Yorumumu şekillendiren son sayfalar oldu. Açıkçası oraya kadar ne hissettiğimi bilmiyordum. Oraya kadar olan kısımda ise döngü aynen şöyleydi; Naz’ın bolca hem de epeyi bir bolca geçen içsel hesaplaşmaları, iç sesleri, serinkanlılıkla gidip adam öldürmesi ve Karissa. Kitaptan başka bir şey beklemeyin. Naz’ın iç seslerinin uzunluğu ve o karanlık, boğucu hava, bunalıma girmeme neden oldu. Hiç mi iyi bir şeyler olmaz arkadaş ya! Hayır, biz okuyucuya da yazık. Okuyucuyu tatmin edeyim diye düşünmeyen yazar, sağdan soldan vurdu. Olanlar yüzünden son sayfada ki- artık kimine göre mutlu, kimine göre mutsuz sona- bile ne tepki vereceğime karar veremiyorum. Ignazio sağ olsun bulaştırdı bana da bu sonun mutluluk olup olmadığı üzerine felsefi bir yazı yazasım geldi. Gerçek mutluluk var mıdır? Bu yansıma bir dünya mı? J Düşünün kafamdaki karışıklığı… 2.kitabın yazılma amacını anlamadım, sanırım serinin sonu olduğunu belli etmek ve olayların nasıl şekillendiğini, merakta kalmayalım diye yazmış yazar. Başka bir açıklama yapamıyorum çünkü kitap boyunca, olaylar –olay demeye dilim varmıyor- bile çok sıkıcıydı. Adam, sürekli öldürüyor ama bunda bile bir hareketlilik yoktu. Bir kaç istisna dışında gerçekten okurken sıkıldım. Ama yine de Naz’a çok üzüldüm. Şöyle geçmişten bahsedişleri, birilerini kaybetmesi, ailesi ile olan durumları ona gerçekten üzülmeme neden oldu. Özellikle Karissa’ya hissettikleri, onu yanında tutmanın yanlış olduğunu bildiği halde ondan vazgeçememesi beni çok etkiledi. Tüm kontrolü elinde tutmaya çalışarak geçirdiği, baba gibi gördüğü adamın yanlış insan olduğu, gerçek babasını uzaklaştırması, öldürmeye alışması ile geçen 20 koca yıl. Etkisi üzerinizde fazla olacak orası kesin. Cidden adamda yanlış bir şeyler var. Ama ne olduğunu çözemedim. Bir de işlediği onca cinayetten sonra öyle bir konuşuyor ki siz bile sanki normal bir şey yapmış gibi okuyorsunuz. Ama o son şeyi yapmayacaktın Vitale… Naz da bir yere kadar. Biraz da diğer hasta Karissa’yı inceleyelim arkadaşlar. Olan bunca şeyden sonra bu adamın yanında kalmak istemesine sebep olan şeyin adının AŞK olmadığına bahse girerim. Bu karakter bu kitapta beni fitil etti. Naz’ı teselli bile edecek kelimeleri yoktu. Her şeyi halleden onun yerine bile düşünen Naz gibi geldi bana. Neden kaldığını bile açıklayamadı doğru düzgün. Bir tek uçak sahnesinde iyi bir konuşma yaptı. Naz’ın hiç yas tutmadığını ve onun yerine başka şeyleri koyup öyle yaptığını sanması gibi bir şeylerdi. Tam gediğine oturttu. Benim bu karakterden beklediğim, Naz üzerindeki etkisini fark edip daha ön plana çıkacak hareketlerdi. Onda yanlış bir şeylerin olduğunu fark edipte hiçbir şey yapmaması, okurken sizi sinir edecek benden söylemesi. İlk kitaptaki tadı alamadım. Yani ilk kitabı beğenenler bunu da beğenir gibi bir şeyle karşınıza çıkmayacağım çünkü her ne kadar öyle olmasını istesem de öyle olmadı. Naz’ın iç dünyasına yolculuk gibi bir şeydi bu kitap ve o iç dünya biraz ilgimi çekse de belli bir yerden