5. kitap sonunda Victor ve Izabel tatil kararı almıştı ama kitabın başında görüyoruz ki bu tatil hiç de tam olarak tatil amaçlı değilmiş. Zaten daha tatil yapma fırsatı bulamadan ikili başlarını belaya sokuyor. Şu ana kadar Izabel, Niklas ve Fredirick'in iç dünyasını, geçmişini ve pişmanlıklarını okuduğumuz seri Victor'un da araya katılması ile devam ediyor. Bu sefer Victor'un geçmiş günahları ve pişmanlıkları; iç çatışmalarına odaklı bir kitap var. Neyse ki aşk meselesi hala 2. planda ama yine de bu kitap, Izabel ile olan ilişkisini sarsacak ve tekrar sorgulamaya itecek şeylere gebe. Victor, geçmişten gelen düşmanları ile yüzleşin, Izabel de Victor'u daha iyi tanısın... Bu kitap ilk üçe giremez ama 4. sıradaki yerini alır. Kendisinden önceki iki kitaba göre nispeten daha az heyecanlıydı; Niklas'ın iç alemlerini görmeyi daha çok sevmiştim ama Fredirik'ten daha güzel olduğu da kesin. Bizim Victor'un Niklas ve Izabel ile ilgili bir planı da varmış, plan tutsa idi ben mutlu olurdum aslında. :D Ayrıca geçmişten gelen tek şey düşmanlar değil... Kitap sonunda daha önceki kitaplarda bahsi geçen Meksika görevi için bizim Izabel yola çıkıyor ve yanında da geçmişten gelen Victor ve Niklas'ın da tanıdığı 'ortak' kişi de var. Doğrusunu söylemek gerekir ise Izabel'in babası ile ilgili bir fikrim var ama bakalım, ancak 7. kitapta ortaya çıkacak. O da bir iki aya kadar geliyormuş, inşallah. Bu arada kitap fiyatı ile ilgili bir eleştirim var; bir önceki iki kitap 368 ve 400 sayfa ve 27,5 liraya satılıyor ama bu kitap 352 sayfa, 29,30'a çıkmış fiyat. Ephesus, serinin popülerliğini kullanıp okuyucunun cebini suistimal etmez ise seviniriz, sonra millet korsan okuyor diye yaygara koparıyor yayınevleri ve yazarlar!
Kara Kurt kitabı ile Izabel, Nora ve serinin Kara Kurt'u olan Niklas ile İtalya'da bir maceraya çıkıyoruz. Görünüşe göre Nora çok hızlı bir şekilde ekibe uyum sağladı... Niklas'ın Izabel konusunda korumacı tavrının 4. kitapta hissedilir olduğu ve 5. kitapta daha ayyuka çıktığını söylemem gerekir. Doğrusunu söylemek gerekirse ben bir romantik duygu sezinlendim hatta baya baya gördüm... Victor/Izabel hayranları kızmasın ama Izabel/Niklas'ı daha çok yakıştırır oldum. :P İtalya görevi bir hayli zorlu bir görev; müşterileri yıllar önce kaçırılan kızını bulmalarını ve onu kaçıran kişiyi ona getirmelerini talep etmektedir... Köle ticareti yapan oldukça gaddar, güçlü ve tehlikeli bir kadının başında olduğu bir aile örgütü var karşımızda... Izabel için eski yaralar hatırlanacak ve onun için oldukça önemli bir sınav olacak. Victor'un Niklas'ın sevdiği kadını öldürmesinin ortaya çıkmasından sonra Niklas'un bu görevden istifade edip ağabeyinden intikam almak uğruna Izabel'i kullanabileceğini düşünmüştüm ama pek de öyle olmadı, aslında bu da Niklas'ın ailesine hala ne kadar bağlı ve sadık olduğunu gösteren bir durum. Ayrıca Izabel'e verdiği değerin de bir göstergesi... Yine de ağabeyinin 'kumdan kalesine' tekme atmadan geri durmayacak, sonuçta Niklas bu, uslu duracağını kim söyledi? :) 4. kitaptan sonra en sevdiğim 2. kitap. Yani ilk üç sıralamada; 4-5-1 var... :) 7. kitap ile bu sıralamada değişiklik olabilir... Siz bu yorumu okuduğunuzda 6. kitabın yorumu da hazır olacak. Açıkçası son 3 kitabı 3 gün içerisinde bitirdim ama yorumu yazmak biraz daha vakit aldı. :)
