Beğendim mi beğenmedim mi? Bunun kararını vermek zor. İlk kitabı, olayların yeni ve canlılığı tabi Reed’e olan hayranlığım yüzünden beğenmiştim. Ama şimdi Evie’nin yaptığı kocaman aptallığı ve Russell’in bakış açını okumak sinirlenmeme ve sıkılmama neden oldu. Onun yerine Reed’in bakış açısını okumak istedim. (Team Reed!) Ve Evie’nin beyninin level atlamış olmasını Olaylar yavaş ilerledi. Kaçınılmazda ki gibi ilk sayfalar ağırdı. Tam geçecek dedim Evie’nin büyük, aptal davranışı ve beni nakavt edecek o son vuruş yani Russell’in bakış açısını okumak yüzümü buruşturup evde bir iki tur atmama neden oldu. Yine yeni ve yeniden yazar, son sayfalarda kitabı kurtarmayı başardı. Çünkü yeni karakterler(ya da yeni türler) işin içine girdi. Kaçırılanlar, onları kovalayanlar, dövüşler derken sayfaları hızlıca çevirir oldum. Beş yüz küsur olmasının sebebini şimdi anladım. Yazar, sıkıcı olduğunu varsayıp olayların yönünü değiştirmiş bence! Okuyacak olanlara bilgilendirme, 300 sayfadan sonra olaylar yön değiştiriyor ve güzelleşiyor. Keşke kitabın İlk 300 sayfasını kesip atsaydı yazar ve onun yerine 250 sayfalık, kısa ama sıkılmayacağım bir kitap okusaydım. Bir de söylemeden geçemeyeceğim Neden herkes Evie’e âşıktı? Seri hakkında duyduklarım ise; 5 kitaptan oluştuğu ve son üç kitabın çok hareketli olduğu. Umarım aynen dedikleri gibidir. Yoksa başka bir hüsrana kalbim dayanmaz. "Yani bana bir tırabzanı bükmenin seksi olduğunu mu söylüyorsun?" diyerek kulağına fısıldadım. Bana bakarken gözlerinin içindeki karanlık yüzünden büyülenmiştim. "Evet, söyledin ve bana insan dilinde dediğinde sana inanmıştım ama bana hiç Melek lisanında beni sevdiğini söylememiştin," dediğinde donup kaldım. Seksi sesiyle, "Oldukça" dedi.
Evet, tamam, doğru! fantastik kitaplara karşı pek tarafsız yorum yapamıyorum. Özellikle Çılgın Rogan gibi sert, acımasız, yakışıklı ve süper güçlere sahip bir ana karakter varsa o kitapta tutmayın beni, överim de överim Dedektif Nevada Baylor ailesi için bir fedakârlık yapmak üzere. Bağlı oldukları şirket tarafından verilen bir görevi zorunlu olduğu için kabul eder ve üstesinden geleceğinden de emin değildir. Olaya Liderler de girdi mi öleceği gerçeğine neredeyse kesin gözüyle bakmakta. Burada kesiyorum ufak bir açıklama yapacağım. Lider; büyü gücünün zirvesinde ki insan. Büyü gücüne sahip insanları Ortalama, dikkat çeken gibi gruplara ayırmışlar. Bir Lider nasıl olunuyor sorusun gelirsek, hesaplı evlilikler sonucu iki kusursuz gene sahip insanın evlenmesiyle oluyor. Nevada’dan bir lideri yakalamaları isteniyor. Ve bu lider tam bir manyak. Onu bulmaya çalışırken de bir bakmış Çılgın Rogan’ın kollarında. Çılgın Rogan da bir Lider. İşin içine kuzeninin çocuğunu bulmak için giriyor. Ve bulmak için de her şeyi yapar. Adamın gözü kara! Daha çok bahsedersem kitabı anlatacağım. Karakterlere, yazarın anlatım tarzına bayıldım. Olaylar ise