sonra garip bir ruh haline soktu beni. Yine de Naz unutmayacağım karakterler arasındaki yerini aldı. Yazarın anlatımına gelirsek, iç dünya meselesini abartsa da bize çok iyi yansıtmış. Yani gerçekten de cinayet işleyip sonra Vitale’nin iç dünyası diye bize yutturmuş sanmadım değil J Ve tabi ki yabancı yayınlarından çıkmış olan bu kitabın ayracına bayıldım. Kapaktan emin değilim. Kafamda ki Karissa orada ki gibi değil… Bazen sırlar yok edecek kadar güçlüdür. “Burada burada tutsak değilsin Karissa.” Parmakları anahtarların etrafında kapandı, şaşkın bakışlarını yüzüme dikmiş bakıyordu, bir an için sessiz kaldıktan sonra, “Değil miyim?” diye sordu. “Hayır, değilsin,” dedim. “Evden ne zaman istersen çıkabilirsin.” “Çıkabilir miyim?” “Elbette,” dedim. “Tabii ki bu seni takip etmeyeceğim anlamına gelmiyor.” http://satellitebook.blogspot.com.tr/2015/11/yorum-ruhumdaki-canavar-jmdarhower.html
http://satellitebook.blogspot.com.tr/2015/11/yorum-bir-baska-mavi-amy-harmon.html Yok, yok ağlamıyorum. Gözüme mavi bir şeyler kaçtı da… Okudukça farkındalık arttı kocaman bir sel şeklinde gözlerimden aktı gitti. Şimdi bu hikâye böyle bitti ya, keşke bitmeseydi. İkincisi de çıksaydı. Açıkçası bu kitabın sonu aslında başlangıç gibiydi. Ama bizim o başlangıcı okuyamayacak olmamız kötü oldu işte. Blue, geçmişi hakkında en ufak bir bilgiye sahip olmayan, ismini tekrarlayıp durduğu bir kelimeden alan; asi, zeki, çok acı çekmiş bir kız. Yaşamış olduğu hayatı okurken nasıl böyle ayakta kalabilmiş hayret ettim. Bu yazarın kadın karakterleri sanırım hep güçlülerden oluşuyor. Bu demek değil ki hatasız. Bir sürü hatası vardı ama fark ettim ki hataları bile onun iradesi dışında olmuş. Tek isteği sevgi. Bir gün sınıfa girdiğinde yeni tarih hocasıyla karşılaşıyor ve işler değişiyor. Çünkü anlattığı o dersler Blue için ‘Arınma’ gibi oluyor. Çıkış noktasını bulmaya yardımcı oldu da diyebilirim. Wilson (tarih hocası), aslında psikoloji okuyacakmış da fakülteleri karıştırmış tarih okumuş dediğim bir adam oldu. Yaptığı analizle ve ders sırasında anlattığı onca şeyle beni kendine hayran bıraktı. Tek yaptığı keskin zekâsını konuşturmaktı böylece, küçük bir hayran kulübü bile olmuş olabilir. Blue için dönüm noktası, bir şans, ya da ne dersek diyelim en önemlisi iyi bir dost oldu. Bunu söylemezsem çatlarım, iyi bir de âşıktı. J Okurken, olayların nereye varacağını merak edip durdum. Blue için güneş doğdu mu diye diye bir günde sayfaları tükettim. Artık HİÇ KİMSE değildi. Bunun cevabını almak benim için çok iç rahatlatıcı oldu. Kitapta sevemediğim tek nokta Blue’nun verdiği bir karar. Okuyanlar anlar. Tiffa ve ikisi arasında ki o şeyi bir türlü kabullenemedim. Kendisini bulmaya çalışırken kendisinden(!) kopmak, özellikle kitap boyu birçok şeyi görmesi ve bundan sonra böyle bir karar alması sinirlerimi zıplattı. Hatta ufak çaplı şok yaşattı. Konuşursam ağzımdan kaçacak. Sustum. Kitaptan beklentileriniz nedir bilmiyorum ama ben karşıma farklı bir şeylerin çıkacağına