Yine karakterlerine acayip sinir olduğum bir kitap ile karşınızdayım… Arka kapak sizi kandırmasın çünkü o tanıtımı okuyan herkes sanki iyi bir şeyler karşısına çıkacakmış gibi umutlanır. Benim gibi. Ne mi diyor arka kapakta; “Fırtınalı bir aşk” -Yaaalaan- “Dik başlı genç kız” –Ne dik başlısı be. Bildiğin saçma derecede uysaldı- “Âşık olmaktan korkan cesur savaşçı. Yine de Jane onun kalbini YAVAŞÇA çaldı.” – Bakın son kısma gerçekten katılıyorum o kadar yavaşça çaldı ki kitap bitti hala çalma aşamasında diye hissettim. Çünkü beni inandıramadılar.- Evet, ben size konuyu anlatayım tüm gerçekliğiyle J Lynx –İsmine bile ısınamadığım adam- çelişkili davranışlarıyla bir kere kitaba girmemi engelledi. Uzun bir girişten sonra kaleyi işgale gidiyor ve Jane ile karşılaşıyorlar. Peki, bu uzun girişte kendini nasıl tanıttı bizlere? Kadınlara değer vermeyen, burnu hava da, çocuk sahibi olmak isteyen birisi. Âşık olmaktan korkan biri değil, aşka inanmayan ve bunu son derece belli eden saçma ve gereksizi tavırları kendisinde toplamış ve üstüne hiç birini de kendisine yakıştıramamış ana karakterimiz. Karşılaşmadan önce Jane de uzun bir girişle kendisini anlatıyor. Doğayı ve hayvanları seven, şifa yeteneğine sahip, özgürlüğüne düşkün, İngilizlerden nefret eden bir büyük anne ile büyümüş kızıl saçlı güzel bir genç kız. Özgürlüğüne düşkünü ilk sayfalar da derdim ama ondan sonra ki sayfalardaki ani değişimi beni şaşırttı. Nişanlılığa evet demesi zor oldu tamam ama odaya girdiği anda Lynx’e boyun eğmeye başlamasına acayip sinir oldum. Ve ondan sonra ki her sayfa bana çileydi. Gereksiz yere Jane ve Lynx sahneleri kesilmiş gibiydi. Kendimi aşk filminin ortasında sürekli reklam yemiş biri gibi hissediyorum. Çünkü tam kavga edecekler ve bunun zevkini çıkaracağım pat Lynx Edinburgh’a çağrılıyor. Sonra bilmem kaç ay sonra dönüyor. Hah tamam birbirlerine bir açılma olur artık diyorum bu sefer Lynx saçma bir şey yapıyor ardından tekrar bilmem nereye çağrılıyor. Kitap hep böyle ilerledi. Yazar tarih bilgisini de bize yansıtmaya çalışmış ama çok abartmış. -Kekini de kabartmış diye espirimi patlatmak istiyorum �� – Bu puan hangi kitapta olursa olsun hep ve daima ilgimi çekecek olan Robert Bruce için.. Ve bana göre Jory ve onun aşkı daha ilgi çekiciydi. Ayrıca bunu da söylemem lazım, kapaktaki kişiler ile kitaptakiler hiç uyumlu değildi. http://satellitebook.blogspot.com.tr/2015/12/yorum-kalp-hrsz-virginia-henley.html
Ryodan, benim gözümde Barrons olma yolunda ilerliyor arkadaşlar. -Ne adamdı ama!- Kitabı bitirdiğim için çok üzgünüm. Ne olurdu yani diğer kitapları da hazır olarak elimin altında olsaydı!! Sinir harbindeyim şuan. Çok nadiren yaşarım bu anları diğer kitaplarının da bir an önce çıkması lazım yoksa “BPÇ” beni yutacak. O değil de Artemis yayınları bir yüzyıl daha bizi bekletmez umarım… Neyse efendim yakınmalarımı ben kendi içimde sürdüreyim, sizlere de kitap hakkında naçizane fikirlerimi sunayım. Dani Mega O’Malley’i tanımayanız yoktur diye düşünüyorum. Kızıl kafalı, acayip enerjik, çok çok tatlı küçük kızımız. Gerçekten küçük, 14 yaşında ama ben daha büyük hallerini iple çekiyorum. Çünkü Ryodan ve Christian’ın 18 yaşındaki Dani ile nasıl baş edeceklerini