bence çok iyi ve hareketliydi. Her sayfa da arabaların uçması, binaların çökmesini okurken yerimde duramadım. Tabi bir de olayların merkezinde Rogan ve Nevada varsa tadından yenmez. Bu seri tutar benden söylemesi. Tek kusur Nevada Baylor’un o iç sesleri ve müthiş seviyede ki gevezeliği. Tanrım! kadın öyle çok konuşuyor ki onunla tartışmaya giren kaybetmeyi göze almalı. İç sesler de ise kafasının karışıklığını da size yansıtıyor. Bu pek sevdiğim bir yön olmasa da yazarın kaleminin kuvvetli olmasından kaynaklanan bir durum olarak görüyorum ben. Kitabın içine o kadar alıyor yani. Aşk çok göz önünde değildi. Serinin ilk kitabı olduğu için kendinizi olayların akışına bırakıp onu biraz arka plana atabilirsiniz. Ama son sayfalarda Rogan’ın Nevada’yı elde etmeye çalışmasını bayıla bayıla ve bende istiyorum laflarıma eşlik ederek okudum. Ama beyninizi bir kurt yeyip duracak. Ne zaman Rogan ve Nevada yakınlaşacak diye. Cevabını ben size veremem. Bence alın okuyun. Saklı Miras serisinin ilk kitabıydı. Yabancı yayınlarına güveniyorum serileri hızlı bir şekilde yayınlıyor. Bunda da öyle olmasını umuyorum. Sanırım bu sene ki favori yayın evim olacak. Unutmadan ayraca bayıldım. “Sen Çılgın Rogan’sın!” diye söyleyiverdi Leon. “Evet,” derken Çılgın Rogan’ın sesi sakindi. “Ve şehirler parçalayabiliyorsun?” “Evet.” “Bütün bu para ve büyüye sahipsin?” “Evet.” Leon bu sorgulamayla nereye varmaya çalışıyordu. Kuzenim gözünü kırpıştırdı. “Ve böyle mi… görünüyorsun?” Çılgın Rogan başıyla onayladı. “Aynen.” Leon’un koyu renk gözleri kocaman oldu. Çılgın Rogan’a, sonra kendine baktı. On beş yaşındaki Leon zar zor kırk beş kilo ediyordu. Kolları ve bacakları çubuk gibiydi. “Bu dünyada adalet yok!” diye duyurdu Leon. “Bir düşünce okulu, bu tür sorunlarla baş etmenin en iyi yolunun maruz bırakma tedavisi olduğunu söylüyor.” Dedi Çılgın Rogan. “Mesela, eğer yılanlardan korkuyorsan sürekli bir tanesini ellemek bunu tedavi edecektir.” Aha. “Senin yılanını ellemeyeceğim.” Sırıttı. “Bebeğim, benim yılanımla başa çıkamazsın.” “Zenginsin değil mi?” “Evet.” “Odanın havalandırmasını falan yaptıramadın mı?” “Burada saatlerce oturmayı beklemiyordum. Eğer sıcakladıysan sütyenini çıkarmaktan çekinme.” Çılgın Rogan’a baktı “ne yaptın?” Çılgın ROgan ağzını açtı. Kadın bana döndü. “Ne yaptı?” “Araba çarptı.” Dedim Kadın çılgın Rogan’a döndü. “Neden böyle aptalca bir şey yapasın ki?” Çılgın Rogan tekrar bir şey söylemek için ağzını açtı. “Tam olarak bunun olmasını engellemek için bir ordu dolusu belalı elamanın yok mu?” “Ben…” Kadın bana döndü. “Ne tür bir arabaydı?” “Zırhlı bir Escalade.” “En azından güzel bir arabaymış.” Çılgın Rogan’a döndü. “Sana çarparak böyle güzel bir arabayı kim mahvetmek ister ki?” ‘Nevada Baylor’ı elde etmeliydi. Onu çok uzun süredir birinin istediğinden çok daha fazla istiyordu ve onu elde edecekti. Sadece onun bundan henüz haberi yoktu.