emindim. Ve alışılmışın dışında olması çok güzeldi. Blue’nun anlattığı Kızılderili hikâyeleri, Wilson’un anlattığı tarihle harmanlanmış ama size başka şeyleri fark etmeye yönelten sözler, şiirler beni benden aldı. Anlatımı sayesinde su gibi aktı kitap ve olayların sonda bir birine bağlanışı beni çok şaşırttı. Bence mutlaka okumalısınız. Yıldız Kız ve Beyaz Şahin, Küçük Karatavuğun hikâyesi bu ikisini hiç unutmayacağıma eminim.5/5 Bir de kitap boyu aklıma Edip Cansever'in şu dizeleri gelip durdu; "Mavi Huydur Bende .... Hayat hiç mavi yerinden vurmadı..çünkü ben maviyi beyazı koruyan masumiyet olarak tanırım,karanlığı görünür kılan bir renktir mavi,öyle bilirim..sürükleyendir,bitmeyendir... mavi olarak anlatmalıyım her şeyi... kaldırın başınızı gökyüzüne,görmek istediğinizi değil gördüğünüzü söyleyin bana! yaşamın ta kendisidir mavi..belkide sadece bu yüzden ölmeye değil..yaşamaya mahkum edilmiştir.. maviyi soruyordun, gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi bir renk değildir mavi huydur bende ve benim yetinmezliğimdir ve herkesin yetinmezliğidir belki denecektir ki bir süre ve denenecektir bir akşamüstünü düşünmek bir akşamüstünü düşünmekten başka nedir ki gönül gözü görendedir,derinler mavidir..." "Edebiyat, tarihi ders kitaplarından çok daha iyi anlatır ve bu şekilde öğrenmek çok daha zevklidir." Alçak bir sesle, "Yaşlı adam ne dedi?" diye sordum. "Merak etmememi söyledi. 'Kadınlar ağlarlar. Eğer senin yüzünden ağlıyorsa seni hala seviyor demektir,' dedi." Wilson, yaşlı adamın titrek sesini taklit etmeye çalışmıştı. Bana baktı ve muzip bir ifadeyle gülümsedi. "Ağlamayı bıraktığın zaman endişelenmem gerektiğini söyledi." Gülümsemesine karşılık veremedim. Hızla bakışlarımı kaçırdım. Endişelenmesi gereken kişi bendim. Ağlamayı bıraktığım için değil, ağlamaya başladığım için. Yaşlı adam her şeyi çözmüştü. "… O açık saçık fotoğrafları tepegözüme koyanın da sen olduğunu varsayabilirim. Bu yüzden aleti açtığımda bütün sınıf çırılçıplak görüntülerle karşılaştı." "Suçlu benim." "Ya viyolonsel kutumda aniden beliren kilit?" "Evet. Onu yapan da bendim. Küçük bir şeydi. Ve anahtarı kabanının cebine koymuştum." "Evet. Bu biraz garipti. Anahtarı bulana kadar iki gün boyunca o kahrolası şeyi kesmeye çalıştım." "Sanırım ilgini çekmek istiyordum." ''Hepimiz kendimizi dışarıda kalmış, içeriye bakıyormuş gibi hissedebiliriz. Hepimiz dağılmış hissedebiliriz. Bizi biri yapan şey kim olduğumuzun farkında olmaktır bence. Blue. Bir sanat eseri olmayabilirsin ama kesinlikle bir esersin.'' ‘Bir varmış bir yokmuş. Yuvasından atılmış, istenmeyen küçük bir karatavuk varmış. Terk edilmiş. Sonra bir Şahin onu bulmuş ve onu kapıp uzaklara taşımış. Onu yuvasına almış, ona uçmayı öğretmiş. Ama bir gün Şahin eve gelmemiş ve küçük kuş tekrar yalnız kalmış, tekrar istenmeyen olmuş. Uzaklara uçmak istemiş.’ “Ben hiç kimseyim. Ya sen kimsin? Sende mi hiç kimsesin? O zaman iki kişi olduk. Aman ağzını sıkı tut. Yoksa sürerler bizi buralardan.”
