Bıktım. Şu çeviri hatalarından heba olan o kadar kitap var ki gerçekten artık insana yeter dedirtiyor. Kitap boyunca ne demek istediklerini çözmeye çalıştım. En kötü tarafı da yaptıkları hatalar yüzünden duyguları alamadım. Birisi el atmalı artık bu işe... Bunlar dışında R.K’nin Yerde kitabından sonra çıkartırsa kitap almamaya yeminliydim ama ön yargılarımı yıkmam gerektiğine karar verdim ve bu yeni seriye başladım. Pişman değilim. James ve Bianca yanlarında daha sönük kaldılar. Çünkü Tristan ve Danika'nın ilişkisi farklı bir boyuttaydı. Önce arkadaş olarak başlayan ama aralarında ki çekime bir türlü karşı koyamayan ikili beni benden aldı. Cinsellik son sayfalar da kitabı epey kapladı ama bu beni rahatsız etmedi. O anlamsız, sadece sayfaları doldurmak için yazılanlardan olmadığı için memnunum. Tristan, çekiciydi. Her ne kadar bela olsa da garip bir şekilde bazı anlar da sorumluluk sahibiydi de. Ama Danika’yı değiştirmesi benden kocaman bir eksi aldı. Danika’nın ilk başlarda ki sert tutumunu Tristan’nın yaptığı hatalardan sonra da görmek istedim ama olmadı. Bir ara bu hızlı değişimden rahatsız oldum ama sonradan toparladı. Danika, susmayan, herkesin suratına rahatsız olduğu şeyi söyleyen birisi. Geçmişte yaşamış olduğu sıkıntılara rağmen aklı başında birisiydi. Ama dediğim gibi Tristan az da olsa yoldan çıkardı onu. Ve bu beni rahatsız etti. Tristan ise beni büyük bir yanılgıya uğrattı. Sayfaları çevirdikçe ilk tutumumda değişti. Yumuşak ama serseri bir yanı vardı. Konuşmalarından ve Danika’ya yaklaşımından böyle anladım ama sayfalar ilerledikçe belalı ve öfke kontrolünü yitirmiş biri çıktı karşıma. Bazen çok anlamsız davrandı ve onun açıklamasını da alamadım. Tristan’ın bakış açısından da sayfalar vardı. Ama bu o anlamsız davranışlarını açıklamaya yeterli olmadı. James ile tanışmaları ve adamın herkes üzerindeki kontrolüne bir kez daha şahit oldum. Asıl merakta kaldığım kısım onların nasıl -Yerde kitabındaki gibi- düşman oldukları. Danika neden aksıyordu o kitapta? Bunların cevabı maalesef burada değildi. Umarım iyi bir çeviri ile yakın zamanda bizlerle buluşur. “Şimdi anlıyorum, seninle tanışmadan önce aşk hakkında hiçbir fikrim yoktu. Oysa, bizimkisi aşktı; aşk insanın hayatını zorlaştırmıyormuş, asla seninle olduğum zamanlar gibi mutlu olmadım ve bu zamanların nasıl geçtiğini anlamadım. Benden vazgeçmeni kaldıramam, ben de senden vazgeçemem. Gülüşünü seviyorum, dürüstlüğünü seviyorum, sadık olmanı seviyorum, espri anlayışını seviyorum ve sen bana şaka yaptığında gözlerinde oluşan ışığı seviyorum. Sanırım en çok da bunu seviyorum. Sadece seni sevmiyorum, sana ihtiyacım var. Sanırım bu bir uyarı, bir şekilde senden kolay vazgeçeceğimi düşünüyorsan şaşırmış olmalısın, toparlan sevgilim, öyle ya da böyle seni yeniden kazanacağım.” –T.
Evet, kitabı okuyan herkesten duyduğunuz o cümleyle başlıyorum. Kesinlikle Dublin Caddesi gibi değildi. Hatta Braden ve Joss’un olduğu sayfaları okumak Cam ile Jo’dan daha iyi geldi bana. Onlar gibi bir çift olamasalar da gözümde, yine de iyilerdi. Jo ve kardeşi arasında ki bağı sevdim. Daha doğrusu bir ablanın anneye dönüşümü beni gerçekten etkiledi. Tabi sinir olduğum noktalar ve tutarsızlıklar vardı. Sevgililerden alınan yardım mı yoksa değer verdiklerinden aldığın yardım mı geri çevrilir? Bu konuda Jo bana kalırsa tam bir aptaldı. Cam ise çokta sıra dışı değildi ama KALEDONYA OL hikâyesiyle ilgimi çeken biri oldu. Sonra da Jo’ya yol gösterici tavırlarıyla bir kademe daha atladı. Uzun bir şeyler yazmak isterdim ama kitapla ilgili, klasik olması dışında diyecek pek bir şey yok. Fazla bir beklentiyle okumayın. Özellikle Dublin’den sonra...
