Berfin., 319 adet değerlendirme yapmış.  (18/46)
Meğer Ne Çok Sevmişim (The Hathaways, #5)
Meğer Ne Çok Sevmişim (The Hathaways, #5)

9

Beatrix o kadar tatlı bir karakterdi ki kitaptan çok onu ve tepkilerini anlatasım var. Hatta ailenin geri kalanını anlatsam doyamam. Diyaloglar çok eğlenceliydi. Kahkahama engel olmadığım o kadar çok sahne vardı ki. Genel olarak eğlenceli bir kitaptı diyebilirim. Christopher her ne kadar savaş sonrası sıkıntılar yaşasa da Bea onun ruhunu iyileştirdi. Öyle iç karartıcı ögelere rastlamayacağınız, ekstra bir heyecan aramak yerine ana karakterlerin yakınlaşmasına odaklanacağınız, Hathaway fertlerinin konuşmalarını merakla bekleyeceğiniz çok hoş, son kitap olmaya laik bir hikâyeydi. Her şey Beatrix’in Pru adlı arkadaşı adına Christopher Phelan ile mektuplaşmasıyla başlıyor. Savaş meydanındaki Christopher eskisi gibi ukala birisi değildi. Savaşın yıkıcılığı onu da etkisi altına almış ve mektuplarda bunu hissettirmiştir. Tatlı Beatrix ise onu iyileştirme isteğine karşı koyamıyor ve mektuplaşmaya devam ediyor. ( tabi bunu Pru adına yapıyor.) Ta ki çok ileri gittiğini anlayana kadar. Ülkeye Pru (Bea) için dönen Chris gerçeklerle karşılaşınca olanlar oluyor. Aralarındaki tutku, çekim, aşk bütün duyguları bende alabildim. İkisi her ne kadar birbirinden farklı gibi görünse de birçok ortak noktaları vardı. Yazar her zamanki gibi anlatımı ve diliyle harikaydı. Lisa Kleypas'ı mutlaka okuyun. Merripen, Christopher’a yaklaşıp güçlü bir tutuşla elini sıktı ve değer biçen bir bakış attı. “Rohan bir gadjo için fena olmadığını söyledi.” Dedi. “Ve Beatrix de seni sevdiğini söylüyor, bu yüzden onunla evlenmene izin verme niyetindeyim. Ama hala düşünüyorum.” “Fark yaratacaksa,” dedi Christopher, “Onun tüm hayvanlarını almaya niyetim var.” Merripen bunu düşündü. “Kızı alabilirsin.” “Phelan,” dedi Leo, “Niyetim hakaret etmek değil, ama-“ “Bu onda doğal gelişen bir şey.” Diye sözünü kesti Catherine. “Ve cesur.” Diye ekledi Cam. “Evet,” diye cevapladı Amelia ağırbaşlı bir şekilde, “savaşta yaptıklarını kimse unutamaz.” “Ah, ben onu kastetmedim,” dedi Cam ona. “Ben Hathaway kardeşlerden biriyle evlenmeye gönüllü olmasından bahsediyorum.” “Arılar vızıldıyor – kuşlar uçuyor.” Beatrix ona soru soran bir bakış attı. “Neden bundan bahsediyorsun? Sonbahardayız ilkbahar değil.” “Evet, ama bu özel şiir kuşların çiftleşmesinden bahsediyor. Bu konuda bana soracak birkaç sorun olabileceğini düşünmüştüm.” “Kuşlar hakkında mı?” Teşekkür ederim, ama kuşları senden daha iyi biliyorum.” Amelia iç geçirdi, hassas görünmeye çalışmaktan vazgeçmişti. “Lanet kuşları unut. Bu gece senin düğün gecen bana sormak istediğin bir şey var mı?” “Ah. Teşekkür ederim. Christopher çoktan, şey bilgilendirdi.” “Öyle mi?” “Evet. Üstelik o kuşlar ve arılardan daha farklı bir anlatım yolunu kullandı.” “Sen benim yaşama nedenimsin. Eğer senin için olmasaydı asla geri dönmezdim.” –C.