Sevemedim. Böyle pat diye söylemek pek olmadı biliyorum ama gerçekten sevemedim. Ve bunun en önemli sebebi Aspendos Yayıncılığın çevirisinin harika olması(!). Artık yoğurdu üfleyerek yiyeceğim. Beni soğuttular. Ön yargılarımı kapatmıştım ama yeniden devreye soktular. Aspendos’dan çıkan kitapları bin kez düşünüp öyle alın benden söylemesi… Kitap Jet ve Ayden yakınlaşmasından 1 yıl sonrasından başlıyor. 1yıl önce, Ayden Jet’e olan ilgisini gösteriyor ve bar dönüşünde arabada ona yaklaşıyor ama sorunlu çocuğumuz onu reddediyor. 1yıl sonra, değişen bir şeyler olmuştur. Ayden o çekimi inkâr ederek kendisine süveter giyen hanım hanımcık Adam’ı bulmuştur.. Jet ise Ayden ve Cora ile ev arkadaşı olmuş. Gerisi için kitabı okuyun demek istiyorum ama diyemiyorum. Çünkü çeviri hataları yüzünden hiçbir duygu alamadım. Ve ana karakterlerin arasındaki ilişki bence çok yüzeysel, çok klasik ve neredeyse bin ton kitapta bulunacak türdendi. Olaylar ise, (bir olay hariç hiçbir şey yoktu.) Sıradandı ve tahmin edeceğiniz türdendi. Sayfayı çevirince “kesin şöyle olur” diyorsunuz ve oluyor. İki karakterinde bakış açısı kitapta vardı bana sorarsanız Ayden’ın bakış açısından okumak daha iyiydi. Serinin ilk kitabını (Rule), beğenmiştim. Klasik kötü çocuk imajı sergilese de kendini okutturmuştu ama Jet olmadı. Seninle yıldızımız barışmadı. Bir kere güçlü bir karakter olduğunu hiç hissedemedim. Ve Ayden’ı deli gibi seven biri gibi de değildi. Ayden demişken, bir nebze olsun iyiydi diyordum ta ki klişe bir şey yapana kadar. Ayrıca yazar güneyli kız havası vermeye çalışmış bana göre o da olmamış… Ama yine de Rome ve Cora ikilisini merak ediyorum. Vurun beni. “Sadece ben ve o, iki farlı renkte de olsak uyumlu ve birlikteydik. Ben onun mükemmel geleceğiydim, o benim mükemmel aşkımdı ve bütün iyi aşk şarkıları böyle sonlanmalıydı.” “Aşk mükemmel değildir. Zor iştir ve bazen âşık olmak sadece kaçıp gitmekten daha fazla gayret ister.” “Bazen, bazı şeylerin değişmesi gerek, çünkü onların aynı kalmasına imkân yok.” http://satellitebook.blogspot.com.tr/2015/11/yorum-jet-marked-men-2-jay-crownover.html
Ah Ivy… Genelde distopya ile aram pek yoktur ama bu kitap sanırım duvarlarımı aşmamı sağladı. Okumayı bu kadar geciktirmemin sebebi 2. Kitabın çıkmasını beklememdi. Yoksa bu sona yüreğim dayanmazdı. Evet evet ikinci kitabın yorumuyla da en kısa zaman da karşınızda olmayı planlıyoruum J Bishop ile anlaşmalı olarak evlenen Ivy onu öldürmeyi planlıyor. Ama her planı bozan, engelleri görmezden gelmemizi sağlayan o malum duyguyu hesaba katmıyor. Aşk. Evet, Ivy Bishop’u tanımaya başladıkça yakınlaşıyor. Yakınlaştıkça da bağlarını iyice sıkılaştırıyor. Ama zaten Ivy, bana göre birisini öldürebilecek bir kız değildi. Aslında kitabı elime aldığımda tanıtımı okuduktan sonra