merak ediyorum. Ve 14 yaşında bu kız böyle zeki ve güzelse sanırım ilerisi için hayal gücü sınırlarımı epey bir zorlamam gerekecek. Çok güldüğüm diyaloglarına bayıldığım bir kitap oldu. Ateş serisinin devam kitabı olan Buz, Sinsar Dubh sonrası yok olmak üzere olan Dublin’i anlatıyor. Başrollerde de Dani için savaşan Ryodan ve Christian bir de Dancer var. Açıkçası Dancer biraz geri planda kalsa da zekâsı ile ölümsüz ve acayip seksi olanları yerle bir edebilir. Kate’in Dancer için Dani ne ifade ediyor sorusuna bir cevabı vardı ve çok hoşuma giden bir söz oldu. “Genç, yakışıklı ve gözlüklü bir oğlan için, Dani’nin güneş, ay ve yıldızlar olduğunu fark ettim.” Kitap hakkında o kadar çok şey var ki söylenecek hangisinden başlasam bilmiyorum. Ama şunu söylemeden geçmeyeyim benim favorim Ryodan tabi ki. Dani’yi Ateş serinden tanırken çok üstünde durmamıştım kafamdaki kalıp 13 yaşında ergen bir kızdı. Bu kitabı okurken 14 yaşında nasıl böyle bir derinliği olduğuna inanamadım. Okurken inanın gözümde Mac gibiydi. Karşımda bir çocuk değil yetişkin birisinin bile zar zor yapacağı şeyleri yapan birisi vardı. Olaylara bakış açısında bile şaşırttı beni. Ama en güzel yanı üç erkeğin kendisi için planlarını anlayamadan saf saf yaptığı yorumlardı. Fark ettim ki Karen Marie Moning tarzını özlemişim. Tabi yarattığı karakterleri de. Özellikle Mac ve Barrons ikilisini. Ateş serisine başlamayan varsa kesinlikle başlayın ve sonra hız kesmeden Dani’nin macerasına atın kendinizi. Ryodan ayağa kalktı ve bana döndü. “Gel evlat, gidiyoruz.” “Ha? Nereye?” “Artık benimle yaşıyorsun.” “S*kt*r!” Kat, “Bizimle manastırda yaşayacak.” Dedi. “Sen de s*kt*r!” Dancer, “Mega kendi başının çaresine bakabilir.” Dedi. “Siz lanet olasıcalar bunu göremediyseniz, körsünüz. Ona nefes alacak yer bırakın.” “Sen s*kt*rme!” http://satellitebook.blogspot.com.tr/2015/12/yorum-buz-karen-marie-moning.html
Ağlattı. Son sayfalar bildiğiniz musluklarım açıldı ve kapanmadı. Başka Dilde Aşk kitabından sonra Leo için ister istemez içim de bir beklenti oluşmuştu. Tanıtımı yapıldığından beridir heyecanla okuyacağım günü iple çekiyordum. Ve hayal kırıklığı denen o illet duyguyu bana yaşatmadığı için yazara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Evie, annesinin sorumsuzluğu yüzünden koruyucu aileye veriliyor ve bir süre sonra yine iğrenç bir ailenin kurbanı olan Leo ile tanışıyorlar. -Leo da koruyucu aile verilmiş- Ve böylece aralarında arkadaşlık- dostluk-aşk üçlemesini sırayla yaşıyorlar. Ama Evie on dört, Leo on beş yaşındayken ayrılmak zorunda kalıyorlar. Çünkü Leo’yu evlat ediniyorlar. Ayrılmadan önce ise birbirlerine 18 yaşına bastıkları gün tekrar bir araya geleceklerine dair bir söz veriyorlar. Ama Leo bir daha Evie’i hiç aramıyor. Yazmıyor. Kitapta bu olaydan 8 yıl sonrasını anlatarak başlıyor. Evie, güzel, kibar ve içi iyilik dolu bir melekti bence. İnsanlara karşı yaklaşımı çok tatlıydı. Ve yaşamış olduğu onca olaydan sonra sert bir karakter olmamış olması ilgimi çekti. Genelde geçmişinin şekillendirdiği sert, içini kimseye açmayan ve güven sorunu yaşayan karakterler okumuşumdur. Öyle tam bir istisnaydı diyemesem de böyle farklı olması güzeldi. Aklından Leo’yu hiç çıkartamamış