Berfin., 319 adet değerlendirme yapmış.  (15/46)
Köprü ( Push, #1 )
Köprü ( Push, #1 )

9

Neredeyse emin olduğum bir şeye neden bu kadar şaşırdım bilmiyorum. Ama bir tahinim var. Yazarın dili. Ben alıp yürümeden önce kitabın içeriğine değineyim. Emma, yeni bir yere taşınıyor. Üvey babası denen o adiden uzaklaşmak için. Ve burada David adında yakışıklı bir marangozla tanışıyor. Bu gizemli marangoz ve Emma arasındaki ilişki çok hızlı ve yoğun gelişiyor. Yani hızlıdan kastım gerçekten hızlı. Adam Emma’nın mutfak dolaplarını yapmak için gittiği evden neredeyse onun sevgilisi olarak çıkıyor. Bunu biraz saçma bulsam da ilerleyen sayfalar garip bir şekilde bu ikiliye alışmamı sağladı. Normal iki sevgilinin yapacağı türden her şeyi yaptılar ama bu bana göre vıcıklık seviyesinde değildi. David Emma’yı üvey babasından ve onun abilerinden koruyor. Ve geçmişiyle baş etmesine yardım ediyor. Buraya kadar her şey normal ilerlerken iki üç bölüm aralıklarla verdiği flashbackler sizi gerçeğe yaklaştırıyor. Sonra diyorsunuz ki David de dibi boylamış… Ama bu geriye dönüşler sadece David’in değil Emma’nın da geçmişiyle alakalı. Ve bana göre ikisininki de yarışacak cinstendi. Her şey kafamda yerli yerine oturduğunda daha çok merak ettim. Bir insan neden bunu yapar? Bunun cevabı için sayfaları hızlı hızlı çevirdim ve sonra Maggie’nin o bölümüne geldim. Ve orada ağladığımı itiraf ediyorum. Yazar kadının ne hissettiğini çok güzel bir şekilde bize yansıtmış. Ve o sahne çok fenaydı. Bu bölümden sonraki son bölümde çok çok fenaydı. David görmemesi gereken şeyleri görmüş. Ve bu olay onu şuan ki kişiliğine büründürmüş. Geri dönüşler olmasaydı sıkılacağınız türden biri diyebilirdim. Ama o flashbackler sayesinde biraz gizemli bir tipti benim gözümde. Emma ise aslında onu nasıl tarif etmem gerektiğini bilmiyorum. Tıpkı David gibi o da sıkılacağım türden biri olabilirdi. Ama yine o geri dönüşler yüzünden daha farklı açıdan bakmaya başladım ve sevmeyi başardım. Bu karakter güçlü tiplerden. Hele son sahnede o DURUMDA ki düşünceleri daha çok sevmeme neden oldu. Belki tek eksik yanı ilk sayfaların çok azcık sıkıcı olmasıydı. Heyecanlı bölümlere gelene kadarki yerler çok tekdüze yani birbirine çok benziyordu. Bunun dışında bana göre bir eksik yoktu. Hepimiz, nedenleri biz olalım ya da olmayalım, sırların elinden çekiyorduk. Ve bu yüzden, kendi kendimizin kurbanı olmuş bir dünyaydık. http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/03/yorum-kopru-claire-wallis.html

Kendimi Sende Buldum (Kayıp Günlükler, #2)
Kendimi Sende Buldum (Kayıp Günlükler, #2)

