Berfin., 319 adet değerlendirme yapmış.  (17/46)
Lordum (Ciltli)
Lordum (Ciltli)

2

Çelişkiler, tutarsızlıklarla dolu bir kitabın daha sonuna geldim. Ve yazar Türk. Ön yargılarımı bir kenara bıraktım ve Rita Hunter öyle güzel tarihi romanlar yazabiliyorsa eminim başkaları da yazar dedim ama yine hayal kırıklığından başka bir şeye yaramadı. İskoç ve İngiltere arasındaki çekişmeyi konu olarak almış yazar ve en klasik ilişki türünü ortaya koymuş. İskoç ve İngiliz evliliği! Zorla evlendirilen Rose ve Eider birbirlerine düşmandır Ve Rose İngiltere'nin dikenli gülü olarak anılır. Savaşçı ve güzel bir kız. Eider ise İskoçların acımasız, yakışıklı savaşçısı. Yani en azından yazar bize bu iki karakteri böyle yansıtmaya çalışmış ve başarısız olmuş. Daha ilk sayfalarda Rose, Eider'a aşık oluyor. Sözde direniyor ama okuyunca aslında öyle olmadığını anlayacaksınız. 100 ve sonrası sayfalara gelincede koşulsuz Eider'a güvendiğini söylüyor. Tutarsızlıklar ise şurada baş gösterdi, Eider aşık olduğunu kabullenirken diğer sayfada onu sevmiyorum sevgi nedir onu bile bilmiyorum diye saçmalamaya başladı. Yazarın yapmak isteyip yapamadığı her şey kitaptaydı. Merak uyandırmaya çalışmış ama onuda yapamamış. Yarım bırakmak üzereydim ama aklım diğer sayfalarda kalacağına bu işkenceyi bir an önce sonlandırıp beynimden tüm etkilerini atmak istedim. Bence okumayın bir şey kaybetmezsiniz.

Tatlı Hesaplaşma (The Sweet Trilogy, #3)
Tatlı Hesaplaşma (The Sweet Trilogy, #3)

8

Serinin son ve bana göre en iyi kitabıydı. Yani böyle dediğime bakmayın diğer kitaplar olaysız ve biraz sıkıcı geçtiği için bu son kitap çölde su gibi geldi. Yoksa eksiklikleri çoktu. Konudan bahsetmeyeceğim çünkü ilk kitaplardan her şeyi biliyorsunuz. Burada artık nefiller başkaldırıyorlar ve savaşı başlatıyorlar. Savaş dediysem bana göre öyle büyük bir şey de olmadı aslında. Böyle melez sözleşmelerinden ya da yakın zaman da okuduklarımdan kızıl ateşte ki gibi bir hareketlilik bekliyordum. Arabalar uçsun, binalar çöksün, ne biliyim meleklerle iblislerin ölümüne bir savaşı olsun istedim ama sadece istedim. Son biraz yarım kalmış ve aceleye gelmiş gibiydi. Ve beklemediğim birkaç karakterin gidişineyse bozuldum. Yine de dediğim gibi diğer kitaplara göre daha iyiydi.

Tess'in Gözyaşları (Monsters in the Dark, #1)
Tess'in Gözyaşları (Monsters in the Dark, #1)

