İçinde güzel nasihatler bulunan, okurken bir şeyler katabilecek bir kitap ama eğer anlatılanları zaten biliyorsanız, süslü püslü sözlerle donatılmış, aynı kapıya varan farklı tavsiyeler okumuş gibi hissediyorsunuz. Kişişel gelişim kitabı gibiydi açıkçası. Beklentimin inanılmaz derecede altında kaldı. Bu kadar şişirilmiş bir popülariteyi hak ediyor mu işte orada durup bir düşünmek gerek.
Orijinalini okumadan bile çevirilerde sıkıntı olduğunu söyleyebilirim, herkesin kendine has bir tarzı, çevirme yöntemi olsa da, bana göre, öncelik okuyucuya, yazara saygı duyarak onun anlatmak istediğini doğru aktarabilmektir. Kitaba gelecek olursak, beklentimin çok altında kaldı. İdare ederdi de demek istemiyorum çünkü bazı yerlerde akıp gitti, beni içine çekti. Özellikle de Gatsby'nin hikayesi çok acıklıydı. Herkesten habersiz, kurduğu hayallerin içinde, geçmişi geri getirebilmek adına inşa ettiği sahte dünya ve sonlara doğru gerçekleşen trajik olaylardan etkilenmedim desem kocaman bir yalan olur. Çarpık ilişkilerde de sinirim bozulmadı değil. Fitzgerald'ın kitabı kısa tutması verdiği en mantıklı karar olmuş, tadında bitti. Son olarak bu cümleyi benden sık duyamazlar ama hakkını vererek söylemek istiyorum ki, filmi kitaptan daha iyiydi.
TAM ANLAMIYLA KAFAYI YEDİM. REDMERSKI KADAR İNSAN AKLIYLA ALAY EDEN BAŞKA BİR YAZAR GÖRMEDİM. DİĞER KİTABI BEKLEMEK ZORUNDA KALMAKTAN NEFRET EDİYORUM. Fredrik okumak istiyorum. Niklas'a ne oldu? Izabel sen naptın öyle? Victor ne oluyor? Kafayı yemek üzereyim. Cidden kitapta en normali -normal kelimesinin anlamını biraz değiştiriyor olsa da- Nora. Yazarın üzerine uçup ''YAZ YAZ YAZ YAZ'' diye bağırmak istiyorum. Ve FREDRIK okumak istediğimi de söylemiş miydim? Bir şeyler tahmin ediyorum ama emin de olamıyorum. İNANILMAZDI.
Bir arkadaşım küçükken okuduğunda çok beğendiğini söylediği için, zaten geç kaldığım düşüncesine kapılarak daha da arayı açmak istemedim ve Christie'nin en ünlü kitabı olan On Küçük Zenci'yi bir solukta okudum. Kitap 1939 yılında yazılmış ve neredeyse okuyan herkes çok iyi olduğunu, katilin hiç tahmin edilmediğini ya da buna benzer şeyleri yazmış. Christie kitapta sadece olayların üzerinde durmuş. Bir katil. Öldürmesinin nedeni de, okuyan herkesin kolaylıkla bulabileceği bir neden olan, kurbanların geçmişlerinde dolaylı ya da kasten işledikleri suçlar. İçlerinden birinin katil olduğu da bariz. ''Who done it'' temasının her kitabın ana öğesi olduğuna da okumuştum. Büyük puntolarla ve kısa sayfalarda yazılabilecek en gerilim dolu hikayeyi yazmış gerçekten fakat ben adadaki insanları daha iyi tanıyabilme isteği içindeydim okurken. Kitapları filmlerden ayıran bu değil midir? Yazarın betimlemeleri, insanların kafalarında canlandırdıkları tasvirler ve o tasvirlere bağlı okurken yaşanılan o ''gerçeklik'' hissi. Bunun eksikliğini hissettim. Aynı zamanda, sonunun da çok tatmin edici olmadığını düşünüyorum. Çok daha şaşırtıcı ve gerilim yüklü kitaplar okuduğum için olabilir, beklentim yorumlar yüzünden çok yükselmiş olabilir. Belki de biraz daha küçük yaşlarda okumam gerekiyordu. Bütün bunlara rağmen, yazıldığı yılı da göz önüne alarak, kitabın bir çırpıda bittiğini ve özellikle herkes birbirini suçlarken ve birbirine katil gözüyle bakarken ''Kim bu katil ya?'' dedirttiğini söyleyebilirim.
