklarının delilik olduğunu, aklının şimdi başına geldiğini söylüyor. Yaşadığı onca hayal kırıklığına, başına gelen onca kötü şeylere rağmen vazgeçmeyen adam, şimdi üzerine hiçbir baskı yokken, hatta arkadaşları -sırf o üzülmesin diye de olsa- anlatacağı her şeye inanacakken vazgeçiyor. Bunun iki nedeni olabilir bana göre; ya gerçekten pişman olmuş, ömrünü boşa harcadığını kabul etmiştir kendisi ya da yel değirmenleriyle savaşına kıyasla çok daha cesurca bir şey yapıp gerçekten kahramanlık mertebesine yükselmiştir, zira kendisi bir kaybedendir ve sırf ondan ilham alan insanlar hayal kırıklığına uğramasın, inandıkları değerler uğruna savaşmaktan vazgeçmesin diye kendini deli olmakla itham etmiştir. Şerefli bir şekilde kaybettim demek yerine, hiç savaşmadım hepsi delilikti demeyi seçmiştir. İşte bana göre Don Kişot ya da aslında orjinal telaffuzuyla Don Kihote yel değirmenleriyle savaştığı için değil, ''bir kahraman vardı, sonunda yenildi'' diye anılmak yerine ''kendini kahraman zanneden bir adam vardı, zavallı'' diye anılmayı seçtiği için bir kahramandır. Başkalarının mücadelesini, kendisininkinin üzerinde tutmuştur çünkü; düzene ''biz bir kahramanı yok ettik'' dedirtmemiştir, bunun yerine kahraman olmamayı seçmiştir. Asıl kahramanlık budur işte.