8

http://geceleylaktomurcuk.blogspot.com.tr/2015/11/yorum-tessin-gozyaslar-pepper-wnters.html Kitap ismi ile bu kadar uyumlu olurdu. Bence Tess’in dramı da olurdu. Hatta hızımı alamayıp küçük emrah benzetmesi yapmak üzereydim ki Q bana gerçek yüzünü gösterdi. Konu hakkında ufacık bir anlatım yapacağım izninizle  Tess’in iyi gittiğini düşündüğü bir ilişkisi vardı. Ama taktığı pembe gözlüklerin arkasındaki gerçekleri yazar bize fark ettiriyor. Hiç uyumlu olmadıklarını anladığımda iyi ki geç değildi yoksa kitaptaki çoğu şeye katlanamazdım. Tess ruh ikizi(!) sevgilisi ile Meksika’ya tatile gidiyor (aslında birbirleriyle uyuşmayan zevklerini daha da iyi anlayacağı tatil) ve kaçırılıyor. (Bu kitaptan sonra Meksika’yı görmek istediğim ülkeler arasından çıkarttım.) Sonra da satılıyor. Köle olarak gittiği yerde ise sizi şaşırtacak bir ton şey oluyor. Ah unutmadan sahibi Q. Tess gerçekten de mücadele ettiğini sonuna kadar size hissettirecek emin olun. Vardır ya sözde belli bir kabulleniş yaşamadan önce mücadele ettiklerini sanan ama aslında hiç itiraz etmemiş olanlar. Hıh işte Tess onların yakınından bile geçemez. Kabul ettiği şeylerle bile bize güçlü olduğunu iyi bir şekilde ispatlayan bir karakterdi. Q, değişik bir adamdı. Okuduğum kitaplar arasında düşündüm ama ona benzeyen karakter bulamadım. Çünkü öyle içinde ki iyiliği bulacak da Tess’i mutlu edecek türünden biri değil. Grey kendini tanıtırken ne demişti ‘Anastasia, ben kalpler ve çiçekler tarzı bir adam değilim. Romantizmle işim olmaz. Zevklerim farklıdır.’ Bu söz onun için ne kadar yanlışsa Q için en doğru tanımdı. Karanlık her yerini kaplamış, içinde kocaman bir canavar var. Peki, benim bu karakteri sevmem hastalıklı bir şey mi? Çünkü Q Mercer beni derinliğiyle etkiledi. Bu adamı hatta Tess’i de, sadece garip zevkleri olan biri olarak görüp okursanız kitap size işkence gibi gelir. Yargılamadan özellikle Q’ nun davranışlarına tepkiler vermeden önce ipuçlarını takip edin derim. Arkadya Bitter ile küsen yıldızım barıştı sanırım. Tutku oyunlarından sonra nedense kitabın kendisine olan kızgınlığım yayın evine de yansımış ve bu kitaba da bir Anthony Rawlings vakası olacak kaygısıyla başlamıştım. Aman ön yargıları, etiket yapıştırmayı hayatınızdan çıkarın sonra pişman olursunuz.  Yazarın anlatımını beğendim. Kurguladığı şeyleri yazarken zorlandı mı merak ettim açıkçası. Çünkü yaşanılan olaylardan çok gerçekten karakterlerin o durumlarda nasıl hissettiklerini anlayıp yazıya dökmesi eminim kolay olmamıştır. Kurgu sıradan değildi. Q’ya hiçbir taviz verdirtmedi yazar. Onu hep o çizgisinde yürüttü. Klasik küçük bir davranış bile kitaba hemen diğerlerine benziyor damgası yapıştırabilirdi. Ama bana göre sıra dışı iki karakterlerdi. Bu yüzden kitapta sıra dışıydı. 2.kitabı deli gibi merak edip beklemede kalmak istememe durumu yüzünden 2.si çıktıktan sonra okuyun derim. Çünkü ilişkilerinin son halini nasıl yürüteceklerini cidden merak ediyorum. Öyle büyük bir olayla son bulmadı ama yine de açığa çıkan gerçekler ve Q’nun bakış açısı diğerini merak ettiriyor. Şunu da söyleyeyim kitapta uyarı gerektirecek kadar garip hareketler ve cinsellik var. “Sen benim olmayabilirsin ama ben giderek daha çok senin oluyorum.” Tess Snow. Tess Esclave. Benim. Her şeyiyle benim. Ben gözlerindeki karanlığı görüyorum. O karanlık beni besliyor, o karanlık beni çağırıyor. “Aslında hep sana doğru koşuyorum, her kaçışımda sana yaklaşıyorum. Sadece bunu bilmiyorum. Özgürlüğüm esaretindedir, Q. Sadece senin yanındayken uçabilirim.” "Sen elli sekizsin. Hayatımı mahveden elli sekiz numara." "Je suis a toi." Ben seninim. "Nous sommes les uns des autres." Biz birbirimize aitiz.