diye düşünürken karşısına Jake adında fena yakışıklı bir adam çıkıyor. Kendisini de Leo’nun yakın arkadaşı olarak tanıtıyor. Peki, gerçekten öyle mi? Kitap boyunca aklımda adamla ilgili bir sürü senaryo şekillendi. Sorunları olduğunu anlamıştım ama bu kadarını tahmin edememiştim. Son sayfalara kadar adam gizemini korudu ve her şey ortaya dökülmeden önce ki sayfalar da ise pek bir hareketlilik yoktu. Yani sizi diken üstünde tutan bir üslup var. Jake’e güvenmeli miyiz? Sorusu hep kafanız olacak ve Evie’ye kızdığınız zamanlar da olacak çünkü adamın bariz yalan söylediği bir yer var onu biz bile anlıyoruz ama Evie kalbimin sesinin dinleyeceğim diye bir şeyler söylüyor. Ben orada araya girip “kızım ne içgüdüsü adam yalan söylüyor vur tekmeyi” diye söylendim. Ama hepsinin bir açıklaması var. Eminim çok üzüleceğiniz bir açıklama olacak. Çünkü ben okurken kendimi tutamadım.. Fırsatını bulursanız okuyun diyorum ve susuyorum:) Unutmadan, Leo'nun Bakış açısından da anlatılan bir kitap var. Yabancı Yayınları umarım onuda çıkartır. ‘Belki de aşk, kalbinize sahip olanlar için doğrudan ruhunuzu gösteren bir büyüteç gibiydi.’ 'Bütün dünya bir sirk gibi. Bazen neyi sergileyeceğini sen seçersin, bazen bu senin için seçilir. Arenayı kükreyip bağırarak, ateşten atlayacak kadar cesur olmadığımı düşünerek yeterince dolandım. Ama bütün zaman boyunca Evie sürekli orada sakince duruyordu. ”Ateşin yok olmasını sağlayamam,” der gibi duruyordu. “Yanmayacağını garanti edemem. Ama bu halkayı senin için tutabilirim, çünkü sana inanıyorum. Çünkü sen benimsin.” Ve en sonunda atladım. Diğer taraf gözlerinin vaat ettiği kadar eşsizdi.’ “Bu en kolay kısmıydı, benim güzel oğlanım. Sana İnanmak çaba gerektirmedi. Bu her zaman böyleydi.” "Seni öpeceği Evie ve bunu yaptığımda benim olduğun anlamına gelecek. Birbirimizden ne kadar uzakta olduğumuz umurumda değil. Sen. Benimsin. Seni bekleyeceğim. Senin de beni beklemeni istiyorum." http://satellitebook.blogspot.com.tr/2015/12/yorum-leo-mia-sheridan.html
Neden böyle bir son ile bitmek zorundaydı? NEDEN? Biliyorum artık alışmış olmam gereken bir durumla karşı karşıyayım ama bu hiç kolaylaşmıyor arkadaşlar. Öncelikle favori yazarımdan olayları birazcık daha farklı yansıtmasını isterdim. Çünkü diğer serilerindeki kitaplarından birini okuyorum hissini çok aldım. Bu söylediğim, olaylar için geçerli. Karakterleri ise benim gözümde, hep farklı tipler olarak ilerliyorlar. Ren ve Ivy de farklı bir hava vardı. Ayrıca Tink beni benden aldı. O küçük yaratık kitaptaki favorimdi. Konusundan bahsedersem; Jennifer Fae dünyasına da adım atmış ve bana göre başarılı olmuş olmasına ama bu konuda –olayların ilerleyişi bakımından- bir Karen Marie olamadı. Bunu söylemek beni derinden yaralasa da yapacak bir şey yok… Fae’ler dünyayı istila etmeye çalışıyorlar ve Ivy de onları engellemeye çalışan bir grubun üyesi. Ama bu sefer işin içine Kadimler de giriyor ve olay fena halde karışıyor. Ren de tam bu sırada ortaya çıkıyor. –nedense hiç şaşırtmadı.- Sıra dışı bir kişiliği vardı. İnsanlara yaklaşım biçimi ve ıvy ile olan ilişkisinde “keşke benim olsa” dedirten türdendi. –İnanının bu da hiç şaşırtmadı! J - Bir de Ivy'i Cesur -Animasyon- filmindeki Merida'ya benzetmesi kahkaha atmama neden oldu. Çünkü gözümün önüne sürekli o kız geldi. Tam 12'den vurmuş Ren. "Sen gerçekten Merida'sın." "Merida da kim?" Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. "Cesur filmindeki..." "Kabarık kızıl saçlı kız. Anladım. Teşekkürler. Kazığı sana gerçekten saplayacağım." Kitabın ilk sayfaları biraz sıkıcıydı. Bu da benim için bir ilk çünkü hiçbir jenny kitabı bana bunu söyletmemişti.. Ama daha sonra toparladı ve hızla beynime üşüşen düşünceler, heyecanlanmama neden oldu. Aslında birileri çok şey saklıyormuş. Beklenmeyen kişiler de şaşırtıcı ve üzücü davranışlar sergiledi. Gerçi belli bir sayfadan sonra hiç şaşırmadım, genel olarak birkaç tane iyi ters köşe vardı ama o klasik yine oldu. Ne dediğimi kitabı okuyunca anlayacaksınız. Yani illa birisi İMKÂNSIZ olmak zorundaymış gibi. Başka yerlerden vurun beni sevgili yazarlar. Bunlar artık bağışıklık kazandığım ve tanıdık şeyler! Son olarak kitabın isminin neden Lanetli olduğunu anladım. Bunun sebebi Ivy. Kız resmen acı çekmek için yaratılmış bir karakter bence. Benden bu kadar ipucu gençler gerisi için alıp okumanız lazım. http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/01/lanetli-wicked-saga-1-jennifer-l.html
Okurken sıkıldığımı söyleyerek başlamak istemezdim ama maalesef yazmış bulunduk bir kere J Kitap, kasabadan on yıl önce ayrılmış ve hayallerinin peşinden koşan Liam ve yüz üstü bıraktığı Josie’i konu alıyor. Aslında hiçte yansıtılmaya çalışılan şekildeki gibi gelmedi bana. Yani Liam hayallerini yaşamıyor da bir kâbusu yaşıyormuş gibiydi. Sürekli güne eski hayatındaki insanları özleyerek ve onlara ihanet ettiğini düşünerek başlaması bence hiçte hayallerinin peşinden koşmuş ve başarmış birini düşündürtmedi. Ve hayatının, sadece bir öğlen yemeği sırasında “hayallerinin peşinden koş.” sözüyle şekillenmiş olması ise basit geldi. Josie ise o gittikten sonra toparlanmış ama onu hiç unutamamış ve buna rağmen hayatına birisini almış birisi. Ve bunun sonuçları da ilerleyen sayfalarda görülüyor. Liam kasabaya en yakın arkadaşının cenazesi için dönüyor ve her şey o anda başlıyor. Öyle özgün bir tarafı yoktu bana göre. Ama kitaptaki duygu yoğunluğu arada gözlerimin dolmasına da neden oldu. Bu açıdan iyiydi. Arkadaşlarını kaybetmeleri ve onunla ilgili anıları okuyucuya çok iyi verilmiş bana göre. Diğer açıdan karakterler ve olaylar beklenilecek türdendi. Her kitapta rastlayabileceğiniz klasik şeyler… Açıkçası tek etkilendiğim nokta Mason’un cenazesi sırasındaki duygusallıktı. Ve bu kısımda sadece ilk sayfaları kapsıyordu. İşin ilginci o karakteri yazarın tanıtmamasına rağmen kitapta o olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeme neden oldu. Serinin ikinci kitabı Mason’un eşi Katelyn ve Liam’ın arkadaşı Harrison'u anlatacakmış. http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/01/yorum-sonsuza-kadar-benim-heidi.html