Hemen kafadan yazacağım; açık ara 6 seride en sevdiğim kitap, 4. kitap oldu. Oldukça hızlı bir giriş ile hikayemiz başlıyor; Nora denen kadın bizimkileri öyle bir sıkıştırıyor ve itiraflar alıyor ki Birlik içinde gerçekten ciddi yaralar, çatlaklar açılıyor; bilhassa Victor ve Niklas arasında. Bizim Izabel ise Nora'nın karşısında öyle bir sırrını açığa vuruyor ki son kitapta bu kısım açıklığa kavuşacak diye düşünüyorum(7. kitap yolda). Şahsen gece başladım, ertesi gün en geç öğleden sonra bitirdim, yani 24 saat olmadan kitabı bitirdim ve bir diğerine başladım. Oldukça sürükleyici, eğlenceli ve heyecanlıydı; uzun zamandır beni böyle esir alan kitap okumamışım, yazarı tebrik ederim. Açıkçası 2. ve 3. kitap beklentimin altında ve sıradan gelmişti, bu yüzden sırf seriyi bitirme adına kitapları okumaya devam etme kararı almıştım ama 4. kitap ile beklentilerimi yeniden yükseltmeyi başardı. İlk üç kitap karakterlerin iç dünyaları ve aşklarına odaklanmış iken 4. kitap ile artık Birlik/Örgüt vs. konularına giriyor, aşk 2. plana geçiyor... Yani kitap, isminin hakkını vermeye başlıyor. Bu şekilde yazmaya devam Bayan Redmerski! :)
Elimdeki kitap, Martı Yayınlarına ait çeviri ve baskısı. Biri cilti diğeri ciltsiz iki kitap var, ben ciltsiz olanı aldım, haliyle aşağı eklediğim fiyat da ciltsiz kitabın fiyatı. Genelde pek klasik okuyan biri değilim, zaten takip edenler bunu fark etmiştir. Genelde bunun nedeni klasik romanların türlerini kendime yakın bulmamam; biliyorsunuz, fantastik/bilimkurgu tarzı şeyler seviyorum, haliyle ilgimi çekmiyorlar. Fakat konusunu görünce bir şans vermek istedim, yazarın tek kitabıymış ve zamanında çok ses getirmiş. Sonuçta her türe en az bir kere şans vermek gerektiğine inanırım. Tanıtım yazısını okuyunca genel konuya vakıf oluyorsunuz aslında ama hikayeyi tam olarak da dillendirmekten uzak aslında... Bu kısımdan sonrası kitap gidişatı hakkında bilgiler içerebilir, ona göre devam edin... İlk olarak bilindik bir aşk romanı sandığım kitabın hiç de öyle olmadığını anlayınca az biraz hayal kırıklığına uğradım, yalan yok ama sonra kendine has tarzı, dili ve kurgusuyla ilgimi çekti. Sayfaları çevirirken çok heyecanlandığımı iddia edemem ama sıkılmadan okudum, akışkan bir şekilde ilerledi. Catherine ve Heathcliff arasındaki aşk -bana göre- oldukça saçma bir şekilde ayrılıklara gebe oluyor ama sonrasında yaşanan olayların temel sebeplerinden biri de bu ayrılık acısının Heathcliff denen şeytanda yarattığı etkiyi okuyoruz; şeytan diyorum çünkü bu adam o sizin bildiğiniz romantik aşıklardan değil hatta şu sıralar liseli genç kızların ayılıp bayıldığı 'bad boy' havasında ki aşıklardan da değil, adam bildiğiniz safi kötü