Darmadağınık (Tangled, #2)
Darmadağınık (Tangled, #2)

8

http://geceleylaktomurcuk.blogspot.com.tr/2015/10/yorum-darmadagnk-tangled-2-emma-chase.html İlk kitaba göre biraz depresif olduğunu söyleyerek başlayayım en iyisi.  Karmakarışık, okurken kahkahalar attığım ve Drew’u sarıp sarmaladığım bir kitaptı. Ama maalesef ama burada Drew beni sinir eden bir su damlası gibiydi. Hani olur ya gece evde uyumaya çalışırken musluğun bozuk olmasından kaynaklı çıkan o ‘tıp tıp tıp’ ses. Ve gece olduğu için elinizden bir şeyde gelmez. Aynen öyleydi. Kitabı tekrar basamayacakları için bende bu sese (Drew) katlandım. Drew, saçma sapan hareketleri ile kitabın çoğunu doldurmuştu. Ve acayip klişe olan bu durum açıkçası ilk kitabı arattı bana. Baştan başlayayım en iyisi; Drew ve Kate her zamanki şirinliklerine kaldıkları yerden devam ediyordu. Ya da şöyle diyelim aynı şeklin 2 yıl sonrasıydılar. Evet, kitap ilişkilerinin daha da ilerlemiş haliyle karşımızda. Ama bana göre bu ilerleyiş sadece zamanla kısıtlı kalmış. Çünkü Drew bunu anlamamı büyük bir öküzlükle sağladı. Kate mutlu bir haberle karşısına çıkacakken Drew onu yerle bir ediyor. Tam yerinde bir tabir kitapla eş değer ‘darmadağınık’… Sebebi ise şizofren hali. Yine gördüğü şeyleri yanlış anlayıp, kafasında kurduğu hikâyeye inanıyor ve kitabı klasik olaylar dizisiyle dolduruyor. Sonu her ne kadar “onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine” dedirtse de oraya kadar olan kısmı tahmin edilebilir durumdaydı. Bu yüzden aynı filmin farklı versiyonunu izlemişim gibi hissettim. Ve kitap Kate’in bakış açısı ile yazılmıştı. Her ne kadar bizim öküzcüğe kızsam da Drew bakış açısını tercih ederim. Nihayetinde son sözde karşımıza çıkıp yine birkaç kahkaha attırdı kendini de affettirdi. İşte hep böyle hissetmemi sağlıyor. Beni el üstünde tutuyormuş gibi… Beni taparcasına seviyormuş gibi... Size bir tavsiye vereyim: Hayatınızdaki kişiye kızgınken, bundan arkadaşlarınıza bahsetmemeye çalışın. Çünkü siz onu affetseniz de, arkadaşlarınız asla unutmaz. "Ona ihtiyacım yok, Kate. Bu kadar basit," diyor Billy. "Onu seviyorum, Billy. Bu kadar basit." Shamu mu? Ah, Alexandra'yı diyorum. Yeni, geçici takma ismi bu. Birkaç hafta önce üzerinde tek parçalı siyah beyaz bir hamile mayosuyla kumsala gelmek gibi talihsiz bir seçim yaptığında, Matthew ile ben ona bu adı taktık. Shamu: Balina "Tamam, o zaman. Bil diye söylüyorum, ben de seni seviyorum. Bir türlü küfür etmeyi bırakmayarak Mackenzie'nin geleceğine yatırım yapmanı seviyorum. Ablana acımasızca sataşmanı, ama onu üzenlerin canına okumanı seviyorum. Ama en çok... Beni sevmeni seviyorum. Bunu her an... her gün hissediyorum." Bir of çekiyorum. "Olmaz. O ne öyle, kolon der gibi? Daha okul bahçesine adım attığı an, herkes ona Götlek diye seslenmeye başlar." Kate inanamaz gözlerle bana bakıyor. "Sen Katolik okuluna gittiğine emin misin? Sanki ıslahevinde yetişmiş gibisin de?"