Kurgusu iyiydi ama yazarın bu kurgu kullanamamasından dolayı karakterler ve olaylar sönük kalmış. Halbuki On Küçük Nefes gibi güzel bir kitap olmasını umuyordum. Daha merak uyandırıcı, heyecanlı, 'bir şeyler vaat eden' türden bir dil isterdim. Anlatılan dünya ve o dünyada ki karakterler bende pek oturmadı. Evangeline'in bir vazoyu kırmasıyla başlıyor her şey. O vazonun sahibi Sofie ile tanışıp anında başka bir şehre gitmesi (Olayın garipliğine bakar mısınız? Eva'nın saflığının başka bir şeye döndüğünü anladığım anlardan biri bu. Yani kitap boyu bu tip davranışlarla karşılaşacaksınız.Dikkat!) ve o şehirde öğrendikleri o kadar hızlı oldu ki 'ne oluyor ya' dedirtti. Ve sonra rüyalarındaki(!) çocuk Caden. Tahmin edersiniz ki Eva ona aşık oluyor ama kitap boyu aralarında ki bağı benimseyemedim. Bir şeyler eksikti. İlk kitap olmasından dolayı da olabilir bu söylediklerim. Devam kitaplarını okumam asla dedirten bir beğenmeme söz konusu değil. Çünkü sonunda gerçekleşen olaylar diğer kitaplar da neler olacağını merak etmemi sağladı. Bu arada yabancı yayınlarına hayranım şu orijinal kapakları yüzünden. Ve çevirmenlerine. Umarım hep böyle devam eder..
'İnsanın yüreğinin iyi olması için akla ihtiyacı yoktur. Bana zaten bu ikisi birlikte pek olmuyor gibi geliyor. Gerçekten akıllı bir adama bakıyorsun, hiç de iyi biri olmadığını görüyorsun.'
Klasik bir Maddox erkeği olan Thomas ve inatçı, sadece işiyle evli, aşkı bilmeyen Lindy ‘nin(Liis) kaçıp kovalayan hikâyesi. Ben çok beğendim. Her Maddox kardeş, birbirini tekrarlamayan kendine özgü davranışlarıyla kendini okutuyordu. Travis ve Trenton uçuk tiplerdi ama Thomas, diğerlerine göre sorumluluk sahibi, küçükken bile büyük olmaya mecbur kalmış, kardeşleri ve babası için en iyisini düşünen bir FBI Ajanı. Ve Kalbi kırılmış. Biliyorsunuz diğer kitabın sonundaki bombayı. Arka kapakta İlk aşkının Lindy olmadığını iddia eden bir tanıtım okuyorsunuz ama bana göre Lindy her açıdan Thomas için bir ilkti. Sinir bozucu davranışları olmadı değil tabi Lindy de ona eş değerdi. Sürekli kendini geri çekmesi biraz sinirlendirdi beni ama sonra hak veriyorsunuz. Sonuçta 3.bir kadının varlığını hissediyor. Diğer kitaplarından farkı; işleri yüzünden gelişen olaylar ve karakterlerin aralarındaki ilişkiydi. Normalde Trenton ve Travis kızların peşinden epey koşmuştu ama Thomas azcık olan katı tutumunu korudu ve bu çok hoştu. Jamie ve Maddox kardeşleri bilirsiniz eğer serinin diğer kitaplarını sevdiyseniz bunu da çok seveceğinize eminim. Ayraca da bayıldıııııım. “Aşk, tahminler ya da davranışsal belirtilerle ilgili değildir. Sadece olur ve senin, onun üstünde bir kontrolün yoktur.” “Emirlere itaatsizlik etmek gibi bir alışkanlığın mı var Ajan Lindy? Bu yüzden mi seni buraya gönderdiler? Emrim altında olman için mi?” “Beni isteyen sendin hatırladın mı?” Yüz ifadesini hala çözememiştim ve bu beni deli ediyordu. “Ben seni istemedim,” dedi. “Ben elimizdeki en iyi yabancı dil uzmanını istedim.” “O, ben oluyorum efendim.”