6

Sonlara doğru çok heyecanlanmış olsam da kitabın yarısından çoğu çok sıkıcıydı. Chris ve Sarah gerçekten de yanlış iki kişi. Ve durum böyle olunca aralarındaki diyaloglardan yakınlaşmalara kadar her şey sıradan ve bunaltıcı geldi bana. Açıkçası Mark ve Sarah daha ilgi çekici olabilirdi. İtiraf ediyorum kitapta bu ikilinin konuşmaları daha çok olsun isterdim. Günlükte ki kişi tahmin ettiğim kişiydi. Ama kızın kaybolmasına neden olan o mu? sorusuna gelirsek benim tahmin ettiğim birisi değildi. O yüzden bu puanı veriyorum. Bu saydığım bir iki değişiklik dışında ilk kitapta olan aynı şeyleri burada da okudum. Önceki kitap için dediğim gibi,farklı bir seri olabilirdi. Ancak yazar anlatımı ile her şeyi basit tutmuş. Yaratıcı şeyler bana göre beklemedik olaylar ve anlatım ile gerçekleşir. Bu seri nasıl ilgimi çekerdi biliyor musunuz? Günlükteki adam Chris çıksaydı... Ve sanat galerisi daha çok gizemli bir sır yumağı olsaydı. Belkide beklentilerim bunlar olduğu için olaylar, karakterler ilgimi çekemedi. Neyse kısacası beğenmedim. Tekrara düşen kitaplar kabusum oldu artık.

Senin Yerinde Olsaydım (Kayıp Günlükler, #1)
Senin Yerinde Olsaydım (Kayıp Günlükler, #1)

5

Kitap ilk sayfalarda gizemli başlamıştı. Ama ortalara doğru Sara’nın saçma ve tutarsız tavırları sinirlerimi bozdu. Ayrıca bir konu ancak bu kadar saptırılabilirdi. Günlükteki Rebecca’yı bulmak için yola çıkan Sara kendi erotik dünyasında kayboldu. Sonlara doğru ana konuya değineyim diye düşünmüş olmalı ki yazar kitabın sonunu ‘depo’ da bitirdi. Bence gizem ve cinsellik arasındaki dengeyi sağlayamamış. Ve anlatımı çok basit tutmuş. Betimlemeler az, Sara’nın düşünceleri ise yüzeyseldi. Konu iyi ama dediğim gibi anlatım zayıf. Karakterler de sıra dışı değildi. Samimi hiç değildi. Şu çelişki de kafama çok takıldı. Sara, günlükteki kızı bulmak için epey araştırmacı davrandı ama yakın arkadaşı Ella’ya bir türlü ulaşamadı. Telefonla aramaktan başka hiçbir şey yapmadı ki bu arama işine de öyle toplam iki üç sayfada anca rastlamışımdır. Ayrıca Chris Merit beni etkileyemedi… Sırf sonu öyle bitti diye ikinci kitaba başlayacağım. Tavsiye konusunda da emin değilim beklentisiz okunursa idare eder.

Bu Adam  (This Man, #1)
Bu Adam (This Man, #1)

3

Çeviri kötü. Konu özgün değil. Karakterler duygudan yoksun ve tabi ki onlar da diğer roman karakterlerine benzetilmeye çalışılmış. Peki, ben bu kitabı neden okudum? Bir kitap sonunda bunu söylemek gerçekten çok canımı sıkıyor. Ama beğenmedim. Beğenmeyi geçtim bu kadar klasik ve özenti olması sinirlerimi bozdu. Jesse, Grey olmaya çalışmış, Ava ise asi olmak isterken aptal olmuş. Kitap o kadar saçma ilerledi ki yarım bırakma alışkanlığım pek olmadığı için bırakamadım. Ava mimar. Ve yine bir yeri tasarlamak için çağırılıyor. Orada tanıştığı Jesse tabi ki yunan tanrıları kadar yakışıklı, tabi ki PATRON. Ve yine yeni yeniden ona kapılmamak için Ava uzaklaşıyor. Ne kadar da orijinal değil mi? Daha sonra Jesse kızın peşini bırakmıyor. Hem de öyle böyle değil. Kontrol manyağı yaratmaya çalışırken resmen bir facia yaratmış yazar. Kızın ne giyeceğine, ne içeceğine, sosyal yaşamına hatta işine bile müdahale etti. Tavırları ise yaka silkecek kadar sıkıcı ve boğucuydu. Ava ise bu tavırlar karşısında sürekli bir kaçtı bir barıştı. İnanın 400 küsur sayfa sadece Ava’nın gelgitleri ve Jesse’nin saçma tavırlarıydı. Ayrıca ortada sözde bir gizem var ama bunun ne olduğunu kolayca anlayabiliyorsunuz. Bunların hepsini geçtim. Belki bir yerden sonra katlanabilirdim AMA çevirisi çok kötüydü. Yazarın akıcılığı varsa bile bizim ülkede bunu anlayabilecek insan bulamazsınız. Orijinal dilde okuyanlara imrendim şuan. Ben tavsiye etmiyorum.