Gözlerindeki Canavar (Monster in His Eyes, #1)
Gözlerindeki Canavar (Monster in His Eyes, #1)

8

'Yakışıklı prensini bulduğunu sanan ama düşündüğü kahramanın o olmadığını fark eden herkes. Bu kitap sizin için.' Ignazio Vitale. İsmi de kendi gibi farklı.  Kitap öyle aktı ki bir günde bitirmiş bulunmaktayım. Ve öyle bir son beklemiyordum ya da öyle bir sır mı demeliyim. Sanırım ilk kez bir karakterden hem “nefret ettim hem de âşık oldum” aynen Karissa şuan kulağın çınlıyordur aynı duyguları yaşıyoruz yalnız değilsin. Öncelikle yaş farkını hiç sorun etmediğimi belirtmeliyim. Okurken hiç rahatsızlık çekmedim. Çünkü Karissa düşünceleri bakımından bana göre çok olgun birisiydi. Kitabı okurken zaten o kadar merak için de oluyorsunuz ki bu ufak şeyi takmıyorsunuz bile. Karissa üniversite de okuyor baba ortada yok anne ise garip bir şekilde rahatsız yani kaldıkları yerde uzun süre yaşamıyor ve taşınıp duruyor. Kapısında sürekli kilitler var. Çok sayıda kilit hem de. Sürekli kızını telefonla arayıp duruyor. (bunların hepsinin nedeni anlaşılıyor her şey o son sayfalar da) Karissa’nın felsefe hocasına sinir olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. Zaten ona ne olduğu da kafamda soru işareti olarak kaldı. Oda arkadaşı da öyle çok yakın arkadaş kategorisinde değildi bence. Karissa çevresi geniş olan birisi değil. Para sıkıntısı olduğu içinde çok gezmez. Bu yüzden sanırım sürekli “Neden ben?” diye sordu Naz’a ve hep “Neden sen olmayasın?” cevabını aldı. Naz duygularını hiç belli etmiyor ama belli ettiğinde de tam on ikiden vuruyor. Böyle ketum birisinde böyle sözler... Tek taktığım durum Karissa’nın tanımadığı birine (Naz) bu kadar çok yakın olabilmesi. Hiçbir şeyi sorgulamadı. Sorguladıysa bile cevap bulamadı yine de ona teslim oldu. Bunun dışında beğendim; çevirisine, anlatım biçimine.. 'Aşk; kendini tersyüz etmek, başka birine teslim etmek ve ona güvenmekti... Sana dokunacağına, seninle ilgileneceğine, sana teslim olacağına ama ne olursa olsun ona verdiklerini asla paramparça etmeyeceğine inanmaktı.' -Karissa "Hırlayabilirsin, tıslayabilirsin, miyavlayabilirsin ve hatta zaman zaman pençelerini çıkarabilirsin ama seni nasıl mırıldatacağımı biliyorum. Ben ormanın kralıyım. Ben bir avcıyım." "Yani ben senin avın mıyım?" Başını iki yana salladı. "Sen benim kraliçemsin." "O, şık yakışıklı prens maskesi ardına gizlenmiş bir canavardı. Ama şimdi olduğu gibi, aramızda mesafe olduğunu hissettiğim kimi zaman, kendimi şunu düşünürken buluyordum: Onun gözünde belki de gerçek canavar bendim." -K. "Birini sevdiğin zaman onun için en iyi olanı istersin... Ama ona âşıksan, onu kendin için istersin. Ve bu ikisi her zaman aynı şey değil. Sırf seni istiyor olmam senin için en iyisi olduğum anlamına gelmez."