Eğlenceli, heyecanlı ve karakterlerine bayıldığım bir kitaptı. Cameron, federal savcı yardımcısı, çok konuşan, acayip tatlı birisi. Yani bana göre öyle ama kitaptaki çoğu kişiye göre sert ve umursamaz birisi. Tabi bu görüntünün altında yatan başka bir Cam var. Jack ise… Onu hangi kelimelerle anlatsam karar veremedim. Ama seksi, çok yakışıklı ve birazcık somurtuk biri olduğunu söyleyebilirim. Ha, korumacıyı söylemeden olmaz. Özellikle söz konusu Cameron olunca korumacılık, yerini ipleri eline almaya bırakıyor.. Birçok yanlış anlamadan dolayı Jack ve Cam birbirinden nefret ediyor. Yani tam anlamıyla öyle adlandıramasak da ilk izlenim sizi bu varsayıma yaklaştırıyor. Ama Kader ağlarını öyle örüyor ki nefret kadar kuvvetli bir diğer duygu ikisini ele geçiriyor. Özellikle birbirine böyle uzak ve düşman iki kişinin aralarında olanları okumak kitabı akıcı yapmış. Olaylar da yakınlaşmaları kadar merak uyandırıcı ve heyecanlıydı. İşin içinde çok fazla gizem yok. Kitabın başında neredeyse her şey (bütün gizem) biz okuyucuya çözülmüş bir biçimde sunuluyor. Ama bana göre bu heyecanımı kaybetmeye yol açmadı. Çünkü ana karakterlerin bunları çözmeye çalışmasını okumak da iyiydi. Tabi katilin kim olduğunu sonunda öğrenip şok olma hissini hiçbir şeye değişmem. Yan karakterlerde değinmeden olmaz çünkü Collins, Amy ve Wilkins komik ve hoşlardı. Özellikle aralarındaki diyalogları okurken gülmekten koptum. Kısacası ben beğendim. “Onunla hala yatmadın mı?'' Cameron etrafına baktı. ''Biraz yüksek sesle konuş Amy. Fön makineleri yüzünden herkes duyamadı sanırım.'' "Sizinle tekrar görüşmek güzeldi, Ajan Pallas. Nebraska'daki üç yılın, hıyarlığınızı azaltmadığını gördüğüme sevindim." Kapıyı açtığında, odanın hemen önünde duran bir adama neredeyse çarpıyordu. Adamın üzerinde iyi kesimli gri takım elbise ve kravat vardı. Jack'ten genç görünüyordu ve siyahiydi. Adam elindeki üç kahve bardağını tehlikeli bir biçimde dengelerken muhteşem bir gülümsemeyle Cameron'a baktı. "Kapıyı açtığınız için sağ olun. Neler kaçırdım?" "Kapıdan fırlayıp gidiyordum. Az önce de Ajan Pallas'a hıyar dedim."