Yazarın okuduğum ilk kitabı ve kesinlikle son olmayacak. Kendime iyi bu kitapla başlamışım diyorum çünkü içinde, yaşadığımız ülkenin gerçek acıları barınıyor. Sıradan bir aşk öyküsü değildi. Zaten Barlas sıradan biri değildi. Paramparça olmuş bir çocuktu. Onun hüznünü yüreğimin en derinlerinde hissettim. Kaybettiklerini ve bulduklarını okurken içim cız etti bin kere. Kendini bir türlü anlatamayışı kalbimi burktu, bana dert oldu. Ülkede hala böyle insanlar olduğunu bilmek okuduklarımı daha da gerçekçi kılıyor. Biz de Yusuf olabilirdik, onun gibi doğabilirdik. Bu onun seçtiği bir şey değildi, onun suçu değildi. Çok etkilendim, gözyaşı döktüm. Bir solukta okudum gerçekten. İyi ki okumuşum.
Wattpad kitaplarına karşı biraz da olsa önyargılara sahip biriydim, şans vereyim dedim çünkü nerde bu kitabı görsem orda birileri kesinlikle tavsiye ediyordu. Kesinlikle tavsiye etmiyorum. Kendi kendime ''Bir daha wattpad kitabı almam.'' dedirtti açıkçası. Kitap boyunca hiçbir duyguyu hissedemedim. Bomboş bir olay örgüsü, derinlikleri olmayan karakterler, gerçekçi olmayan klişe bir kurgu. Çok ağır bir eleştiri yapmak istemiyorum ama gerçekten yorumlara aldandığımı düşünerek, kendimi tutmakta zorlanıyorum. Gereksiz uzatılan, kapkalın, küçük puntolu, aşırı zorlama, karmakarışık bir kitaptı. Bu tarz karakterler okumak artık hayal kırıklığı ile iç çekmeme ve biraz sitemle göz devirmeme neden oluyor. Yavaş yavaş gelişmesi gereken olaylar aniden oldu, kızımız bir anda kendini çete içinde, cesetler ve kan revan içinde buldu ki o sahneler de hiç inandırıcı gelmedi yazarın kullandığı dil yüzünden. Hele ki Hazar'ın her Allah'ın sayfasında kendini tekrarlayan özelliklerini okumaktan gına geldi. ''Bana bir daha emir verme.'' kafasında gezdi, onu bunu aşağıladı, dolandı durdu ordan oraya. Karakterlere ısınamadım. Olaylardan çok kolay sıyrıldılar, sonrasındaki tepkileri gerçeklikten aşırı uzaktı. Gerçek bir tehlike altında olduklarını hiçbir sayfada hissedemedim. Hatta kitabın sonunda hüzünlü olmam gereken yerde ''neyse ki bitti'' diyordum. Hiçbir şey olmuyormuş gibi, hayatı değişmiyormuş gibi kızın önemsediği tek şey Hazar'ın yalnızca kendisine piyano çalmasıydı. Kitabın başından sonuna kadar aynı olaylar, aynı betimlemeleri okuyormuş gibi hissettim. Üstelik bir çok karakter olmasına rağmen, hepsi aynı insanmış gibiydi. Duygular bir türlü bana geçmedi ne yazık ki. İki sayfada bir kız, örgüsünden, Hazar'ın kılıç kolyesinden, üstünü çıkarmasından, yeşil-sarı gözlerindeki değişimlerden bahsetti de bahsetti. Çok kopuktu. Çok fazla ad kullanımı vardı. Özellikle bir süre sonra ''Hazan ve Hazar'' görmekten fazlasıyla sıkıldım ve değinmek istediğim önemli konulardan biri de şu; anladık, Hazar yaralı, kötü, çekici, kabadayı, yine de içinde iyilik parçaları taşıyor dünyaya umut verircesine (gerçekten mi?) falan filan. Artık GERÇEKTEN daha özgün olamaz mısınız? Unutmadan, kitabın bazı yerlerinde sıkça yazım hatalarıyla karşılaştım. Olağanüstü bir hayal kırıklığı oldu benim için. Okuduktan sonra yorumlara inanamadım neredeyse. Ben farklı bir kitap mı okudum acaba? Bir puan verecektim, kitabın içindeki alıntı ve resimlere vereyim bari dedim. Kötü tarafımdan kalkmadım, inanın ki kitap zamanıma değmedi.
Rita Hunter'ın Türk olduğunu öğrendikten sonra okuduğum ilk kitabı, hala şaşırıyorum bu duruma. Gerçekten yazarın kullandığı dile hayranım, Jane ve Alexander'ı çok sevdim. Okurken eğlendim ve kitabı kaç kere gülerek göğsüme bastırdım sayamadım. Yan karakterler de iyiydi. Chris, Carter ve Alexander'ın ofiste yaptıkları konuşmaya hayran kaldım. Yazar karakterleri o kadar gerçekçi yazıyor ki onlarla birlikte yaşamaktan kendimi alamıyorum. Jane'in yazdığı iblis avcısını her bölüm okumamız da ayrıca çok güzeldi ve bana ''acaba Rita Hunter farklı türlere de el atsa mı?'' diye düşündürttü.