Sır Gibi Sakladım (Hellions of Halstead Hall, #3)
Sır Gibi Sakladım (Hellions of Halstead Hall, #3)

8

Serinin 3. Kitabıydı. Ama ben sıralamaya uymayarak direk 3’ten başladım, eksiklikte hissetmedim. Devam edecek miyim sorularına cevap, kesinlikle evet. Çünkü yazarın anlatımını ve karakterlerini çok sevdim. Eğlenceli, hareketli bir kurguya sahipti. Minerva’nın abilerini listeme aldım bile. Aile sıcaklığını Lisa Kleypas Hathaway serisinde ki kadar hissedemesem de yazar az da olsa yansıtabilmiş. Giles ve Minerva ikilisine gelirsek, onları okurken gülmekten kendimi alamadım. Her konuşmaları bir olayın başlangıcıydı. Birbirlerine laf sokma çabaları bazen “savaşmayın sevişin” dedirtse de sinir bozucu değildi. Daha çok kahkaha atmama neden olduğunu söyleyeyim. Aralarındaki çekim de hissedilebilir türdendi. Ama tabi ki klasik bir kaçma kovalamacaya kucak açan bir ilişki de olduğunu bilin. Yine birbirlerine olan hislerin farkında olmayan bir adet çiftimiz ve yine bu hislerinin farkına varmalarına neden olacak kötü birkaç olaylar dizisi. Tek şikâyetim bu. İlla bir olay olacak ki ondan sonra ‘AA! ben bu kıza aşığım’ deyip itirafta bulunacaklar. Bu artık sıkıcı bir hal aldı benden söylemesi. Kitapta ikilinin yakınlaşmasında sonra en çok ilgimi çeken yerler, Giles’in içişleri bakanlığına çalışan bir casus olması ve Minerva’nın anne ve babasının nasıl öldüğü. Bu son söylediğim hala gizemini koruyor. Gerçekten de nasıl öldüler? biri mi öldürdü? diye merak etmeden duramıyorum. Ve bu da gösteriyor ki serinin başına değil sonuna doğru okuyacağım kitapları. Ne yapayım merakımı engelleyemeyeceğim. Bu arada kitapta Giles’inde düşüncelerini okumak ayrı bir keyifti. Her iki karakterinde bakış açısını okumak aslında nasılda uyumlu olduklarını fark ettirdi. Kitap orijinal kapak ama ben kitap kapaklarında insan yüzü olması taraftarı değilim. Bırakında hayal ettiğim kişilerin yüzünü ben seçeyim değil mi ama? Çeviride de her hangi bir sıkıntı yoktu. Yazarın anlatım tarzı ve kurgusu sayesinde su gibi aktı kitap. Uzun süre elimde tuttum çünkü okulun açılmasıyla yoğunluk arttı yoksa eminim siz 1-2 günde yalayıp yutarsınız kitabı. Bence bu seriye başlayın. 4/5 ''O kadar güzel yalan söylüyorsunuz ki, nerdeyse beni bile inandıracaktınız bayım.'' ''Ben de aynı şeyi sizin için söyleyecektim, tatlı balım,'' diyerek gülümsedi Giles. ''Bana bir daha öyle dersen, kendini bedeninde artık olmayan hayati kısımlarını ararken bulursun.'' Seri sıralaması; 1. The Truth About Lord Stoneville (2010) Bozulan Yeminler (Oliver-Maria) 2. A Hellion in Her Bed (2010) Yatağımdaki Serseri (Jarret- Annabel) 3. How to Woo a Reluctant Lady (2011) Sır Gibi Sakladım (Giles-Minerva) 4. To Wed a Wild Lord (2011) Vahşi Bir Lordun Kollarında (Gabe-Virginia) 5. A Lady Never Surrenders (2012) Son Çarem (Celia- Jack Pinter) 6. 'Twas the Night After Christmas (2012) Öyle Bir Geceydi ki (Pierce ve Camilla) http://geceleylaktomurcuk.blogspot.com.tr/

