Şimdiye kadar okuduğum en iyi Rita Hunter kitabıydı. Tam anlamıyla bitmesin istedim, daha fazla Marcus ve Emily okumak istedim. Hatta Sophia'nın hikayesinin de biraz daha uzamasını diledim. Hangi ara başladım ne zaman bitti bilmiyorum bile. Karakterler, kurgu, yazarın dili, her şey müthişti. Kalbim ordan oraya savruldu sanki. Gram tereddüt etmeden okumanızı tavsiye ediyorum.
Hosseini'nin diline özgü su gibi akıcı olan bir şey var. Bin Muhteşem Güneş ve Uçurtma Avcısı'na kıyasla daha az beğendim, biraz daha fazla sıkıldım ama kesinlikle okuduğuma değdi, yine sonda fark etmeden gözyaşlarım akıvermiş, yine kaybedilen onca an, yaşamın zorluğu, çekilen onca acı içimi dağlayıvermiş. İşte kitabın son kelimesini okuduktan sonra hep bu hisle kalıyorum. Kronolojik bir sırayla okusaydım belki bu kadar etkilenmezdim. Olayların iç içe geçmesi güzeldi, öyküsü paylaşılan her karakterin önemi de Abdullah ve Peri açısından önemli, onlar fark etmeseler bile. Abdullah'ın babasının başta anlattığı öykü Abdullah'ın hayatını öyle güzel bir dille özetlemiş ki, düşündüğüm zaman duygulanıyorum. Yine de bazı karakterleri bu kadar detaylı işlenmesinin bir süre sonra gereksiz olduğunu düşünüyorum.
Bu kitap için ölüme özendiriyor diyenlere şaşkınlık içinde bakıyorum. Belki de ölmek isteyen insanlara nasıl davranılması gerektiğini, bir şeylerin ters gittiğini anladığınızda yardım eli uzatmanızın, en ufak bir tepkinizin neleri değiştirebileceğini öğrenebilirdiniz, intihar etmiş karakteri suçlayanlar bile görüyorum. Bir filme sadece bakmak, onu anladığınız anlamına gelmiyor. Bir kitabı okumak, hem de belki anlarsınız diye mental sıkıntıları konu alan bir kitabı okumak da onu anladığınız anlamına gelmiyor belli ki. Tıpkı hikayedeki kar topu gibi, hayatınızda belki de başınıza hiç böyle bir şey gelmeyecek ama en azından o kızın acısını hissedebilirdiniz, hissetmeseniz bile anlardınız. Neden bu kadar hayal kırıklığı içindeyim bilmiyorum. Clay dinlerken ben de istedim, yardım etmek, destek olmak istedim. ''Dikkat çekmek için yaptı ve aş bunu'' cümlelerinin ne kadar tehlikeli olduğunu okuduktan sonra yorumlarda bile nedensizce öldü diyebilen duygu yoksullarına da yardım etmek isterdim. Ne kadar ciddi ve acı verici olduğunu anlayamamış insanlara belki de ders niteliğinde olmalıydı bu kitap ama görüyoruz ki, hiçbir şey olmayacak, hiç kimse hiçbir zaman anlamayacak.
Çok kötüydü. Diyaloglar kopuk ve zorlamaydı. İnanılmaz klişe, sığ ve kesinlikle hiçbir derinliğe sahip olmayan sıkıcı karakter ve konu. ''Bak biz başka kitaplardan esinlenilmiş, sahte, hiçbir şekilde gerçekçi olmayan, boş karakterleriz.'' diye bas bas bağırıyorlardı. Kendilerinden tiksindirdiler nerdeyse. Yarım bırakmamak için ''belki'' deyip durdum, ''belki iyi bir hal alır.'' ama olmadı ve kitapları yarım bırakmayı sevmeyen ben, bırakmak zorunda kaldım. Her sayfa seviştiler, tanışmadan önce sevişilmez diye düşünmüş olsa gerek yazar, ilk beş sayfada sevişmediler. Kadınlara bakış şekilleri, küçük düşürmeleri ve aşağılamaları, her şeye ''tahrik edici, seksi'' demelerinden iğrendim. Kadınların da ''sen bir pisliksin, bana demediğin kalmadı, kişiliğime karşı her türlü hakareti ettin ama çok yakışıklısın, istemiyorum ama hadi sevişelim.'' tutumları midemi bulandırdı. Büyük patronlar, herkesle sevişmeyen masum bakireler ve aralarında geçen saçma sapan diyaloglar. Anlıyoruz ki yazar olmak kalem tutmakla olmuyor, istedikleri kadar para kazansınlar, hitap ettikleri kitlelere bir şey vermeyen yazarlar yok olup giderler. Kafa dağıtmak için bile okunacak bir kitap değildi. İstediğin kadar +18 ibaresi koy, bu kitapları okuyan küçük çocuklara üzülüyorum. Bu kadar ağır eleştirmem de artık sıkılmış olmamdandır. Şahsen bıktım. Alt tarafı bir kitap diye düşünenler olur belki, hayır alt tarafı bir kitap değil. Hayallerine ulaşmak için çabalayan insanlar hak ettiklerini alamazken, bunlara kitap bile demek istemiyorum. Hatta, durun size üşenmeden o üzücü diyaloglardan birini yazayım. ''Neden önünüze bakmadan yürüdüğünüzü sorabilir miyim?'' ''Pardon?'' ''Dikkatsiz olduğunuz kadar anlama özürlüsünüz de.'' Ne diyordu bu dingil? ''Siz de fazlasıyla terbiyesizsiniz.'' ''Özür dileyeceğiniz yerde bana hakaret edecek cesareti nerden buluyorsunuz?'' ''Ben mi özür dileyeceğim? Memnuniyetsizliğinizi dile getireceğinize bıraksanız da düşseydim.'' ''Keşke bıraksaydım! Bu sayede çeneniz kapalı kalmış olurdu.'' Şimdi, tam olarak ''BU NE?'' Okumayın, zaman ve paranıza yazık!
Keşke kimse böyle bir kitap yazmak zorunda kalmasaydı ama ''Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez. İşte bu yüzden, bu şehirde ben her gün kendimi defalarca öldürürüm.''
Son zamanlarda okuduğum tuhaf kitaplardan biriydi. En başta sıkıcı buldum ama devam ettikçe tüm o psikolojinin içine giriyorsun 3 kardeş, anne ve baba ile. Herkesin hoşlanmayacağı bir kitap olduğu kesin. Bir Otomatik Portakal ya da Sineklerin Tanrısı da değil ama kısa kısa parçaları birleştirdiğin zaman ortaya rahatsız edici hisler çıkıyor ki bu, benim fikrime göre bu türde kitap okurken insanlara en çok gereken unsur. İrkilmek ve kendini tanımak, insan psikolojisinin içine dalmak. Çocukluktan itibaren insanın nasıl şekillendiğini ve çocukların da nasıl insanın hamı olduklarını keşfetmek. Okuyunca bana ne kadar farklı gelse de, içimizde böyle insanlar olduğunu biliyorum. Her insanın çevresi dolayısıyla ya da ailesinden ötürü biraz biraz o çocuklardan parçalar taşıdığına eminim hatta. Bazen böyle kitaplar da gerekiyor insana belki değişmek, belki eğitmek, belki farkına varmak, belki de en küçüğün nerdeyse tüm kitabı Biz diye anlatırken sonlara doğru neden Ben'e döndüğünü kavramak, belki de daha anlayışlı olabilmek için.