Çıplak Sırlar (J.J. Graves Mystery #1)
Çıplak Sırlar (J.J. Graves Mystery #1)

7

Eve Dallas’tan sonra çoğu polisiye gözüme güzel gözükmemeye başlamıştı. Burada da duyguları pek alamadım bu yüzden kitaba fazla kendimi veremedim. Okurken yer yer sıkıldım. Ama katil kim sorusu beni son sayfalara kadar götürdü. Jaye karakteri pek hoşuma gitmedi. Davranışlarındaki tutarsızlıklar acayip sinir bozucuydu. Jack’in tek dayanak noktası olduğunu söyleyip sonra da hayatına yeni giren birinin sözleriyle onu itham etmesi (tam olarak öyle olmasa da bunu Jack yansıttı.) soğuttu beni. Jack hakkında ise pek bir şey okumadım çünkü her şey Jaye gözünden anlatıldığı için çok yakışıklı olması dışında pek fikir edinemedim. İkinciye başlayacağım çünkü serinin ilk kitabı olmasından kaynaklı bu sorunların diğer kitapta giderilmiş olabileceğini düşünüyorum. Ve Jack ile Jaye yakınlaşmasını merak ediyorum 

Umutsuz (Umutsuz, #1)
Umutsuz (Umutsuz, #1)

10

Ne yaptın be kadın! Ve Aman tanrım 18 (17) yaşındaki bu iki çocuk nasıl bu kadar olgun olabildiler. Ve tekrar bir şaşırma ifadesiyle, o kurgu diyorum. Colleen Hoover favori yazarım olmuştu Çirkin Aşk ile. Bu kitaptan sonra favoriden de ilerisi olunabileceğini kanıtladı.  Sky, sıradanın tam tersi olan bir yaşama sahip. Teknolojiden annesi yüzünden uzak durmuş. Hatta uzak durmak hafif kalır. Evlerinde televizyon yok, cep telefonu yok, bilgisayarı yok yani hayatlarına teknoloji denen bir kavram hiç girmemiş. Tek eğlencesi yan komşuları Six ve koşmak. Ah bir de evde eğitim görüyor-du-. Tüm bunları okurken karşınıza çekingen ve özgüveni düşük bir kız çıkacakmış gibi geliyor değil mi? En azından bana öyle gelmişti. Ama kesinlikle Sky bu saydıklarımın teki bile değil. Okulda karşılaştığı iğrenç tepkileri gayet iyi idare edebilen, zeki ve güzel birisi. Sıkıcı ama yine de bir bakıma sıra dışı olan hayatına Holder bomba gibi düşüyor. İlklerin hepsini yaşatacak çocuk.. Holder, bir içim su. Ama bu görüntünün altında ne fırtınalar var okuyun da siz görün. Anlamlı bakışları, sözleri sanki bana söylenmiş gibi etkiledi. Sky zavallım ne yapsın, bir bakmışlar birbirlerinde uzak duramaz hale gelmişler. Holder da koşmayı seven biri. Bir de düşünmeyi. Cümleleri, sanki karşınızda her şeyi yaşamış görmüş birine ait. Sky ile birbirlerine çok benziyorlardı. Ve sonra, özenilesi ilişkileri öyle bir sırrı ortaya çıkartıyor ki dumura uğradım. Kitap boyu hangisinde sorun var anlamadım. Holder sorunlu bir tip gibi gelmişti bana. Dengesiz davranışları ilk başlarda sinirlenmeme neden olsa da merak onun önüne geçti. Bir şeyler saklıyormuş hissi fena ağır bastı. Ama yine de böyle bir şeyle karşıma çıkacağını düşünmemiştim. Dili, arada sırada geçmişe dönük sahneleri, kurgusu ve olayların size yansıtılma biçimi harikaydı. Siz de yaşıyorsunuz olayları onlarla beraber. Kitap sizi alıp götürüyor ve bitirdiğiniz de bir süre daha oralarda dolaşıyorsunuz. Okumayan kaldı mı bilmiyorum ama varsa kesinlikle listenizde ilk sıraya alın. Çünkü ona Laik bir kitaptı. “Sky,” diye baştan çıkarıcı bir şekilde kulağıma fısıldadı. “Hareket etmene ihtiyacım var. Buzdolabından bir şey almalıyım.” Gözlerim benden ayırmadan yavaşça geri çekilip tepkimi izledi. Dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi, bunu korumaya çalışsa da, gülmeye başladı. Göğsüne vurup kolunun altından geçtim. “Pisliğin tekisin!” Gülerek buzdolabını açtı. “Özür dilerim, ama lanet ol­sun. Benden hoşlandığın o kadar belli ki, sana sataşmamak elimde değil.” “Sky?” dedi kısık bir sesle. “Sana işkence etmeyeceğim, ama buraya gelmeden önce kararımı vermiştim. Bu gece seni öpmeyeceğim.” “Neden?” “Çünkü” diye fısıldadı. “Hissetmemenden korkuyorum.” “Ya vejetaryensem?” diye sordum salatadaki tavuk göğsüne bakarak. “Etrafındakileri yersin,” diye karşılık verdi. “Breckin, bu Holder. Holder erkek arkadaşım değil, ama onu başka bir kızla en iyi ilk öpücük rekorunu kırmaya çalışırken yakalarsam, benim nefes almayan erkek arkadaşım olabilir.” ”Yaklaşık sekiz kilometrelik koşunun ve Holder‘ın üzerimde bıraktığı etkiyi ayırt edemiyordum. İkisi de kendimi oksijensizlikten bayılacakmış gibi hissetmeme neden oluyordu.” "Nihayet seni bulduğum için minnettar olalım, olur mu?" Kurduğu cümleye güldüm. "Beni arıyormuşsun gibi konuştun." "Tüm hayatım boyunca seni aradım."