beklediğim karakterler; sert hiçbir şeyden ödün vermeyen Bishop ve sürekli sinir halinde dolaşan, ailesinin tam puanlık bir aile olduğunu düşünen Ivy. Ama okurken kafamda şekillen bu karakterleri sildiği için çok memnunum. Çünkü ikisi de bu saydıklarımın tam tersi kişilikteydiler. Ve bu halleri ile çok daha ilgi çekiciydiler. Özellikle Bishop çok ilgimi çekti J ‘Bishop, eğer karşıma çıkacaksan görücü üslüne eveet!’ diye dolandım bugün evde ne kadar ilgimi çekmiş anlayın… Olaylar yavaş ve içime sine sine ilerledi. Ama sürekli diken üstünde olma hissinden hep nefret ettiğim için olaylar artık sonuçlansın diye biraz sabırsızlandım. Ivy ne yapacak? Bishop anlayacak mı? Ivy'e tepkisi ne olacak? Kitap ilerlerken hep bu sorular beynimi kemirdi durdu. Ve nihayet o son geldiğinde bu soruları silip süpürüp yerine daha büyük bir bomba bıraktı. Onu buradan açıklarsan beni döversiniz. O yüzden hiç o sulara girmiyorum... Yazar hangi duyguları alalım istemiş bilmiyorum ama bu kitabı okurken benim en çok hissettiğim duygu merak ve biraz çaresizlikti. Aile ve Bishop arasında bir seçim Ivy için nasıl bir sonuç doğuracak diğer kitapta göreceğiz. Anlatımı güzel, olaylar akıcıydı. Üst üste okuduğum ve beni depresyona sokan kitaplardan sonra ilaç gibi geldi. Bu kitapta kimden nefret ettim dersiniz? Ivy'nin ablası Callice... "Aşk kanunlaştırabileceğin bir şey değildi. Aşk tablolardan, grafiklerden ve eşleşme oranlarından daha fazlasıydı. Aşk karışık ve karman çormandı. Ve rastlantısal büyüsünden onu yoksun bırakmak bir hataydı." http://satellitebook.blogspot.com.tr/2015/11/yorum-kurucunun-kz-amy-engel.html
Kısa, hiçbir derinliği olmayan bir kitaptı. Aslında kendimi özet okuyormuşum gibi hissettim. Ve 2.kitapta bu kadar kısaymış. Son kitap ise sanırım iki kitabın toplam sayfası kadar 200 gibi bir şey. Ben kısa kitaplarda duygu yoğunluğunu hissedemiyorum ve olaylara odaklanamıyorum. O kadar kısa sayfada çokta olay olmasa gerek diyorsunuz ama öyle değil; hızlı yakınlaşmalar, ölenler, ortaya çıkan sırlar hepsini bir çırpıda anlatmış yazar. Ve bu bana göre büyük bir eksiydi. Diğer sorun ise, konu. Kitap uzun olsa da konu çok sıradan olduğu için büyük ihtimalle yine beğenmezdim. Maddox erkeklerini anlatan yazarla bu seriyi yazan aynı mı emin değilim. Konudan bahsetmeme gerek yok sanırım. Sıradan lise son sınıf öğrencisi olan Erin kasabada ki üç Erin’den birisidir. Ve diğerlerine göre daha iyi kalpli ve aile bakımından şansız. Ve onun şansı olacak beyaz atlı prens Weston… Tavsiye edip etmeyeceğim konusuna gelirsek bu tarz da bir sürü kitap okumuşsanız, bu kitap size bir dersi tekrar ediyormuşsunuz hissi verecektir. Ama Jamie’i kırmayacağım diyorsanız benim gibi, beklentinizi yüksek tutmadan okuyun derim. http://satellitebook.blogspot.com.tr/2015/11/yorum-tesaduf-happenstance-serisi-1.html