Tutku Oyunları (Tutku Oyunları Serisi, #1)
Tutku Oyunları (Tutku Oyunları Serisi, #1)

3

Bir kadın olarak bu kitabı beğenmem İMKANSIZ. Kitaptaki içerikten çok –ki bahsedildiği kadar çok ayrıntıya girilmemişti- Claire Nichols’a yapılan aşağılamalar. Ve Bu ana karakterin seçme şansı varken bile bu eziyete katlanması beni çileden çıkardı. Birinci saçmalık buydu. İkinci saçmalık ise bir peçeteye yapılan anlaşma ve bu anlaşma üzerinde yürüyen 600 küsur bomboş sayfa! Eğer yazar okuyucuya eziyet etmek için yazmışsa başarılı olduğunu belirtmeliyim. İki günümü boşa harcadığıma mı üzüleyim yoksa büyük umutlarla başlayıp hayal kırıklığına uğradığıma mı karar veremiyorum. Anthony Rawlings, kötü bir karakter. Bekledim iyi yönleri gelecek mi diye. Psikolojik bir sorun yüzünden böyle olmasını (böyle bir klasiğe bile razıydım.) umdum. Ama hayır. Kitap boyu bir kadının neden böyle saçma şeylere (kısıtlamalar, kilit altında tutulmalar, şiddete uğramalar.) katlandığını sorguladım durdum. Ve cevabını alamadım. Kitap size bunların cevabını vermiyor. Aksine, daha çok soru katıyor kafanıza. Böyle bir sondan sonra 2. kitabın Dallas dizisini aratmayacağına eminim. Tek övebileceğim yanı yazarın olay kurgusunu iyi bir şekilde düzenlemesi. Tahmin edilmeyen bir son tahmin edilmeyen davranışlar silsilesi. Ama geçmişten olan kesitler beni gerçeğe yakınlaştırdı. Hatta tahminim tuttu da desem yerli yerinde olur. Claire Nichols, güçlü bir karakter mi değil mi anlatması zordu. Yaşatılan onca şeyden sonra dik durması etkilese de diğer davranışları yüzünden bu gözümde değersiz kaldı. Bunun dışında ki tüm özellikleri onun güçsüz oluğunu gösteriyor. 1.si bu adam seni zorla alıkoydu ve zorla istemediğin bir sürü davranış sergiledi. Bunları ne çabuk unuttun da onun bir ömür boyu sorusuna olumlu cevap verdin. 2.si bütün yaşadıkların adamın normal olmadığını göstermedi mi? Zeki bir karakter olmadığını burada kanıtlamış oldu. İçeriğe geçecek olursam; Claire çalıştığı barda Anthony ile karşılaşıyor(!) ve ondan etkileniyor. Adam daha sonra onu yemeğe çıkartıyor. Ve böylece her şey başlıyor. Koca evde yaşadığı olaylar gün gün size aktarılıyor. O kadar özet gibi ve yüzeyseldi ki bana göre. Tek detaya indikleri yer ya kızın şiddet gördüğü ya da yanlış bir şey olacağı zamanlardı. Onun dışında. Fiji’ye gittik. Şöyle yaptık böyle yaptık tarzındaydı anlatım. Anthony, Claire’in tüm özgürlüklerini elinde alıyor. Telefon, internet, arkadaşlarla bağ kurma, ablasıyla görüşme bunların hepsini elinden alıyor. Ve bir sene sonra bunları yavaşça tekrar veriyor. Peki, kızın tepkisi. Sanki bunları elinden alan o değilmiş gibi sevinip ona teşekkür etmesi ve onun iyi biri olduğunu düşünmesi. Ablasıyla görüşmesine izin verdiğinde de bu tepkiyi görmek sinirlerimi iyice bozdu. Asıl kötü ve son darbe ise, onunda yavaş yavaş bu düzeni istemesi alışmasıydı. Bence okumayın. Bunlar benim görüşlerim ama bana kalırsa kurgunun iyi olması dışında bu kitap hiçbir şeydi.