Kime Dokunduğuna Dikkat Et! (Karanlık Elementler, #2)
Kime Dokunduğuna Dikkat Et! (Karanlık Elementler, #2)

8

Lütfen biri bana açıklama yapsın. Karanlık elementler serisi Zayne ve Layla aşkı üzerinden mi devam edecek? Eğer öyleyse ilk kez J.L.A’nın bir serisini yarım bırakacağım. Kitap bana işkence çektirmek için yazılmıştı sanki. Zayne sinirlerimi bozmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Bana kalırsa pekte bir şey beceremediği ortada. Of yorum boyunca sadece ona olan nefretimden bahsetmek istiyorum! İlk kitabı okuyanlar bilir. Roth’un yaptığı fedakârlıkları ve Layla ile yakınlaşmalarını. Bu kitap ise resmen Roth’a yapılmış haksızlıklar silsilesiydi. Her sayfada gerçekleşen bir olay vardı. Ve o olaylar olurken Layla’yı yalnız bırakmayan ve yardım eden bir adet prens (Roth). Zayne kafa karıştırmaktan ve iğrenç bir babaya sahip olmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Okuyacak olanlara dikkat, benim gibi Roth hayranıysanız bu kitap size iyi gelmeyecek. Çünkü Zayne ve Layla yakınlaşması son safhadaydı! Bunlar dışında her şey daha da merak uyandırıcı ve heyecanlıydı. Özellikle son sayfadaki büyük bomba! –ıyy Zayne ağzından yazılan sahneden bahsetmiyorum tabi ki! Evet, öyle 2 3 sayfalık bir kısım mevcut maalesef- İlk sayfadan son sayfaya kadar ne olacak sorusu yedi bitirdi beynimi. J.L’nın dilini artık biliyorsunuzdur. O yüzden o konulara girmiyorum. Öyle bir sahne var ki benim birkaç damla gözyaşıma laik bir sahne. Onu alıntı olarak bile paylaşmayacağım. Ama Roth beni kendine tekrar tekrar âşık etti. Layla kimmiş bana gel diyesim var  Diyecek birçok şey var ama alıp okumanız yerinde olur çünkü diğer kitaplardan bir daha farklıydı bana göre. Ciddi anlamda kafam karışık. Sırlar, çirkinleşen insanlar yüzünden biraz daha umutsuz bir hava yayılmıştı kitaba. Birde 500 sayfalık bir kitap görüntüsüne sahip değildi elime aldığımda şaşırmıştım. Kapağı da sevemedim. Kafamdaki karakterler onların yakından bile geçmiyor. Diğer kitap daha fazla Roth olacaksa çabuk çıksın deyip noktayı koyuyorum.  ‘Aşk, kontrol etiğinizi ve anladığınızı sandığınız tuhaf bir yaratıktı ama sonra bunun sadece görünüşte böyle olduğunu keşfediyordunuz. Ayrıca, o kadar çok farklı türde aşk vardı ki ve Ruth’un hangi türe girdiğini bilmiyordum.’ Bambi bir adamı yedikten sonra; “Bambi şimdi nerede?” diye sordu Zayne yorganın göğsümü ve göbeğimi örttüğü yere bakarak. “Üzerimde.” Tek kaşını kaldırdı. “Şu anda görünmez mi?” Gülümsedim. “Bacağıma sarılmış duruyor. Galiba saklanıyor.” “Belki de midesi kötüdür.” Dirseklerimin üzerinde doğruldum. “Cehenneme… Patronuna karşı mı geleceksin?” Omuz silkerken ağzı kulaklarına vardı. “Evet.” “Bunu neden yapasın ki?” Göz göze geldik. “Nedenini biliyorsun. Derinlerde bir yerde biliyorsun.” Roth…