Julia'nın Şarkısı
Sana İhtiyacım Var (The Proposition, #1)
Sana İhtiyacım Var (The Proposition, #1)

5

Tanıtımı okurken ister istemez kafamda şekillenen, sıradışı ve komik bir şeylerdi. Ama hiç birine rastlayamadım. Beklentisiz okunması gerekenler arasında yerini aldı bu kitapta. Emma, ailesini kaybettikten sonra onun yerini doldurmak için bir Bebek istiyor. Ama bunun için ideal bir aday bulması epey bir zor olmuş. Aslında istediği tek şey bir bağışçı. Peki neden bu işin bankasından yapmıyor sorusu da kafamızda dönüp duruyor. Korktuğu, bankadan aldığı şeyin sahibinin bir katil veya ona benzer kötü birisi çıkması. Bu yüzdende arama çabaları hep var ve çalıştığı şirketin üst katındaki Aidan ona bunu verebileceğini söylediğinde küçük çaplı bir şok geçiriyor. Ve kabul ediyor. Aralarında hiç bir duygusal bağ olmayacağını düşünen ikili inanın hiç bu kurala göre hareket etmiyor böylelikle kaçınılmaz son ile başbaşa kalıyorlar. Şaşırttı mı? Hayır. Meraklandırdı mı? Maalesef ona da hayır. Çünkü herşey çok basitti. Eğlenceli değildi. Samimi bir dili yoktu. Olaylara dışardan bakmakta hiç hoşuma gitmedi. Beni içine alan kitaplar her zaman önceliğim. Dili yüzünden dış kapının mandalı oldum :)) Seriye devam eder miyim bilmiyorum..

Ejderin Ateşi (Ejderha Serisi 5)
Ejderin Ateşi (Ejderha Serisi 5)

9

Bu seriye bayılıyorum. O kadar uzun zaman oldu ki okumayalı ejder ailesini özlemişim. Seriyi en son Ragnar-Keita ikilisinin yakınlaşması ve bir savaşın başlamak üzere olduğu zaman da bırakmıştım. Daha doğrusu çevirmedikleri için en son bu kitapta kalmıştım. Şimdi ise 5yıl sonrası yani o büyük savaşın ortasında acayip hareketli bir ortamda buldum kendimi. Ve Korkusuz Rhona –Vigholf aşkına tanık oldum. Öncelikle belirteyim Kudretli Briec- Feraghus- Yakışıklı Gwenvael gibi değildi. Onlar bende çok ayrı bir yerde olacaklar ama bu serinin kötü diyebileceğim hiçbir yanı yok. Eğlenceli, hareketli, karakterleri samimi –ejderha olsalar da - Annwyl’nin ikizleri 7 yaşına girmiş ve savaşçı olma yolunda emin adımlarla ilerliyorlardı. Talaith’in kızı ise acayip tatlı küçük bir prenses. Savaşı yenmeleri için oradan oraya koşturup, kavganın yanına bir miktar eğlencede ekleyerek önümüze sunulmuş güzel olaylar dizisiyle çabucak kitabı bitirdim. Rhona –Vigholf diyalogları çok komikti. Seri genelinde zaten şöyle bir durum var sadece o ikiliye odaklanmıyorlar. Diğer karakterler ve olaylar da neredeyse eşit miktarda anlatılıyor. En güzel yönlerinden biride bu bence. Şimdi ise Eibhear ve Izzy’nin hikâyesini merak etmekle geçecek ömrüm. Umarım Ephasus çabuk çıkartır.  Bu seriyi kaçırmayın derim ben.