Pogo
Pogo

2

Kitabı paramparça edeceğim şimdi; tek kelime ile tanımlayamam o yüzden 2 kelime kullanacağım; berbat ötesi. İsme bakıyoruz; Pogo. Yayınevine bakıyoruz; Stüdyoimge. Vaadine bakıyoruz; iki punkın yaşamından bir kesit. Ne kadar havalı, ne kadar marjinal değil mi? Peki sonuç ne? Üniversitede olup, rahat bir ailede yetişip de ergenlikten çıkamamış bir ''türk'' kezbanı. İsmi Kezban olan arkadaşım da var, çok da severim kızı ama bu da yeni neslin ürettiği müthiş bir tanımlama şimdi, inkar edemem. Yerine ne kullanırsan kullan olmuyor. Satır aralarında eroin kötüdür mesajı, lan sen punk değil misin? Neyin kaygısı bu ablacım? Hangi punk s.kler bunu. Yok sxe (Straight Edge) ise ana karakterin, o zaman da ona göre yazarsın kitabı. Hiçbir tutarlılığı yok karakterlerin ve kitabın, punk ile de alakası yok. İki tane kaşarın(seviştikleri için değil, başkalarına zarar verdikleri için kullanıyorum bu hakareti) kezbanlıklarından ibaret kitap, ama asıl sıkıcı olan çok hazırlıksız bir kitap oluşu. Bir kere punk üzerine kitap yazarken Offs'İ'piring yazmak nedir lan? Daha sözde hayranı olduğun grubun adını yazamıyorsun. Dikkat, foruma yazmıyorsun, kitap yazıyorsun, kitap! Kitapta en sık kullanılan kelime Allah' tan ve neyse ki olabilir. Sanırım yazarımıza geri dönüp tekrar yazmak zor geldiğinden olası kurgu hatalarını bu iki kelimeyle bertaraf etmeyi seçmiş; Kaçacak yerimiz kalmayınca camdan atladık, Allah' tan altımızda kum varmış, arabaya bindik, neyse ki anahtarlar üzerindeydi... gibi mesela. Hadi bunu yok saydım diyelim, yahu ana karakterin sürekli ''buna şaşırmadı beni yeteri kadar tanıyordu'', ''bu yaptığım onları şaşırtmadı hep çılgın biri olmuştum çünkü'', ''benden bunu bekliyordu sonuçta çılgın biriydim''... Tamam anladık, çok çılgınsın ama madem bu kadar güveniyorsun karakterin çılgınlığına o zaman bırak da biz de görelim onun ne olup ne olmadığını. Kitap, yazarın hayatından kesitleri içeriyor mu bilmiyorum ama dilerim ki böyle bir iddiası yoktur kendisinin. Gözümde iyice düşecektir o zaman ama eğer punksa bunu dert etmeyecektir :) Ben hayatımda önemsiz birini hiç tanımadım. Kimle tanıştıysam çok önemli biri olarak anlattı her zaman kendisini, tanıdığım her erkeğin müthiş bir aşk hikayesi, harika bir kız arkadaşı illa ki olmuş. Tabii bir de süper güçlü arkadaşları... Bu çok enteresan mesela, bir ortamda -hele ki kız da varsa- biri bir şey derse bir başka erkek hemen görür ve arttırır teklifi. Teklif çok yükselirse bu kez devreye hayali arkadaşlar girer; -Geçen yarım şişe votka içtim yarım saatte. +Ben de yapmıştım onu ya 2 sene önce %Bizim bir arkadaş var 10 dakikada bir ufak içiyor, sonra da kalkıp yürüyerek gidiyor ya adam İşte tam da bu kafada yazarımız ya da karakterimiz. Biz çok çılgınız, bir süperiz vs. vs. 2 bel altı cümle kurunca üslup yeraltı edebiyatı üslubu olmaya yetiyorsa benim itirazım yok o zaman ama yine de arkadaşına ''onunla s.kişmem'' diyen kızın birkaç sayfa sonra sevgilisine köftehor demesi bana çok komik geliyor. Köftehor ne lan? Ayrıca amerikan filmlerinden aşırılma replikler de yine çok eğreti durmuş; ''Neden danışmaya sormuyorsunuz? Eminim size yardımcı olurlar.'' Doktor diyor bunu yalnız :) Hadi her şeyi geçtim ya sözde punk üzerine bir roman yazıyorsun bari fanzinden bahset, araya bir yere, karakterin ağzından çıkacak bir söze fanzin kelimesini sıkıştır ya da punk ideolojisinden bahset. Kızların fahişelik yaptıklarında giydiği kıyafetlerin tasviri, günlük kıyafetlerinin tasvirinden daha başarılı mesela. Yahu punk kültüründe kıyafetin önemini nasıl göz ardı edersin? Kitabın punk kültürüne yaklaştığı tek bir yer var; ''Hiçbir şeyi değiştirecek gücüm olmasa da benim yaşantıma saldırıda bulunacak herkese; beni değiştirmeye çalışacak herkese, haddini bildirebilirim. En azından öfkem buna yeter'' Ama akabinde gelen replikler ise yine bomboş. Herkesin söyleyip yazacağı klişeler.Dünyada savaşlar var bla bla bla. He savaş var diye eroin vurun diyor değil mi punk? Yeri gelmişken punk nedir ne değildir diye uzun uzun anlatırım ama gerek yok. Nasıl olsa ilgilenmeyen bunları bile okumaz, ilgilenen kendi tanımına uymuyorsa üzerine düşünmez ve