Meleklerin Kanı (Lonca Avcısı, #1)
Meleklerin Kanı (Lonca Avcısı, #1)

10

“…Bir başmelek gerçekten sevince.” İkinci okuyuşum ama araya uzun zaman girdiği için (Artemis sayesinde kitabı unutuyordum!) ilk kez okuyormuşum moduna girdim. Serinin devam kitabının da kasımda çıkacağını öğrenince çok mutlu oldum. Şayet, Raphael ve Elena’dan daha fazla ayrı kalmak istemiyorum. Her şey daha yoğundu. İlk okuyuşumda fark edemediğim detayları bulmak, yeni, olay kurgusuna aşina olmadığım bir kitapmış hissi yarattı bende. Ama her şeyden önce o kapak ve ayraç beni benden aldı. Resmen ‘ben kaliteyim’ ‘beni alıın’ dedirten bir kapaktı. Yabancıya teşekkürler. Konuya gelirsem (bu arada okumayan kaldıysa üzüldüğümü açıkça belirteyim hayatınızda Raphael ile henüz tanışmamış olanlara şiddetle tavsiyemdir. Bu eksikliği yaşamayın  ) Elena Deveraux doğuştan bir vampir avcısı. Koklayıp, yer tespiti yapıp, sonrada onları haklıyor. –Çok havalı değil mi?- En iyisi desem olur belki. Bana göre öyle de kendisi  Yine günlerden bir gün avını yakalayıp görevini tamamladıktan sonra yeni bir iş teklifi (teklif değil de bir emir desek) gelir. Geri çevirmesi mümkün olmayan bu teklifi, şehrin –seksi, sert, mükemmel gözlere ve kanatlara sahip- başmeleği Raphael yapar. Ve gerisi için alıp okumanız icap eder  Bütün olaylar Ellie’nin başka bir avı (sıradan olmayan bir av) yakalaması gerektiğini anladığında başlıyor ve aynı heyecanlı tonda devam ediyor. Son sayfalarda nefesinizi tutacağınıza eminim. Bana göre kusuru, arada tekrar eden birkaç kelime ve çok belli olmasa da çeviri hatalarıydı. Ama okunmayacak derecede değil. Elena, kendisini duygusal açıdan tutan bir kız. Raphael ise kötü çocuk diyebiliriz. İlerleyen sayfalarda öyle olmadığını sizlere yeterince kanıtlıyor orası ayrı. Yine de Elena’ya oyuncağım demesi bir ara hadi be oradan dedirttin. Ama öyle bir bölüm var ki Raphael ‘güzel seviyor’ dedirten bir sahne. Hemen koşun alın! “Kötülük tahmin etmesi kolay bir şey.” Yalandı. Çünkü bazen kötülük, sinsice içeri sızan ve en kıymet verdiklerinizi elinizden çalan, geriye bir duvara vuran yankılar bırakan pis bir hırsızdı. – Elena “Suratıma bakmayacak mısın Elena?” “Hayır.” Elena yukarıyı seyretmeye devam etti. “Sana bakınca her şey karman çorman oluyor.” “Dmitri adeta duble kremalı bir çikolatalı pasta gibi. Dışından güzel görünüyor, hepsini yemek istiyorsun ama esasında, şekerden miden bulanıyor.” Dmitri’nin duyulara hitap eden doğası boğucuydu, ağırdı, insanı çektiği kadar iten bir battaniyeydi. “Eğer o pastaysa ben neyim?” Elena’nın dudaklarına, çenesine değen acımasız, tensel hazları canlandıran dudaklar. “Zehir,” diye fısıldadı Elena. “Güzel, baştan çıkarıcı bir zehir.” Raphael tam arkasında öylesine kıpırtısız oldu ki, Elena’nın aklına fırtına öncesi sessizlik geldi. Fakat fırtına çarptığında Elena’nın içinde en derine giren, onu çırılçıplak bırakan, ipeksi bir sesle geldi. “Yine de ben pastaya yumulacağına, zehirde boğulmanı yeğlerim.” “Beni yatak arkadaşı yapmaya çalışıyordu. Geri çevirdim.” “O teklifi tam olarak nasıl geri çevirdin?” “Boğazını keserek.” Elena ile tanışın :))