Uzun zamandır Christian Grey’in iç dünyasını merak ediyordum. Ama merak kediyi öldürürmüş. Çünkü kötü çeviri ve Grey’in böyle yansıtılması beni gerçekten de öldürdü. Bu neydi? derken buldum kendi mi. Okurken benim aklımdaki Christian değildi ki deyip durdum. Bu kadar duygusuz? Sinir bozucu? Artık ne derseniz deyin, o sıfatlar bu kitapta üstüne yapıştı adamın. Ana ile olan yakınlaşmalarını anlatırken; sonuç odaklı, işi kapayım tarzında tam bir duygusuz canavardı. Sonlara doğru toparlansa da kitapta sevdiğim onun ağzından anlatılan yerler bir elin parmaklarını geçmezdi. O sahneden bir tanesi de; Anastasia herhalde yazarak daha rahat cevap verir; hep öyle oldu. Nasıl başlasam? Sevgili Ana Hayır. Sevgili-Anastasia Hayır. Sevgili Bayan Steele Siktir! Yarım saat sonra, hâlâ boş bilgisayar ekranına bakıyorum. Ne bok diyeceğim? Geri dön... lütfen? Seni özledim. Senin tarzında deneyelim. Başımı ellerimin arasına alıyorum. Bu neden bu kadar zor? Kararsız bir Grey. Çok tatlıydı burada. Ama kitap beklentilerimin en dibindeydi. Gerçi Ana ile değişen bir Christian’dan ne bekliyordum bende bilmiyorum ama en azından bunu beklemediğim açık. Akılınızdaki Ana anlatımı ile şekillenen Grey imajını zedelemek istemiyorsanız okumayın. Bu puan sadece Christian Grey için. http://satellitebook.blogspot.com.tr/2015/11/yorum-grey-eljames.html
Hala favorim Mal. Bunu söyleyerek başlıyorum çünkü Jimmy sinir katsayımı fazlasıyla arttırdı. Ve maalesef ilgimi çekemedi. Tamam, sert çocuk görüntüsü altında dramatik bir geçmiş ve düşünceli bir çocuk vardı ama David ve Mal gibi değildi. İki ilişkilerde berbatmış bunu bu kadar iyi anladığım yakın zamanda bir karakter daha yoktur. –Sanırım - Ve kitap bana göre Lena’nın zorlamasıyla mutlu son ile bitti. Konudan azcık bahsedecek olursam, Lena sekreterlik görevinden ayrılmak üzereyken bizim meşhur grup ile karşılaşıyor ve Jimmy’nin bir nevi bakıcısı görevine getiriliyor. Jimmy, alkol ve uyuşturucudan uzak durmaya çalışırken Lena’da ona yardım ediyor. Tabi ki zamanla daha da hayatına yayılıyor. Akıl vermeye başlıyor. Sözünü dinlettiriyor. Bu kısımlar gerçekten de çok komikti. Atışmaları ve sonunda Jimmy’nin küçük bir çocuk gibi onu dinlemesini okurken çok eğlendim. Ve Lena beni çok yordu. O konuşmaları sanki taramalı tüfek gibiydi. Hiç susmadı. Ve onu susturabilenler de pek yoktu. Belki Jimmy’yi yarı çıplak gördüğü zamanlar hariç. O zamanlar işte tamamen susup avını izleme derdine düşüyordu. Lena gibi bir karakter olmasaydı bu kitap kesinlikle vasat olurdu. Ama hoşlanmadığım kısım sürekli Lena’nın çabalamasıydı. Ve Jimmy’nin tavırları. Mal’in hikâyesi kadar olmasa da iyiydi. Sanırım sırada Ben var http://satellitebook.blogspot.com.tr/2015/12/askn-sarks-stage-dive-3-kylie-scott.html