“Neyin gerçek, neyin sadece bir dejavu hissi olduğunu ayırt etmekte zorlanıyorum..” Beklediğimden çok daha iyiydi. Şöyle ki 320 sayfa bana yetmedi! Hafızaları silinmiş, üstün yeteneklere sahip, birbirinden tatlı dört çocuk ve garip olaylar, şaşırtıcı sırlar, ihanet ve iyi bir gizem. Üstelik bu söylediklerim öyle kolay kabul edilebilir şeyler de değil. Sırlar öyle sırlar ki gerçekleri öğrenince dumura uğruyorsunuz. Hele umutlanmaya kesinlikle yer yok. Ne zaman ‘şöyle olmalı lütfeen’ desem tam tersi çıktı. Anlayacağınız kitapta yok yok. Peki, Anna burada nerede mi? Onu ilk başlarda anlamak çok zor çünkü en çok Anna ile ilgili gerçekler beni çok şaşırttı. Olaylar olurken odak noktasının o olmadığını varsayıp sonra büyük bir yanılgı yaşayınca vay be dedim. Kitabın konusundan azcık bahsedeyim; Sam, Nick, Cas ve Trev şubenin denekleri. Bu denekleri kontrol etmek ve ilgilenmekte Anna’nın babasının görevi. Böyle olunca Anna da çocuklara git gide bağlanıyor. 5 sene boyunca her gününü onlarla laboratuvarda geçiriyor. Ve sonra Şube çocukları almak istediğinde seçim zor olsa da onlarla beraber kaçıyor. Olaylar da bu noktadan sonra başlıyor. Hem de ne başlamak! Her sayfa da bir ipucu ve heyecan var. Aşk yok mu diyenleri de duyar gibiyim. Evet, Aşkta var. Sam’e deli gibi âşık olan Anna, duygularının tam karşılığını alabiliyor mu anlamakta güçlük çektim. Çünkü Sam ketum biri. Ve kitap boyu bu pek değişmedi. Tek eksiklik yani bana göre tek eksiklik, Sam’in duygularını belli etmemesiydi. Bir ara acaba sevmiyor mu dediğim bile oldu. Belki de Anna’nın bakış açısından okuduğumuz için öyle hissetmiş olabilirim. Ama zaten kitapta aşk çokta göz önünde değildi. Öyle şeyler oluyor ki merak o duyguyu anında solluyor. Ben çok beğendim. Favori karakterimde kesinlikle Cas. Böyle bir tatlılık yok. Umarım 2.kitap çabuk çıkar. “Umut işte buydu. Bir gün senin olacağından emin olamadığın bir şeye tutunmak. Ama yine de tutunmak zorundaydın çünkü o olmazsa, her şeyin ne anlamı vardı?" Cas, "Lanet olsun," dedi. "Amma tuhafsın. Özgürüz. Şu an sevinçten hoplayıp zıplaman gerekiyor!" "Kendimi yakarım, daha iyi.” Dedi Nick. "Şahane." Cas ellerini ovuşturdu. "Marşmelov'u olan var mı?" Hafifçe Cas’ın dizine vurdum. "Sen olmasan ne yapardık?" "Sıkıntıdan ölürdünüz." Trev camdan dışarı bakarken "Ya da sükûnet içinde gelişirdik." diye ekledi. "Bir biftek için sokağın köşesinde bekleyebilirim," dedi Cas. Kendimi tutamayıp güldüm. "Çok iş yapabilirsin, biliyorsun." Ağzına pis bir gülümseme yayıldı. "Benimle gelirsen, sabaha kadar zengin olabiliriz." "Çok komik."
Hiç bir şey anlamadım. Karakterlerin garip yetenekleri var ama nasıl kullandılar ya da kullandılar mı bilmiyorum. Sanki her sayfa farklıydı. Olaylar çok kopuk geldi bana. Özellikle yazarın dili çok sıkıcıydı. Benim için tam bir vakit kaybı.
Aslında wattpad de yazılıp sonra kitaba çevrilmiş olanları okumamaya yeminliydim. Çünkü şuana kadar okuduklarımın neredeyse hepsi o kadar basit bir kurgu ve hiç bir zaman benimseyemeyeceğim bir dille yazılmıştı ki kitapçılarda gördüğümde kafamı çevirir oldum. Ve şimdi kafamı çevirmek değil dönüp bakmamaya kararlıyım. Uzun zaman önce yokluk dönemime denk gelen bir kitaptı kötü çocuk. Yorum yapma zahmetine girmemiştim şimdide çok söze gerek yok. Ergen bir kız ve sıradanın da sıradanı ergen bir çocuğun hikayesi. Bir de ikincisini çıkarmışlar! yayın evlerine ufacık bir tavsiye edebi değeri yüksek kitapları bastırmanız sizin yararınıza olur...