Karanlık Yalanlar
Karanlık Yalanlar

10

Arkadaki tanıtımı dikkate alın “Bu biraşkhikâyesiamaokumasıkolayolanlardandeğil...” Konuya değindiğim an patlar. Bir yerden mutlaka Spoiler verebilirim o yüzden ne kadar yüzeysel anlatırsam o kadar iyi. Lana iki kişiye âşık oldu. Peki, hangisini seçecek Lee mi Brant mi? Hepsinden önce siz hangisini seçmesini isteyeceksiniz. Böyle basit bir konuya benzediğine bakmayın. Kapağına hiç bakmayın. Bana göre her şey yanıltmak içindi bu kitapta. Kapak gerçekten de sanki cinsel ögenin çok bulunduğu şu boş kitapların kapağını yansıtıyor. Tanıtımı ise iki kişinin arasında kalmış kesinlikle sizi sinir edecek bir kızın hikâyesiymiş gibi. Ama diyorum ya kitaptaki her şey yanıltmak içinmiş. İhtimaller ihtimaller... Kitap boyunca hangi karaktere ne anlamlar yükledim bilemezsiniz. Hele bir sır var ki! Biri uyduruyor mu bunu, yoksa gerçekten var mı diye her sayfada kendime sordum durdum. Ve baktım kitap bitmiş bende şok olmuşum. Konusu çok farklıydı. Yani buna benzer bir kitap okumuştum diyeceğiniz bir kurguya sahip değildi. (Belki bir kitap hariç.) Hele yazarın anlatım biçimini çok sevdim. Kurguladığı olaylar, sonda ise o olayları bir birine bağlayışı, karakterler arasındaki çekim ve kullandığı dil ile okuyan kimseye o sırrı açık etmeyişi bana göre kusursuzdu. Tahmin ettiğin an sanki yazar hissetmiş gibi diğer sayfada başka bir şey söylüyor ve o tahmini anında silip yerine başka bir şey koymak zorunda kalıyorsunuz. Belli bir yerden sonra yakaladım ama zaten o yerde, sırrın açığa çıktığı yere çok yakındı. Kafam çok karıştı, beynim yandı desem yeridir. Ama çok sevdim. Lana ve Brant ikilisi, aralarındaki ilişki, nadir bulunan türdendi. Kesinlikle okuyun. Ayraçlara da bayıldıım  'Gerçek aşk insanları düşüncesizce davranmaya itebiliyor, risk almalarını ve fedakarlık yapmalarını sağlayabiliyor. Gerçek aşk, sınırlarımızı zorlayıp daha iyi olmak için can atmamızı ve elimizde olanları korumak için savaşmamızı sağlıyor. Ben bu aşk için savaşacağım. Yalan söyleyeceğim, Çalacağım. O bunların hepsine değer. Kağıt üzerinde korkunç bir çiftiz. Benim hiç ışığım yok, Layana ise ışıkla dolu. Ben ciddiyim, o eğlenceli. Ama kağıdın dışında, işte orada bizim sihrimiz meydana çıkıyor. Ben, daha fazla onun gibi olmak istiyorum. Onun gülüşlerini dinlemek ve bunların sebebi olmak istiyorum. Onu Tüm Kalbimle seviyorum. O da aşkıma çılgınca karşılık veriyor. Bu aşk, söylenmemiş tüm gerçeklere değer. Gizli kalmış yalanlara değer. ' - Brant