biri. Catherine, bu adamın şu hayatta sevdiği tek kişi iken onun ölümü sonrası herkese felaket acılar çektiriyor ama Heathcliff'in ölüm şekli bence çok güzel bağlanmış, kabul ediyorum adam sonuna kadar aşıktı ve bunun ıstırabını da çekti ve çevresindeki herkese de çektirdi. Elbette Heathcliff denen adamın şeytanlıkla suçlasam da doğuştan böyle değil, çocukken yaşadıkları vs. onu böyle olmaya iten sebeplerden biri olsa da sonuç olarak tersini seçebilecek iken yanlış seçimleri kendi iradesi ile seçtiği için 'kötü adam' sıfatını hak ediyor. Bu açıdan bakarsanız kötü adamın aşk hikayesini okumuş gibi oluyorsunuz ama 3. bir kişinin bir 4. kişiye aktarımıyla... Bu da değişik bir anlatım tarzıydı, ilk başta yadırgasam da hoşuma gitti diyebilirim sanırım. Heathcliff karakteri dışında diğer karakterlere gelirsek... Aslında Catherine de saf melek değil ama sağına soluna kötülükler yapmış biri de değil, lakin hayatımda gördüğüm en bencil, en şımarık, en itici karakterlerden biri, haliyle Heathcliff oldukça uyumlu bir ikili olduklarını söyleyebilirim. Aslında bir iki kişi haricinde bu kitapta şımarık vs. olmayan bir karakter görmek zor. Hikayeyi biraz iç karartıcı da bulduğumu söylemem gerek. :) Genel olarak günümüzdeki bazı sözde edebiyat kitapları ile karşılaştırıldığında okunması gerektiğini düşünüyorum, en azından bir kalite ve gerçekten kendince bir şiirsel anlatım tarzı var ve en azından insanların ahlakını bozmaya itecek saçma sapan şeyler görmüyorsunuz. Doğrusunu söylemek gerekirse çevirilerde bir sıkıntı olduğu izlenimi edindim, ufak tefek aslında; Iseballa'nın evlenip dönmesi üzerinden 2 ay geçiyor ve sonrasında da geçen süre çok belirgin olmasa da ne ara hamile kaldı da Londra'ya gittikten haftalar sonra çocuk doğurdu, anlayamadım; aylar sonra olsa anlardım da... Böyle ufak tefek kafa karışıklıkları yaşadım okurken. Aslında 3,5 ila 4 puan arasında kaldım. :D
Sinemasından sonra kitabını almaya karar verdiğim ve zaten kitabından da filmiyle haberdar olduğum eser... Sanırım yazar, filmin de senaryosunda kalem sallamış. Baştan söyleyeyim; film ve kitap arasında çok az benzerlikler var. Şimdi diyebilirsiniz; genelde zaten filmler, kitaplarından farklı olur ama öyle bir farklılık da değil. Baya baya farklı, hatta filmle benzer kısımları %1-2 desem yeridir. Kısacası film ve kitap kurgusu tamamen farklı iki kurgu; film, kitabın alternatif senaryosu yani. Yazar, kitabı öyle yazmasaydım böyle yazardım der gibi kaleme almış film senaryosunu ve doğrusu kafadan söyleyeyim, filmin kurgusunu daha çok sevdim. Kitabı, filmi ile karşılaştırarak devam edeceğim... Yani evet, filmini izleyen okuyucularımız; kitapta Noyan'ın oğlu ve evlatlıkları Börke'yi ve Olcayto'yu; Karatay'ın oğlu Kutay'ı falan beklemeyin. Oysa bunların hikayesini kitapta daha geniş ve ayrıntılı okumayı umuyordum. Kitapta tam da tarihte olduğu gibi Curmagun Noyan ve Baycu Noyan ile karşılaşıyoruz ama filmde sadece Noyan ismiyle, belirsiz bir komutan vardı. Türkan falan kitapta yok; Ahi