İyiliğin içten gelmesi gereken bir eylem olduğunu filan, dayatma ile işe yaramayacağını anlatıyordu kitap kısaca söylemek gerekirse. Tecavüz, kesiş, dövüş hatta cinayet kısımlarını şiddet meyillisi olan Alex'in gözünden basitmiş gibi okumak midemi bulandırdı ve çok rahatsız etti. Tıpkı tedavi sonrasındaki Alex gibi filan. Konusu kendine has bile olsa çok daha iyi bir şekilde işlenebilirdi diye düşünüyorum ve çok daha anlamlı çıkarımlar yapılabilirdi. Beklediğimden çok daha aşağı kaldı o nedenle. Belki de çok yüksek bir beklenti ile okuduğum içindir. Aynı zamanda sonlarda İş İşleri Bakanı'nın Alex'i hastanede ziyaret edişi çok fazla anlam taşıyor aslında. Genel olarak Burgess'in dilini beğendim, kitap çok çabuk bitiyor zaten ve nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz ama dediğim gibi, çok daha iyi bir şekilde bitebilirdi, çok daha anlamlı bir yere varabilirdi kitap. Tek tabanca Alex kankamız içinse ne düşüneceğimi bilemiyorum. Kendisinden iğrendim. Ayrıca çeviri de iyiydi ama nedense, Burgess'in kendine has dilinden olacak, sanki orijinal metni okusam daha da iğrenecekmişim gibi hissettim okurken.
Filmini ve dizisini izledikten sonra bu kurguya hayran kalmamak elde değildi. Filmi kitabı okumadan önce izlediğimden dolayı olayların nasıl gelişeceğini biliyordum ve yine de, Thomas Harris'in karakterlerlerini büyük bir merakla okumaktan kendimi alamadım.
Kopuk ve uzatılmış, klişe ve tahmin edilebilir bir kitaptı. Beğendiğimi söyleyemem.
''Herkes tarafından merakla beklenen kitap bu muydu?'' dedirtti. Komik olması gereken kısımlar vardı da benim mi haberim yoktu? Klişe olmasın, hayat dersi içermesin ve gerçekçi olabilsin diye kasıntı ve samimiyetsiz bir kitap ortaya çıkmış. Tüm kitap boyunca küfredip, sonra ''aman bu kitap zaten en başından yazılmaması gerekiyordu.'' havasında olan birinin günlüğünü okumuş gibi hissettim. Keşke film kariyerine devam etseydin de kitap yazmasaydın Greg.
İtiraf etmeliyim ki hayatın içinde çok sulu gözlü bir insan değilim ama kitabı bağlanarak okuduğum an her şey beni çok kolay etkileyebilecek boyuta gelebilir. Başlarda gelmedi. Kitap inanılmaz bir derecede sıkıcı ve sıradan başladı. Karakterimizin çatışmaları arttıkça kitap yavaş yavaş akmaya başladı ve kitap bittiğinde, etrafımda peçete yığınları ile öylece oturduğumu fark ettim. Yazarın dili gündelikti. Anika sanki size sesleniyormuş gibiydi ve yazarın başta yazdığı not ile kitabın sonunu birleştirince sular seller gibi ağladım.
Magnus Bane, Clare'in yazdığı en iyi karakter olmaya aday. Komik, umursamaz ve iyi kalpli bir Aşağı Dünyalı. Alec ile olan son kısımlar harikaydı. (Alec'in merdivenden düşmesine abartısız ve kesintisiz beş dakika gülmüşümdür.) Will Herondale ve Tessa'nın oğlu James'in( isminin buna benzer bir şey olacağını biliyordum) anlatıldığı kısımda çok yoğun hisler içindeydim. Özellikle Will'in ''Bence Sessiz Kardeşler'i çağıralım.'' demesi ve bunu hevesle söylemesi. Ahh çok feci duygular içinde kaldım o kısımda. Alec ve Bane ayrıldıktan sonra, Magnus'un aldığı mesajlar da çok güzeldi. Ara ara sıkıldığım yerler olsa da, Magnus Bane'i okumak ve tüm o dünyalar, o çağlar arasında bağ kurmak çok güzeldi.
Bittikten sonra Cennet Ateşi Şehri'nin sonlarını tekrar okudum ve çok yoğun duygular boğazımda düğümlendi. Bir bakmışım, gözyaşları süzülüyor. Jem'in Church'ü kaçırdığı yer. Karakterlerin bağlantıları. Herondale'lerin yıldızı. JEM JEM JEM diye etrafta geziyorum. Yanımdakiler ''gerçek hayata dön'' deyince de alınıyorum. '' Tüm hikayeler gerçektir.'' diyorum ama anlamıyorlar tabi. Jem'in William'ın öleceği zaman gelip keman çalması. Deli gibi ağladım. Gerçekten Cassandra Clare'in kitaplarını okumaktan çok yutuyorum.