reddeder. Çok eleştiremem bunu ben de böyleyimdir sonuçta, ama şöyle bir farkım olduğunu iddia edebilirim ki; ben yeteri kadar bilgi sahibi olmadığım konularda iddialaşmam ama gördüğüm insanların çoğu hele ki ortamda karşı cins de varsa sonuna kadar iddialaşır. Şimdi ben ne dersem diyeyim, bu kültürle haşır neşir olmuş herkes kendi tanımını yapacak, ''en doğrusunu ben biliyorum'' diyecek dolayısıyla uzatmıyorum ve bu kitap bir punk kitabı değil diyorum. Varsın yazarımız öyle olduğunu iddia etsin. Ama ne punk bu kitaptaki gibi bir şeydir ne de pogo. Bir efsaneyle bitirelim bunu ve biraz da övmeye başlayalım kitabı; Bir punk grubunun esas oğlanı ile gazeteci yolda yürüyerek söyleşi yapıyorlarmış. Gazeteci ''punk tam olarak nedir?'' demiş. Adamımız çöp tenekesine tekme atmış ve ''punk budur'' demiş. Gazetecimiz de tenekeye bir tekme atmış ve ''budur yani öyle mi?'' demiş. Esas oğlan cevap vermiş; ''Hayır, o modayı takip etmektir.'' Punk müthiş bir alt kültürdür. Ve pek çok al kültürün de oluşmasını sağlamıştır. Yozlaşabilir, değişebilir ama tıpkı rock gibi gözardı edilemeyecek bir kültürdür. Soyut, somut pek çok iz bırakmıştır. Bizim ülkemizde alt kültürler pek yok, hiç yok. Her alt kültürümüz ithal. Dolayısıyla da daha yerleşemeden değişip saçma sapan bir hale geliyor. Rock da böyle, punk da böyle henüz gelmemiş olsa da 4 gözle gelmesini beklediğim hipster da böyle(bunların hatunları müthiş oluyor) Bir tek apaçi kültürü var yerleşen çünkü o öz be öz türk icadı işte. Gülüyoruz filan ama en köklü alt kültür o lan. Lanet olsun böyle kültüre o ayrı. Övgüye gelirsek, bir kadın yazarın böyle bir kitap yazması çok hoş. Kitap sürükleyici. Tüm o eleştirdiğim noktalara rağmen 2 seksi kızın erkeklerle ve hayatla olan ilişkilerine tanık olmak hoş. İstanbul sokaklarını, İzmir koylarını okumak hoş. Sevişme sahneleri biraz daha detaylı anlatılmalıydı ama yine de hoş. Bir dönem sahafta takılırken bir kızın sorduğu bir kitaptı bu ve oradan öğrendim ben de bu kitabın varlığını. Kız da birinden duymuş muhtemelen. E benim seveceğim tarzda bir kızdı. Bu kitabın okur kitlesini(kızları yani) kilolu olmadığı sürece ben severim zaten. Ama gördüm ki rahat okunması, yer yer ayarı tutturamasa da kadın bir yazardan çıkma bel altı dili ve bir iki seksi sahnesi dışında hiçbir halt yok kitapta. Kızların cinselliklerini özgürce yaşamaları tamam ama şu nasıl bir bakış açısıdır lan mesela; ''Madem karını bu kadar çok seviyorsun ya da değer veriyorsun, ne diye elin orospusuyla fingirdeşmeye kalkarsın be adam!'' (İçindeki kezbana dur diyeydin bu bir, orada anlatım bozukluğu var, ya da bağlacından sonra dolaylı tümleç eksik bu da iki) Bir punkın böyle bir bakış açısı olmaz, olur da o zaman evlilik dışı ilişkiyi tamamen reddeder ama siz reddetmeyip yaşıyor, yalnız başkasının yaşamasına sırf evli diye karşı çıkıyorsunuz. Yani kendi ahlaki normlarınızı başkasına dayatıyorsunuz ki bu olmaz. Nick Honby' nin herhangi bir kitabı gerek karakterlerin derinliği, tutarlılığı, gerek yazarın doğal üslubu, gerekse de hikayelerin güzelliği bakımından paramparça eder mesela bu kitabı. Gidin onu okuyun. Şunu da eklemem gerek; şu benim gibi yaşamayan herkes salak ve mutsuzdur tribi de bir bitsin artık. Bir insan evinden işe, işinden eve yaşayarak da çok mutlu olabilir. İlla ki otostop çekip şehir şehir gezmesine gerek yok. Önemli olan, o insana içinde bulunduğu şartlardan başka şartlarda yaşamanın da mümkün olduğunu, ve onun en iyi zannettiği şartların aslında ona öğretilen(tabii öyleyse) şeyler olduğunu anlatabilmektir. Bunu yaparsın ama sonucunda adam kendi iradesiyle yine memuriyeti(mesela) seçerse kimse bir şey diyemez.

Bülbülü Öldürmek
Bülbülü Öldürmek

8

Şeker Portakalı, Pal Sokağı Çocukları, Charlie' nin Çikolata Fabrikası, Boyalı Kuş ve Bülbülü öldürmek hatırladığım kadarıyla çocukların dünyasını anlatan 5 kitaptı okuduklarım arasında. Bunlar arasında bir çocuğun dünyasını, bakış açısını, hayatı algılayışını en iyi anlatan kitap budur bana göre. İşlenen hikaye zaten çok güzel bir de bunu küçücük bir çocuğun gözlerinden anlatması olayı daha ilginç kılmış. Bunu yaparken de gerçekten o çocuk olmuş yazar.