Evren ve karısını görüyoruz ama filmdeki kadar etkin değiller. Filmde Sultan Alaaddin'i zehirleyen kişi adı çok bilinmeyen emirlerden biriydi(ismini bile hatırlamıyorum) ama bu işi kitapta Saadettin Köpek yapıyor ki kitabın en az yarısı zaten onun yediği naneleri ve yeni toy/çocuk sultanın basiretsizliği işlenmiş; Gıyasettin'in basiretsizliği filmde de aynen işlenmiş. Neden bu adamı sürekli böyle tü kaka işlemeye heves edinilmiş, bilemiyorum, neyse. Son bir farklılığı da vurgulayayım; filmde Karatay Medresesi merkezi yerde yer alıyor ama kitapta o kadar da değil. Kitap, oldukça uzun bir zamana yayılan bir hikaye anlatıyor, bu yüzden filmde olduğu gibi hızlı geçişler sezinlemeniz mümkün; ilk başta rahatsız oldum ama sonra gerekli olduğuna kanaat getirdim, öyle ayrıntılı vs. anlatılsa idi kitap muhtemel odur ki okuyucuyu sıkabilirdi. Kitap sonlarında, filmde olduğu gibi, Kayı obası ve Ertuğrul Gazi'yi görüyoruz; devlet haberini ona getiren ise filmdekinden çok farklı bir kişi, doğal olarak heyecan kaçmasın diye, yazmayacağım. Aslında kitap, bir devletin; hırs ve ihtiras uğruna nasıl da güzel parçalanıp, çöktüğünü anlatıyor. Kısacası bir devleti yıkacak sebeplerden bir kısmını güzelcene işlemiş, ders çıkartmak şart, bilhassa bizim siyasilerin ve devlet görevlilerinin. Bu yönden oldukça faydalı bulduğum bir eser. Son yıllarda okuduğum tarihi romanlar arasında ilk üç sıraya rahatça girebilecek bir roman, yine de öyle çok fazla zevk aldığımı iddia edemem ama sıkıldığımı da söyleyemem. Bende heyecan ve merak uyandırmasa da fazla, kendisini okutuyor. Karakterler bizim kilişe siyah/beyaz şeklinde anlatılmış, aslında yazar ve senaristlerimizin artık bunu aşması gerekiyor; griler içinde karakterler daha bir göz doyurucu ve gerçekçi. Yazarımıza teşekkür ederiz, kalemine sağlık.
Ömer Hocam ile son İstanbul ziyaretimde yüz yüze tanışma şerefine nail oldum, gerçekten çok nazik ve ilgili biriydi. Yazar olarak örnek gösterilecek (bana göre) ender kişilerden biri, çünkü yazar var yazar var... değil mi? Kimi yazar sizin yüzünüze bakmaz iken çok ender olan birkaç kişi sizinle sohbet eder, ilgi gösterir hatta size tavsiyeler dahi verir, böylelerini bulunca öpüp başınıza koyun. Maalesef çevremde çok yazan çizen insan var ama herkes yazar değil işte. Nitekim bu kitap da Ömer Hocamın bu yardımcı olma arzusundan doğan bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde bir çok insan yazmak istediğini ama bunu nasıl başaracağını, nereden başlayacağına dair bilgi sahibi değil; gençliğin yol gösterilmeye ihtiyacı vardır, bilirsiniz ama yukarıda da söylediğim gibi bunu yapacak yazar vs. bulmak da kolay değildir. Vakti zamanında Ömer Hocam da bu eksikliği çekmiş biri olarak bu ihtiyacı giderme adına bu kitabı kaleme almış. Üslup akıcı ve sohbet tadında; yazar sanki karşınızdaymış duygusunu tüm kitap boyunca hissedeceksiniz ki bu da bence ciddi bir artı demek; samimiyet hissi şüphesiz ki çok önemlidir. Tavsiyeler net ve açık; size -bir çok kitapta olduğu