Çirkin Aşk
Çirkin Aşk

10

Her ikimizde gözyaşlarımız akarken derin derin nefesler alıyorduk. Yoğun. Yürek burkucu. Ve yıkıcı bir şekilde.. Ve bu çok çirkindi. Ama bitti.. Aşk gerçekten bu kitapta çirkinleşmişti. Ama okurken karakterlerin hiçbirine kızgınlığım olmadı. Miles’a bile. Çünkü kızmamama neden olacak bir şeyler vardı bu çocukta. Ve haklıymışım da. Ağlamayacaktım ama mutluluk gözyaşını kendimden esirgemeyeyim dedim. BA YIL DIM! Ne diyebilirim ki. Kitaptaki her şey beni içeri davet etti. Miles ve Tate ile beraber o hayatın içinde, geldim gittim. Miles’ın geçmişinde yaşamış olduğu olayı tahmin etmiş olsam da okurken hiç tahmin etmemişim gibi beni etkiledi. Üzdü. Karmaşık birçok duyguyu yaşattı. 6 sene boyunca kendisine yaşatmış olduğu bu eziyeti anlayabildiğimi sandım AMA son sayfalarda geçmişten birini ziyarete gittiğinde o kişinin daha önceden hayatını yaşamaya başlamış olduğunu öğrenmek Miles’a koca bir haksızlık gibi geldi bana. İyi ki Tate ile karşılaşmış. Hemşireyi çok sevdim. Verdiği tepkilerden, karşılık beklemeden Miles’a yaklaşmasına kadar her şeyini sevdim. Hiç pes etmedi. Bu hikâyedeki en cesur kişi bana göre Tate. Tekrar âşık olmaktan korkan birine her şeyini sunmak, kendisini tüketmesine izin vermek kolay bir şey olmasa gerek. Ve Tate başardı. Miles, Tate’e âşık olmamak için elinden geleni yaptı ama daha fena bir şey oldu Tate’e ‘uçtu’  Miles’ın sözleriyle ifade edecek olursam; "Sana âşık olmadım Tate. Sana uçtum.” Okunmaya değer bir kitap. Yazarın ilk kitabını okuyorum ve iyi ki bu kitaptan başlamışım. Diline, anlatım tarzına, olay kurgusuna her şeyine eridim. Her ne kadar Tate ‘in bakış açısı ile yazılmış olursa olsun hep Miles ve onun hayatı vardı kitapta. Klasik bir kurgu gibi görünmesin gözünüze çünkü yazar öyle bir dil kullanmış ki okurken sanki sıra dışı bir hikâye gibiydi. Alın okuyun. Hatta okumayan kalmasın. Beni çok derinden etkiledi. Bir şeyler yıkılsa da onları tekrar inşa edebilmenin değerini çok iyi idrak ettiren bir kitaptı benim için. Kitap bitti ve bana çok güzel bir sözü hatırlattı; ‘Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.’ Bu arada yorumu yaparken kitap için bestelenmiş şarkıyı dinliyordum bu kadar mı güzel uyar be! Buyurun dinleyin; https://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=eTEs_QhWw1A "Aşk her zaman güzel değildir. Bazen hep değişeceğini umarak zamanını harcarsın. Daha iyi bir şeye dönüşeceğini umarak. Sonra farkına varmadan kendini başladığın yerde ve kalbini kaşla göz arasında kaybetmişken bulursun." ‘Ensemi daha sıkı kavradı. Ve beni öldürdü. Ya da öptü. İkisinin de üzerimde aynı hissi bırakacağından emin olduğum için hangisi olduğunu anlayamadım. Dudaklarını hissetmek her şeydi. Hem yaşamak hem ölmek hem de yeniden doğmaktı."