İlk sayfadan son sayfaya kadar sıkılmamı engellediği ve karakterler arasındaki konuşmalar sürekli kahkaha atmama neden olduğu için, birçok kitapta rastladığım bazı şeyleri yok sayacağım. Tamam, çerezlik bir kitaptı ama beni içinde tutmayı başardı. Ve karakterler samimiydi. Bu açıdan başarılı buldum. Ginger ve Derek gibi karakterlere pek rastlayamıyorum bu aralar. Sert aynı zamanda komik olmayı başaran, her sıfatı da üstlerine yakıştıran; komik, duygusal, özenilesi bir çiftti bana göre. Ginger’ın kız kardeşi için yapamayacağı şey yok. Ve bu yüzden annelik görevini bir türlü beceremeyen annesinden kimden aldığı belli olmayan parayı “ödünç” alıyor. Ve kardeşini de alıp ortadan kayboluyor. Yeni bir hayata başlamak için eline geçen fırsatı değerlendiren Ginger bir polisin tam dibinde daire tutuyor. Sonrası ise beklenecek türden olaylarla çevrili. Polisimiz; Derek adın da fiziksel ve duygusal anlamda benden tam puanı kapmış birisi. Pardon “başkomiser” J Karşılaşmalarındaki konuşmalar ise sırıtmama neden oldu. Birde Willa var. Ginger’ın kız kardeşi. Biraz garip ama ablasına düşkün birisi. Yazarın dili sayesinde karakterlere ısındım. Eminim dili, anlatımı daha farklı olsaydı şuan ki duyguları alamazdım. Özlem (maggie) ile blogda ortak bir yorumumuz bulunmakta daha fazlası için ; http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/01/yorum-sen-benimsin-tessa-bailey.html http://belleninkutuphanesi.blogspot.com.tr/
Bir kitabın daha sonuna gelmiş bulunmaktayım. Bu sefer karşınıza historical romance türüyle çıktım gençler J Çok sık tarihi-aşk okumasam da sevdiğim doğrudur. Özellikle böyle eğlenceli bir dili varsa. Çünkü bu tür, ağır olmaya müsait. Yani eski zamanların verdiği bir katılık, karakterlerine ve döneme yansımıştır. O yüzden de ağır bazen sıkıcı bazen de çok hüzünlü olabiliyor. Tabii öyle olunca da ister istemez bana da hafakanlar basıyor… Draven ve Emily 1 yıllığına birbirlerine mecbur kalıyorlar. Kral Emily’nin babası ve Draven arasındaki düşmanlığı bitirmek için böyle bir yönteme başvuruyor. Ama işin aslı birbirlerine mecbur kalmak değil. Emily kendisine bir eş istiyor ve Draven bu iş için biçilmiş kaftan. Beyaz atlı prensi de desek olur. Ve kitap boyunca Em, sürekli bizim kendisinden bir türlü taviz vermeyen sert savaşçımızın peşinden koşuyor. Ve istediğini almakta kararlı inatçı bir kızla bizi baş başa bırakıyor. Draven ise bir lanetin varlığına inanıyor bu yüzden Emily’den uzak duruyor. –Bu kısım bana adını hatırlayamadığım bir başka tarihi aşk romanının neredeyse birebir aynısı gibi geldi- bu yüzden burada ki kısım pek hoşuma gitmedi. Bir de Krala Emily’e dokunmayacağına dair söz vermiştir. Tüm bu sebepler sürekli kendisini kasmasına neden oluyor. Ama o kaçınılmaz son Draven içinde geliyor J Bu iki karakter de çok tanıdıktı. Olaylar da öyle. Bu aralar özgün bir şeyler yakalamak istesem de bir türlü bu hayalimi gerçekleştiremedim. Umalım seçeceğim diğer kitap biraz sıra dışı olur. Romanın dili açık ve net. Olaylar ise basit, genelde ikilinin yakınlaşmasını konu almış. Son sayfalar da birkaç haraketlilik dışında çoğunlukla Draven ve Emily’nin ilişkisinin nasıl şekilleneceği ana konuydu. Ama bu sizi rahatsız etmiyor. Çünkü sizde merakla nasıl bir yakınlaşmanın olacağını bekliyorsunuz. Sıkıldığım yerler olsa da kitap çok uzun olmadığı için bu beni çokta rahatsız etmedi. Uzun lafın kısası okuyabileceğiniz, eğlenceli bir kitap. http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/01/yorum-arzunun-efendisi-kinley-macgregor.html