gibi- kuramlar vs. yazıp çizip önünüze koyup kalıplara sokmuyor, onun yerine size sadece yön çiziyor. Kitap boyunca yazma tekniği geliştirmekten ziyade bir yazar adayı olarak beni duygusal ve zihinsel olarak eğitmeyi amaçladığını sezinledim, daha önce de yazarlıkla ilgili birkaç kitap okumuş, yorumlamıştım ve onlarda böyle bir şey hiç sezmedim, diğerleri daha çok kişinin yazma tekniğini geliştirmesi üzerine durmuştu. Oysa ne mesleği seçerseniz seçin insan ilk önce kişisel olarak kendini geliştirip, erdem sahibi olmalı... Yazarlık tavsiyeleri deyince aklınıza sadece roman yazarlığı gelmesin; makale yazmak, söyleşi yapmak, oyun yazarlığı gibi bir çok çeşitli yazarlık alanında tavsiyeler söz konusu. Kesinlikle elinizin altında tutup arada bakacağınız bir kitap olacak. Sizi bilmem ama ben verimli ve sıcak buldum, yazar adaylarına ve yolun başındakilere tavsiye edeceğim bir kitap. Kitaptan İnciler "Fakat yetenek yetmez. Yazarlık sanatı emek ister. İstikrar ister, sabır ister, sebat ister..." "Ham meyveyi kimse yemek istemez... eserin senin meyvendir." "Okurun yüzüne sırıtmamalı mesaj. Meyvenin içindeki vitamin gibi olmalı." "Cemal Meriç: 'Kalem, bütünüyle haysiyettir."
Haydi Bismillah. Geçen sene okuduğum Türk Mitolojisi kitabının yorumunu hatırlayan varsa, Mergen, Kara Han vs. ilah olarak tapınılan kişiler hakkında bilgilerin eksik olduğunu söylemiştim. Yani kimdir bunlar, neyin nesidir, neden ilah diye tapmışlar? Bunları merak ediyordum ama 600 sayfalık kitap bunlara değinmemişti; ağırlıkta destanlar vs. üzerine değinilmişti ki bu açıdan da kendi içerisinde değerli buluyorum elbette. Türk Mitolojisi 'Türklerde Yaratılış Ve Evren Tasarımı' kitabı işte bana tam da bu arzuladığım bilgileri sunuyor, resimlerle de süslenmiş ki her bir resmin anlatılan konu ile ilgisi söz konusu olduğu için pekiştirmek vs. açısından da güzel oldu. Şöyle söyleyebilirim ki binlerce yıllık bu tamgalar ve manaların Osmanlı dönemine kadar kullanılması ama günümüzde unutulmuş olması biraz üzücü. Misal Osmanlı Padişah tablolarında sultanların el hareketlerinin birer manası olduğunu biliyor muydunuz? Bugün masonların kullandığı pergel ve gönyenin, onlardan çok önce Budist Türkler tarafından minyatürlere çizildiğini ve yaratılışla ilgili bir anlatımı olduğunu biliyor musunuz? Bugün Yahudiler(koruma tılsımı olarak tek göz barındıran el) ve Müslümanlar(Hz. Fatma anamızın eli) tarafından kullanılan elin aslen Umay Ana'nın şifa verici ve koruyucu eli olarak eski Türkler tarafından kullanıldığından haberdar mısınız? Evren ve Ejderha ilişkisinden tutun Gamalı Haç ve normal Haç'ın Hristiyanlık ve Hitler öncesi kozmik manalarına; ant işaretinden tutun burçlara kadar nice bilgiye bu kitaptan ulaşabilirsiniz. Oldukça tatmin ediciydi ve ileride kitaplarım için faydalı olacağına inandığım bir çok bilgiye vakıf oldum, tekrar tekrar okunacak bir kitap; mitlere ve tamgalara daha bir dikkatle bakılması gerektiğini öğreten bir kitap... Kesinlikle edinmenizi ve okumanızı tavsiye ederim.