Böyle güzel bir kitaba böyle tatmin etmeyen bir son yakışmadı. Seri olmasından kaynaklı bizi merakta bırakacak sonları çoktan kabullendim ama burada ki son her şeyi daha da karmaşık hale getirdi. Bunun dışında akıcıydı. Heyecanlı ve sayfaları çevirmem için neredeyse sadece karakterler yeterli oldu. Normalde bu tarz kitaplar da sıkılırım. Bir yerden kurtulmaya çalışan bir grup genç ve klasik olaylar dizisi… Ama bu sefer öyle olmadı çünkü klasik şeylerle karşılaşmadım. Traver ve Lilac’ın birbirlerine olan içten duyguları, olaylara yaklaşım biçimi ve yazarın kurguladığı dünya sayfalarda kaybolmama yetecek türdendi bana göre. Traver, deneyimli olsa da okudukça onun da korktuğunu bilmek daha da gerçekçilik katmış kitaba. Normalde bir kahraman vardır serttir ve her şeyin üstesinden gelir. Tamam, belki bizimki de kahramandı ama onun düşüncelerini okurken bazen çaresiz oluşu ve neye inanması gerektiğiyle ilgili yaşadığı tereddüt Traver’ı farklı bir yere koydu. Lilac da çok başarılıydı. İlk başlarda Traver’a karşı tutumu sinirlerimi bozsa da ilerleyen sayfalardaki değişimi ve ona bağlanışı çok hoştu. Şımarık bir genç kız ve sert bir binbaşıyla karşılaşacağıma çok emindim hâlbuki Son sayfalar da yüreğim ağzıma geldi. Okuyanlar bilir. Ve sonra bir mucize. Yazar heyecan katmasını iyi biliyor anlamış oldum. Anlatımı da gayet net ve anlaşılırdı. Tavsiye ederim. Bir belirsizlik yaşıyorum diğer kitap gerçekten de başka bir çifti mi anlatıyor? Öyleyse içim biraz buruk çünkü bu ikiliyi okumak isterdim. Ve eğer öyleyse bu bilinmeyen gezegende yaşanılanlara nasıl bir açıklık getirilecek meraktayım. Dediğim gibi daha birçok soruyla baş başa bıraktı.. Lilac Rose LaRoux. Dokunulmaz. Zehirli. Adımı Zehirli Sarmaşık koysalarmış keşke. Ya da Yüksükotu. Veya Güzelavratotu. Kapıyı, bükülen çerçevesinden ayırmak için bütün ağırlığımı vererek omzumla açmam gerekti. Kafası bozulduğunda Bayan LaRoux’nun çıkartacağı türden sesleri andıran, acımasız bir gıcırtı çıkarttı. Soruyu tarttı, sonra başıyla onayladı ve saçlarını ait oldukları yerde toplamak için, elini başına götürdü. “Nereye oturacağım?” Oturmak mı? Buraya kadar sizin için cebimde taşıdığım şu rahat şezlonga elbette, Majesteleri. İyi ki sordunuz. :)) ‘Kimse onu benden almasın yeterdi.’ "Sen ölürsen, bende ölürüm."
İlk kitaba harika derken ikinci kitap sanki mümkünmüş gibi ilkini de solladı. Kitabın konusunu anlatarak zaman kaybetmek istemiyorum. Konuyu anlatsam hiçte yeterli olmayan karmaşık bir şeyler ortaya dökülecek bundan eminim. İki âşık düşünün ama şu zamana kadar hiçbir kitapta rastlamadığınız türden. Onlar gelecek. Karou umut, Akiva Işık. Ne desem bilemiyorum ilk kitapta bu kadar sarsılmamıştım ama şimdi olayların ilerleyişi ve anlatım beni benden aldı. Yazarın garip ama çok hoş bir dili var. Savaşı öyle şiirsel bir dille anlatmış ki ya da masalsı mı demeliyim bilemedim. Harikaydı. İlk başlar da kişilerin çok olmasında dolayı kafam karıştı, isimler birbirine girdi. Ama sonra her biriyle ayrı ayrı bağ kurdum. Savaşta iki tarafında masumları olduğunu, barış için çabalayanların feda ettiklerini okurken garip bir havaya girdim. Ve kitabı okurken büyük şaşkınlıklar yaşamaya hazır olun. Resmen yazar ters köşe yapmaya bayılıyor bunu anladım. Şimdi 3.kitabı kim bilir kaç yılında çıkartırlar. (Sevgili Artemis Yayınları bir kere de şaşırt bizi. Lütfen!) Bu seriyi kaçırmayın. Akiva ve Karou ile tanışın. Başkada bir şey demiyorum 'Dünyaları dolduran hayatın kendisidir. Seni ya hayat yönetir, ya ölüm.' 'Aşk bir elementtir.' Ve duyduğum en mutlu haber Film olacakmış!